Zaman; ölçülmüş veya ölçülebilen bir dönem, uzaysal boyutu olmayan bir süreklilik.
Toprak; bitki örtüsünün beslendiği kaynakların ana deposu, aynı zamanda üzerinde yaşadığımız zemin.
Toz; çok küçük toprak parçacıklarından ya da çok çeşitli atıklardan oluşan; yerde, nesnelerin üzerinde ya da havada taşınan çok ince, pudra benzeri madde.
Uzaysal bir boyutu olmayan sürekliliğe bu boyutu kazandıran nedir? Bu soru kendime sıklıkla sorduğum sorulardan biri. Bu soruya şimdiye kadar verebildiğim en mantıklı yanıt “toz” oldu. Zamanı bir rüzgâr olarak imlersek bu rüzgârda uçuşan tozlar bizim yaşam zeminimizin küçücük parçalarıdır diyebiliriz sanırım. Bu toz toprakla uğraşan kişilere de arkeolog diyoruz. Onların görevi de zamana bu tozlarla bir boyut kazandırmak.
Afrodisias Müzesi’nde arkeolog olarak görev yapan Umut M. Doğan’ın kaleme aldığı Düş Dünyamda Zenginleşen Afrodisas Öyküleri adlı kitap Uranus Yayınları tarafından basıldı. Üniversite yıllarından tanıdığım; gayretli ama her şeyden önce meraklı, heyecanlı ve araştırmacı kişiliğe sahip bir insan olarak tanımlayabileyeceğim Umut Doğan; kitabınının üzerine zamanın tozlarını serpmiş. Üniversite yıllarında harçlığını çıkarmak için taşıdığı un çuvallarının tozları mı bağımlılık yaptı bilinmez ama, Umut’un zamanın tozları arasında yaşamını sürdürmekten son derece mutlu olduğu bu kitaptan anlaşılıyor.
“Kanıtlarının bir kısmı ortaya dökülen olayı, sebepleriyle kahramanlarıyla ve sonucuyla çözümlemeye dönük bir dedektiflik oyunu arkeoloji. Antik kentler de bu arkeoloji oyununun en önemli parkı” diyerek arkeolojiye bakış açısını yansıtan Umut Doğan, yaşlanmayan bir oyunbaz olduğunu kanıtlarcasına dil dünyasını da bir oyun alanına dönüştürmeyi başarmış. İlk kez, Kuva-yı Milliye öykülerinde karşılaştığı Karıncalı Dağı, bu dağın dizlerinin dibine oturan Karacasu İlçesi ve Karacasu’nun karşısındaki düzlükte yayılan Afrodisias Antik Kenti, Umut Doğan’ın parkının adresi. İşte bu parkta öğrenip eğlenerek zaman geçirmek isteyenler için yazılmış bir kitap Afrodisias Öyküleri.
Mustafa Kemal Atatürk’ten alıntıladığı “Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda yaşanmış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanımak, sahip olmaktan geçer” cümlesi de bu kitabın yazılış nedenlerinden biri sanırım.
Umut Doğan kitabında Afrodisias Antik Kenti’nin izini takip etmiş. Bu kentin müzeye dönüştürülme sürecini anlatmış. Kitabındaki öyküye göre bu antik şehrin müzeye dönüştürülme süreci bir tesadüfle başlıyor. Fotoğraf sanatçısı Ara Güler, bir tesadüf sonucu keşfettiği bu kente dair izlenimlerini fotoğraflarla süslenmiş bir gazete makalesi olarak yazıya döker ve makaleyi ABD’de öğretim üyesi olarak çalışan Prof. Dr. Kenan Erim’e gönderir. Kenan Erim’in bu makaleyi okumasından sonra ise, zamanın çarkları tersine dönmeye başlar ve binlerce yıl önceye uzanan bir yolculuğa çıkılır. Prof. Dr. Kenan Erim’in özverili çalışmalarının bu kitaptaki hikâyesinin aşkın tanımına da yeni bir boyut kattığını düşünüyorum.
Arkeolog Umut M. Doğan, mekânın aynı, zamanın farklı olduğu bu yolculuk boyunca, gün yüzüne çıkarılan eserlerin hikâyeleriyle zenginleştirmiş kitabını. Afrodisias Müzesi’nde sergilenen heykellerin, kabartmaların mitolojik öyküleri, ezenlerle ezilenler arasındaki çarpık ilişkiye de ayna tutuyor.
Kendi deyimiyle “Her biri tanrılar diyarından seçilmiş olan dinsel motiflerle örülü bu öyküler, insanların öz benliklerini temizlemesine yol göstersin diye” işlenmiş mermerlere. Galetia’nın, Leda’nın, Helene’nin, Orestes’in öyküleri bu kitapta anlatılan mitolojik öykülerin bir kısmı sadece. Arkeoloji ile mitolojinin dostluğu, mitoloji ile edebiyatın dostluğuyla harmanlanmış.
Emeğin göz nuru olan ürünlerin sapla samanının ayrıldığı yerlerdir harman yerleri. Bu kitaptaki harman yeri de Afrodisias. Bu harman yerinde ürünler zamanın rüzgârına savrularak ayıklanıyor, zamanın rüzgârıyla ayıklanan Afrodisias Öyküleri’ni okumak, zeytin ağaçlarının gölgesinde oturup güzel düşler görmeye benziyor.
– Düş Dünyamda Zenginleşen Afrodisyas Öyküleri, Umut M. Doğan, Uranus Yayınları, 2017, 126 s.