Ana Sayfa 154. Sayı Bir yalnızlık uğraşı

Bir yalnızlık uğraşı

393

Kişi açık bir fayda gözetmediği halde okurlukta ortalamayı aşmışsa biraz yadırganır toplulukta. Muhtemelen örnek aldığımız muasır medeniyet seviyesi toplumlarına göre bizde bir parmak fazla. Sıradışılaştırılır diğerleri tarafından. Okumanın cezalandırılmamış bir günah olduğu söylenir. Cezası budur belki. Oysa okurun sıradışılığının farkına varması, yalnızlığını hissetmesi çok daha öncedir.

Yıllar evvel yine bu derginin sayfalarında sıkı okurluğun başlıca yardımcısının okuryazar bir çevre, okuduklarımızı üzerine konuşup tartışabileceğimiz dostlar olduğunu iddia etmiştim. Hiç şüphesiz, öyle söylerkende gözümde sürekli kitaplardan, fikirlerden ve şiirden bahsedilen kalabalık entelektüel toplantıları canlanmıyordu. 19. yüzyılın burjuva salonları, 20. yüzyılın Viyana, Paris kahveleri maziye karışalı hayli oldu. İstanbul’dada okuryazarların bir araya geldiği bir Küllükyok artık. Kitaplardan konuşabileceğiniz birkaç dostunuz varsa ne âlâ. Çevre okumanın yardımcısı demiştim; kendisi değildir, diyorum. Okumakçoğu için evvela bir yalnızlık uğraşı. Kendi kendine bir oyun.

O pek övülen okuma alışkanlığının çocuklukta kazanılması bile kimi zaman yalnızlıkla başlıyor. Peyami Safa’nın çocukluğu ve ilkgençliği ağır hastalıklarla boğuşarak geçmiştir. Kitapları vardır yanında. Cemil Meriç’te oyun arkadaşları tarafından dışlanmasına neden olacak düzeyde görme bozukluğu vardır fakat kendi yaşadığı zahmetin yanında okumaya çalıştığı kitaplar sorun etmemiştir o yaşta taşıdığı kalın mercekli ağır gözlüklerini. Enis Batur yatılı okul yıllarında yalnız geçirdiği haftasonlarını sık anar kitaplarla, yazıyla ilişkisinin yoğunlaşmasından bahsederken. “Beteri var” mı demeli bilemiyorum; parasız yatılı Cemal Süreya yaz tatillerini bile Haydarpaşa Lisesi’nin yatakhanesinde yalnız geçirmektedir. Muhtemelen çoğunlukla okuyarak.

Kişi açık bir fayda gözetmediği halde okurlukta ortalamayı aşmışsa biraz yadırganır toplulukta. Muhtemelen örnek aldığımız muasır medeniyet seviyesi toplumlarına göre bizdebir parmak fazla. Sıradışılaştırılır diğerleri tarafından. Okumanın cezalandırılmamış bir günah olduğu söylenir. Cezasıbudur belki. Halbuki okurunsıradışılığının farkına varması, yalnızlığını hissetmesi çok daha öncedir. Okuduğu kitaplar yüzünden farklılaşmamıştır; yalnızlığının etkisiyle kitaplara yönelmiştir de olsa olsa kitaplar zenginleştirmiştir bu farklılığı. Yoksa sokakta saklambaç oynamak, ip atlamak, bisiklet sürmek varken ne diye eve, kütüphaneye kapanıp okumayı tercih etsin ufacık çocuk. Çocuk bile olsa benliğinin ve yalnızlığının bilincine varır varmaz ondan kaçıp kurtulma isteği de beliriverir insanın içinde. Kendine benzer milyarlarca kişinin yaşadığı şu yeryüzünde dertleşebileceği birileri olmalıdır elbet,onun da halinden anlayacak.

Yaşadığımız kasabanın küçücük halk kütüphanesine ilk girdiğimde hepi topubir salon dolusu kitabı görünce şimdiki gibi tanımlayamıyor olsam bile sanırım ilk hissettiğim yaşadıklarını, düşündüklerini anlatmaya değer bulup yazıya dökmüş, sesini bana duyurmaya çalışan bir kalabalıkla karşılaşmanın heyecanıydı.Halbuki köylerine dönmek için bir-iki saat boyunca servisin kalkmasını beklerken ertesi günün ödevlerini yapabilecekleri masalı, sandalyeli sıcak bir mekân arayan birkaç arkadaşımın peşine takılarakgitmiştim kütüphaneye. O karşılaşmadan sonra başına oturulup yarım saatte bitirilecek gibi değilse eğer, yaz tatili gelene kadar doğru düzgün ödev yaptığımı hatırlamıyorum. “Defterimi evde unutmuşum”, “ders kitabımı sınıfta unutmuşum” gibi bahanelerle sık sık geçiştirirdim öğretmenimi. Yalanlarımın inandırıcı olduğunu sanmam. Neyse ki derslerim fena olmadığından veya sıra arkadaşımın annesi olmasından dolayı hoşgörüsü hayli yüksekti Fatma öğretmenin.

Dede Korkut hikayeleri, çocuk masalları, Kemalettin Tuğcu’nun kaderine boyun eğmeyerek kendi yolunu çizen azimli küçükleri, Jules Verne’ingöklerde Fatih Robur’la, denizler altında Kaptan Nemo ile birlikte okuru çıkardığı yolculuklar, ıssız adada iki yıl süren okul tatilleri, bir iddia üzerine 80 günde tamamlanmak üzere yola çıkılan dünya turları, kimi zaman Kaptan Nemo ve Nautilus’uyla tekrar karşılaşacağım esrarlı bir adada devam eden serüvenler, pek çok klasik romanın çocuklar için uyarlanmış halleri bir anda okuldan, derslerden uzaklaştırıvermişti beni.

Herkes yaşamının bazı dönemlerinde kendini yalnızmış gibi duyumsayabilir. Çocuklukta kitapların dünyasına kapı aralamışsabu yalnızlık hali, çocuklukla birlikte de tam olarak sona ermiyor. Sonraları uzun yaz tatillerini evde geçirirken, liseyi yatılı okurken de kitaplardan uzak kalmadım. Annemi üzmeyecek notlar almama yetecek kadar çalıştıktan sonra genellikleokuyarak geçirirdim zorunluve sıkıcı etüt saatlerinin geriye kalan kısmını. Okur kalabalığa karışsa da bir yerden sonra yalnızlığının birazını bile isteye kendine saklamaya, muhafaza etmeye çalışıyor galiba.Yoksa ilk gençlikte de onca heyecanın, gerilimin arasında nasıl vakit ayrılsın da ahbap olunsun  Orhan Veli’yle, Aziz Nesin’le,JackLondon’la, Zola’yla, belki biraz da Tolstoy, Balzac, Dostoyevski ile? Yalnızlık değildir artık söz konusu olan. Yaşayan çevreye paralel başka bir çevre daha vardır.

Ya olgunluk çağı? Herkesin hayat gailesi içinde kitaplarla arasına az çok mesafe girmesinden sonra? Ressam Yüksel Arslan’ınatölyesine kapanarak belli bir döneme veya fikre yoğunlaşıp, okudukça, araştırdıkça tarihin farklı dönemlerinden kafa dengi dostlar edindiğini söylemesi dikkatimi çekmişti. Gerçekten de işlerinebakıldığında Sokrates, Darwin, Marx, Nietzche’ninaçıkça görülür sanki onunla birlikte yaşamaya devam eden çağdaşları olduğu. Montaigne gündüzlerinin çoğunukütüphaneye dönüştürdüğü şatosunun kulesinde yalnız geçirir kitaplarıyla ve kendi kendisiyle fikrendidişmek için. Adalet Ağaoğlu bir masa başında bile kitapların coğrafyasında uzak ülkelere doğru nasıl seyahate çıkılabileceğinden dem vurur. Kısacası, vazgeçmeyen için oyun devam ediyordur.“Öğrenmek bir serüven olarak kalmalıdır, yoksa ölü doğmuş sayılır” diyorCanetti. Bir başına kâşiflik de bunu gerektirir zaten.

Önceki İçerikMeyhaneden Baloza, İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e: Eğlence deyip geçmeyin…
Sonraki İçerikKitapçı Rafı – 154