Ana Sayfa 167. Sayı Duyguların seyircisiz sahnesi: Bağırsak

Duyguların seyircisiz sahnesi: Bağırsak

991

Bağırsak araştırmaları, nörobilim literatüründeki yerini genişletmeye hızla devam ediyor. Özellikle son zamanlarda, kitapçılara girdiğimizde gözümüze sıkça çarpabilecek iki kelime; beyin ve bağırsak. Raflarda durma süresi arttı, üstüne yenileri de eklendi. Üstelik kitapları utandırmayacak şekilde, çok sayıda makale de çıkıyor beyin-bağırsak ilişkisini temel alan. Bağırsak araştırmaları yeni olmasına rağmen “ikinci beyin” adlandırmasıyla yaptığı giriş fazlasıyla dikkat çekti. Peki ya neden? Bu soruya cevap vermek için erken olabilir. Belki de psikanalizin yaklaşık yüzyıl önce öngördüğü beyin ve bağırsak ilişkisi, şimdi farklı bir isimle ve farklı yöntemlerle devam ediyor yoluna. Dolayısıyla, bu zeminde atılan adımları nöropsikanalitik bir süreç olarak adlandırırsak büyük bir hata etmiş olmayız. Gerçi psikanalizin yanı sıra günlük yaşamımızda dahi sezgi düzeyinde çoğumuz fark etmişizdir bağırsak ve stres arasındaki ilişkiyi. Günlük hayatta sezgi düzeyinde bilinen bu ilişki ve dahası, size söz edeceğim kitabın içinde pek çok başlıkta incelenmiş. Bu sade ve kapsamlı incelemeyi Dr. Emeran Mayer’in 40 yıldır beyin-bağırsak ilişkisi üzerine çalışıyor olmasına borçluyuz (Stres ve Direnç Merkezi’nde – UCLA). Bu sayede kitapta hem klinik deneyim hem de teorik bilgiye ulaşmak mümkün. Yazar E. Mayer araştırma bulgularını kendi hikâyeleriyle yumuşatmış ve sade bir dil ile birleştirmiş. Bahsettiğim sadelik, nörobilim alanında çalışan birinin karnını doyurmazken, farklı alanlarda çalışan pek çok insan için kışkırtıcı bir başlangıç olabilir, iştah açabilir.

Bağırsağı duyguların seyircisiz sahnesi gibi sulu ya da eğlenceli bir metaforla anlatırken, dikkati de gösterinin yani hissedilen duyguların kapalı bir alanda seyircisiz yaşandığına çekmek istiyorum. Bu vurgu, kitabın yüz ifadeleri ve bağırsak arasında kurduğu bağlantıyı temel alıyor. Örneğin trafikte sinirleriniz tepenize çıktığında ya da metrobüse binmeye kalkıştığınızda, beyniniz tıpkı yüz kaslarınıza gönderdiği gibi sindirim sisteminize de karakteristik sinyal örüntüleri gönderir ve hızlı bir cevap alır. Yani mideniz şiddetle kasılarak asit üretiminin artmasına ve kahvaltıda yediğiniz yumurtanın boşaltılmasının yavaşlamasına sebep olur. Aynı zamanda da incebağırsaklarınız kıvrılıp bükülerek içindeki mukus ve diğer sindirim sularını arttırır. Bu sistem endişe ve üzüntü anlarında da benzer doğrultuda işliyor. Hatta E. Mayer depresyona girdiği söylenilen hastaların bağırsaklarında hareket görülmediğini dahi ifade ediyor. Yani beynimizde etkisi ve kaynağı görülen bir duygunun bağırsaklarımıza bir ayna tuttuğunu artık biliyoruz. Belki de ilginç olan, yüzün görünürlüğü ve açıklığının aksine, bağırsak sinyallerini görmenin “öteki”nin, yani bir başkasının yapabileceği bir iş olmaması. Yüz bilgiyi sahibine sormadan bile açık edebilirken, bağırsağın ifadesi o bedene sahip kişi tarafından anlaşılabilir. Dolayısıyla paragrafın başında ifade ettiğim “seyircisiz” ifadesini önemli buluyorum. Giorgio Agamben “Yüz”(1) yazısında yüzü ortaklığın tek yeri, dışarıya açılan bir alan olarak tanımlıyor. Agamben tarafından aynı zamanda politik temada okunan yüz, trajikomikliğin de kaynağı sayılıyor. Yani ona göre yüz, saklanmak istenen, ama saklanamayan bir ifadeyi de içerebilir. Neredeyse ihanet eder yüz sahibine, apaçık eder onu. Ama “bağırsak (!)” ancak onu inceleyenler tarafından görülebilir.

Kitapta hatırı sayılır bir bölüm ayrılmış ordu cerrahı Beamont’a. Beamont, tarihte insan sindirimini gerçek zamanlı gözlemleyen ilk kişi olarak biliniyor. Beamont sığır eti, çiğ lahana, bayat ekmek ve diğer gıdaları bir ipliğe bağlayarak St. Martin’le bir deney yapıyor. Deneyde yiyecekler bir ipe diziliyor ve ardından St. Martin’in midesine sokup belirli zamanlarda çıkarılarak mide suyunun gıdaları nasıl sindirdiği gözleniyor. Literatürde zorlu olarak adlandırılan bu deney sürecinde ise St. Martin’in morali zaman zaman bozuluyor. Kısacası; duyguları çeşitli dalgalanmalarla seyrediyor. Beamont deney esnasında St. Martin’in mide aktivitesinde oluşan çeşitli değişimleri gözlüyor. Gözlemlerde St. Martin’in öfkesinin sindirimi yavaşlattığı sonucuna varılırken bu sonuçlarla birlikte Beamont insan sindiriminin duygularla bağını ortaya çıkarmış oluyor. Sonrasında, deneyin bulguları pek çok araştırmacı için de örnek teşkil ediyor ve araştırmacılar beyin-bağırsak üzerine çalışmaya devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında askerlerle yapılan çalışmalardan günümüzde kadar beyin-bağırsak arası ilişki gitgide kuvvetlenerek ilerliyor. Bağırsağın adı “ikinci beyin” oluveriyor.

Şu anda Türkçe literatürde tanıtımı bolca yapılan beş adet beyin-bağırsak ilişkisini ele alan kitabı var. En eskisi 2014’te Adalin Yayıncılık’tan çıkan GAPS Bağırsak ve Psikoloji Sendromu için Doğal Tedavi Yöntemi adlı  eser. Ardından 2016 yılında üç tane: Büyüleyici Bağırsak, Huzurlu Bağırsak, Duygusal Beyin – Bağırsak. Ve en son da Çağın Hastalığı Kandida İkinci Beyin Kalın Bağırsak adlı eser bizimle olmuş. Şaşırmak gerekiyor mu bilmiyorum ama, bu demek oluyor ki ilerleyen yıllarda ilginç kaynaklar edinebileceğiz. Özellikle Emeran Mayer’in kitabı özelinde konuşursak yeni-taze bilgilerin bu yumuşaklıkta sunulması da başarı olarak adlandırılabilir. Bu kitapta, öneminin gitgide daha iyi anlaşıldığı bir organımızın, duygularımız, tercihlerimiz ve sağlığımız üzerinde nasıl etkileri olduğunu okuyacaksınız.

Son olarak; kitabın çevirmeni Erkan Aktaş’ın şair de olduğunu hatırlatmış olayım.

– Beyin-Bağırsak Bağlantısı, Emeran Mayer, Çev. Erkan Aktaş, Paloma Yayıncılık, 2017, 304 s.

Dipnot

1) http://gazetekarinca.com/2017/06/yuz-giorgio-agamben/

Önceki İçerikYoksa Türk muhafazakârlığı yok mu?
Sonraki İçerikKitapçı Rafı – 167