Ana Sayfa 160. Sayı ‘Son’un sonu mu?

‘Son’un sonu mu?

414

Doğu blokunun çözülmesi ve Sovyetler’in dağılmasıyla oluşan boşluk iddialı ve cüretkâr söylemler ile doldurulmaya çalışıldı. Ortaya atılanların en popüler olanı, Amerikalı siyaset bilimci Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezi, kapitalizmin kesin zaferinin ifadesi olarak görülmüştü o zaman. Ancak bugün kapitalizm, ağır krizler geçirirken 90’lardaki zafer havasını iyiden iyiye yitirdi ve iç tartışmalarını da engelleyemiyor. Geldiğimiz noktada “tarihin sonu” tezi bir kez daha tartışma konusu. “Son”un sonu yeni bir başlangıç getirecek mi? 2008’den bu yana üstesinden gelinememiş olan ABD ve AB’deki büyük ekonomik kriz ile Ulus-devletlerin karşı karşıya kaldığı kitlesel ayaklanmalar kimilerine göre yeni bir dinamizm ihtiyacını göstermekte. Japon yazar Kojin Karatani’nin Dünya Tarihinin Yapısı kitabı bu tartışmaya giriyor.

Kitabın alt başlığı dikkat çekiyor: Üretim Tarzlarından Mübadele Tarzlarına. Bunu kısaca şöyle özetleyebiliriz: Marx’ın yaptığı gibi üretim  araçlarına kimin sahip olduğunun yerine üretilenin mübadelesinde neyin egemen olduğunu ele almayı öneriyor Karatani. Kitabın ana tezini, “Bugünün içinde barındırdığı öncüller itibarıyla zorunlu bir sonuç olarak kapitalizm öncesi toplumun yeniden geleceği” düşüncesi oluşturuyor. Burada Karatani’nin farkı ise üzerine yoğunlaştığı mübadele tarzları aracılığıyla kapitalizm öncesi toplumun incelenmesine verdiği önem. Karatani, bu noktayı Marksizm’in eksik tarafı olarak gösterirken, özellikle 20. yüzyıl sosyalizmlerinde görülen ekonomik altyapı ve ideolojik üstyapı ayrımının kökeninin de burada olduğunu ileri sürüyor. Bunu eşitsizliğin bir başka kisvesi olarak belirtiyor. Böylece kendi yaptığının da Marx’ta olduğu gibi bir tür “baş aşağı duranı düzeltme uğraşı” olduğunu kaydediyor.

Marx’tan Kant’a uzanan köprü: Transkritik

“Kavramsız algılar kördür, algısız kavramlar boş.” Kant burada her şeyden önce kavramların birer ürün oldukları temeline dayanır. Söz konusu retoriği dillendirirken alman filozof, hem eleştirel dönemini hem de “transandantal idealizm” dediği kendi duruşunu başlatıyordu. Burada kendisinden önceki idealizmi kesin olarak reddeden Kant, kendisinden sonra doğacak olan yeni materyalist anlayışın ilham kaynaklarından biri olacaktı. Kitabımızın yazarı Kojin Karatani de tam bu bağlantıya dikkat çektiği ve adına da “transkritik” dediği yönteminde Kant’ın retoriğini kendine uyarlıyor: “Etiksiz ekonomi politikası kördür, ekonomik kaygı gözetmeyen bir etik müdahale ise boş.” Daha önceki çalışmalarında Kant’a Marx’ın, Marx’a da Kant’ın perspektifinden bakabilmeye gösterdiği önemle bilinen Karatani’nin dikkat çeken iddiası ise Marx’ın yorumuna katkı sağlaması.

Burayı biraz daha açmak gerekirse, doğrusu, tarihsel ve diyalektik materyalizmin yaratıcıları Engels ve Marx, öğretilerini açıkladıkları metinlerinde Kant’a atıf yapmaktansa yaşadıkları devir itibarıyla hayli etkin olan Hegelcilik ile uğ- raşmayı seçmişti. Bu bakımdan Karatani bu iddiasında haklı olabilir. Hem etkilenilecek hem de tepki gösterilecek derecede Hegel ile beslenen bir fikri hegemonya içinde ikili, Hegel’den farklı düşünüyor ve kendi durdukları noktayı “baş aşağı olan Hegel felsefesini düzeltmek” biçiminde özetliyorlardı. Bu biçimiyle, Engels ve Marx’ın yaptığı şey Kantçı anlamda “eleştiri”ydi, yani “kritik”. Burada eleştiriden kasıt, incelenen şeyin sınırını belirlemek, tanımlamak ve aşmak olarak formüle edilebilir. Marx kendi kuramının başlangıcı sayılan Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi adlı çalışmasında bu formülü uygulamıştır. O halde materyalistler metotlarını Kant’a borçluydular, demek yanlış olmaz. Bunu Marx’ın, Kapital’in Almanca ikinci baskısına yazdığı sonsözdeki şu ifadelerinden de daha açık seçik biçimde görmek mümkün olacaktır: “En temelinde benim diyalektik yöntemim, Hegelci yöntemden yalnızca farklı değil, onun tam karşıtıdır da. Hegel’e göre, onun “fikir” adı altında bağımsız bir özne olarak aldığı düşünce parçası, gerçek dünyanın yaratıcısı olup, gerçek dünya yalnızca “fikir”in dışsal biçimidir. Benim için ise, aksine, fikri olan, maddesel dünyanın insan aklındaki aktarımından ve dönüşümünden başka bir şey değildir.”(1)

Buna göre, Marx ve Hegel’in, fikrin insan ürünü olup olmaması konusunda ayrılmakta olduğunu söyleyebiliriz. Marx, dev çalışması Kapital’de, kapitalist dünyanın eleştirisini yaptığında onun sınırlarını belirlemiş, tanımını yapmış ve onu aşmıştı. Bununla beraber söylemeliyiz ki, Marx, Kapitalist dünyanın Hegel’in felsefesine göre inşa olunmuş halde olduğunu düşünüyordu. Kapital, Marx için tam anlamıyla “içinde bulunduğu dünyayı anlamakla kalmayıp onu değiştirmek” anlamına geliyordu. Filozofa göre kapitalist dünyada şeyler insana değil insanlar şeylere bağlıydı. “Baş aşağı olup düzeltilecek olan” buydu. Ve esasında önerilen, bilimsel sosyalizm ya da komünizm, bunun düzeltilmiş olduğu toplumsal yapının adıydı. 20. yüzyılda sosyalizm, mevcut insanlığın önemli bir bölümünün yönetim/yönetişim biçimi olduğunda -Marx’tan 100, Kant’tan 150, Hegel’den 120 sene sonra- filozofların betimlediklerine ne denli yakın ne denli uzak olduğu tartışılabilir.

Kitabımızın yazarı Karatani, Kant’ın “amaçlar krallığı” tarifi ile komünizm arasında benzerlik kurarak kendine özgü “ileri toplum” fikrini buraya bağlıyor. Kapitalist toplumda bastırılmış olan karşılıklı armağanlaşmaya dayalı mübadelenin bir sonraki evrede aşılarak geri dönüşünü Freud’un “bastırılanın geri dönüşü” metaforuyla sunuyor. Karatani’nin kitabı Dünya Tarihinin Yapısı, Ocak ayında Metis’ten çıktı ve 2010’da Japonya’da, 2014’te Amerika’da basıldığında büyük rağbet gören, yazarın Türkçeye çevrilen beşinci kitabı oldu.

– Kojin Karatani, Dünya Tarihinin Yapısı, Metis Yayınları, Ocak 2017, 432 s.

Önceki İçerikMars’da antik yaşamın olası izleri
Sonraki İçerikSchrödinger’in kedisi hali, mikrodalga radyasyonu ve iyon tuzaklarıyla yaratılabildi