Kadın matematikçi olmak zordur; 1500 yıl önce de, şimdi de… Yobazlar tarafından katledilen Hypatia… Onca buluşlarına karşın akademiye kabul edilmeyen Agnesi ve Noether… Erkek takma adıyla çalışmalarına devam etmek zorunda kalan Sophie Germain… Türlü zorluklara göğüs gererek kendilerini kabul ettiren kadın matematikçilerden birkaçının öyküsü.
Kadın matematikçi dendiğinde ilk akla gelen kişi üstün kişiliği ve trajik öyküsüyle bilinen Hypatia’dır. MS 4. yüzyılda İskenderiye’de yaşayan Hypatia bir matematikçinin kızı olarak dünyaya gelmişti.
Yobazlar tarafından katledilen kadın matematikçi: Hypatia
Babasının da desteğiyle bilim ve felsefe alanında hızla ilerleyen Hypatia, zamanının en sevilen hatip ve en büyük problem-çözücüsü olarak ün yapmıştı. Aylarca bir probleme takılıp kalan matematikçiler ona mektup yazıp çözümü sorar, Hypatia da hayranlarını kolay kolay düş kırıklığına uğratmazdı. Matematik ve mantıksal ispat onun için bir tutkuydu.
Hypatia neden hiç evlenmediği sorusuna “gerçekle nikâhlı” olduğu yanıtını veriyordu. Hıristiyan dinine de eleştirel yaklaşan, akılcılığı öne çıkaran ve üstelik bir kadın olan Hypatia, İskenderiye patriği Kyrillos’un tepkisini üzerine çekmişti. Kyrillos, filozofları, bilimcileri ve matematikçileri sapkın sayan bir gericiydi.

Tarihçi Edward Gibbon, Kyrillos’un türlü entrikalarla cahil kitleleri Hypatia’ya karşı kışkırtmasından sonra olanları şöyle anlatır:
“Hypatia arabasından zorla çekilip indirildi, çırılçıplak soyuldu, sürüklenerek kiliseye götürüldü ve insanlıktan çıkmışçasına davranan kilise görevlisi ile vahşi ve acımasız bir fanatik güruhu tarafından paramparça edildi. Keskin istiridye kabuklarıyla etleri kemikten sıyrıldı, hâlâ titremekte olan uzuvları ateşe atıldı.”
Tarih MS 415’in Mart ayıdır. Kimi kaynaklar bu katliamın 8 Mart günü gerçekleştiğini belirtirler.
Akademinin kapıları ‘Agnesi Büyücüsü’ne kapalı
Kadın matematikçi olmanın zorluklarına günümüze daha yakın dönemlerden örnekler verelim.
Milano’da doğan Maria Agnesi (1718-1799) de Hypatia gibi bir matematikçinin kızıydı. Avrupa’nın elit matematikçilerinden biri sayılıyordu; eğrilere değen tanjantlar üzerine çalışmalarıyla özellikle ünlüydü.

Eğri sözcüğünün İtalyancadaki karşılığı “versiera”ydı, Latince “dönmek” anlamındaki “vertere”den geliyordu. Ama bu sözcük aynı zamanda “Şeytanın karısı” demek olan “avversiera”nın kısaltmasıydı. Agnesi’nin incelediği ve adı verilen bir eğri (versiera Agnesi) İngilizceye yanlışlıkla “Agnesi büyücüsü” olarak çevrilmiş, giderek bu Maria Agnesi’nin lakabına dönüşmüştü.
Bütün Avrupa Agnesi’nin yeteneğini teslim ettiği halde, birçok akademik kuruluş, en başta da Fransız Bilimler Akademisi ona bir araştırma makamı vermeyi reddetti. Kadın bilimcilere yönelik bu ayrımcılık 20. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir ve farklı biçimlerde hâlâ sürmektedir.
‘Üniversite Senatosu hamam mı?’
Einstein’ın deyişiyle “kadınlar için yüksek eğitim başladığından bu yana yetişmiş en yaratıcı matematik dehası” olan Emmy Noether’in (1882-1935) de Göttingen Üniversitesi’nde okutman olması reddedilmişti.

Fakültede çoğunluk şu görüşteydi: “Nasıl olur da bir kadının doçent olmasına izin verilir? Doçent olursa ileride profesör olup Üniversite Senatosu’na da girebilir… Askerlerimiz üniversiteye geri dönüp bir kadının ayakları dibinde okumaları gerektiğini görürlerse ne derler?”
Noether’in dostu ve hocası olan büyük matematikçi David Hilbert bu görüşlere şöyle yanıt vermiştir: “Baylar, adayın cinsiyetinin doçent olarak kabul edilmesine karşı bir argüman oluşturduğunu düşünmüyorum. Ne de olsa Üniversite Senatosu bir hamam değil.”
Mösyö Le Blanc, Lagrange ve Gauss’u şaşırtıyor
Türlü engellere göğüs gererek üst düzey bir matematikçi olan bir diğer kadın da Fransız Sophie Germain’dir (1776-1831).
Tüccar olan babası Sophie’nin çalışmalarını engellemek için kızının mumlarına ve giysilerine el koymuş, her türlü ısınma olanağını elinden almıştı. Bu önlemler bir işe yaramadı, çünkü Germain gizli bir yerde bol miktarda mum depolamıştı ve yatak çarşaflarına sarınarak ısınıyor, büyük tutkusu olan matematik çalışmaya devam ediyordu. Yıllarca tek başına çalışmak zorunda kaldı, çünkü ailesinde ona en son gelişmeleri aktaracak bir matematikçi yoktu ve öğretmenleri de onu ciddiye almaya yanaşmıyordu.

Paris’te açılan Ecole Polytechnique’e gitmeyi çok arzu ediyordu, ama bu kurum sadece erkeklere açıktı. Bir erkek adı (Le Blanc) alarak akademi yönetimiyle ilişki kurdu. Her hafta takma adını kullanarak çözdüğü problemleri teslim ediyordu. Dersin hocası ünlü Lagrange bu yetenekli öğrenciyle tanışmak istedi. Artık kimliğini saklayamazdı. Genç bir kadın matematikçiyle karşılaşan Lagrange önce çok şaşırdı, ama sonraları Germain’in destekçisi oldu.
Sophie Germain, gelmiş geçmiş en parlak matematikçilerden biri kabul edilen ünlü Carl Friedrich Gauss ile de “Mösyö Le Blanc” takma adıyla mektuplaşmıştır. Hayran olduğu ama saygı yanı sıra korku da duyduğu Gauss’un bir kadını ciddiye almayacağını düşünüyordu. Sayı kuramı ve özellikle Fermat’nın Son Teoremi ile ilgili mektupları Gauss’un ilgisini çekmişti.
1806’da Napolyon’un orduları Almanya’yı işgal etmeye başladı. Yüzyıllar önce Arşimet’in başına gelenlerin (Arşimet Siraküsa’yı işgal eden Romalılar tarafından öldürülmüştür) Gauss özelinde tekrarlanmasından korkan Germain, Fransız kuvvetlerine komuta eden dostu General Pernety’e bir mesaj yollayarak Gauss’un hayatının güvenceye alınmasını rica etti. Bunun üzerine Alman matematikçiye özel ilgi gösteren General, ona hayatını Madam Germain’e borçlu olduğunu söyledi. Gauss müteşekkirdi ama şaşırmıştı, Sophie Germain diye bir ismi hiç duymamıştı.
Germain bir sonraki mektupta çekine çekine gerçek kimliğini açıkladığında Gauss kızmamış, hatta şöyle bir yanıt yazmıştır:
“Ama şimdi değerli mektup arkadaşım Mösyö Le Blanc’ın dönüşüme uğrayıp inanmakta zorluk çektiğim böylesine parlak bir örnek oluşturan bu ünlü şahsiyet haline gelişi karşısında duyduğum hayranlık ve hayreti nasıl dile getirsem? Genel olarak soyut bilimlere ve en başta da sayıların gizemine ilgi duyabilmek, son derece az rastlanan bir şey; ama buna şaşmamak gerek: Bu yüce bilimin büyüleyici güzellikleri kendilerini sadece onun içine dalmaya cesaret edebilenlere gösterirler. Ama eğer bir kişi cinsiyeti nedeniyle, gelenek ve önyargılarımız yüzünden bu dikenli araştırma yollarında ilerlemekte erkeklere kıyasla sonsuz derecede daha büyük zorluklarla karşılaşıyor ve yine de bu engelleri aşmayı başarıp en çapraşık araştırmalara girişebiliyorsa, o zaman hiç şüphesiz yüce bir cesarete, görülmemiş yeteneklere ve üstün bir dehaya sahip demektir.”
‘Yalnız ve mesleksiz bir kadın’
Sophie Germain sonraları “Elastik levhaların titreşimleri üzerine inceleme” başlıklı makalesiyle modern elastisite kuramının temellerini atmıştır. Bu araştırması ve Fermat’nın Son Teoremi üzerine çalışmalarından dolayı Institut de France tarafından kendisine bir madalya verildi ve Bilimler Akademisi’nde, bir üyenin eşi olmadığı halde dersleri dinleme hakkı tanınan ilk kadın oldu.
Yaşamının sonlarına doğru, kendisine bir fahri unvan verilmesi konusunda Göttingen Üniversitesi’ni ikna etmiş olan Gauss’la yeniden ilişki kurdu. Ne yazık ki üniversite bu onuru ona daha sunamamışken, Germain göğüs kanserinden öldü.
Sophie Germain çoğu kişiye göre döneminde Fransa’nın yetiştirdiği en büyük kadın entelektüeldir. Fakat görevli memur ölüm raporu tutmak üzere geldiğinde, bu büyük kadın bilimci hakkında mathematicienne (matematikçi) diye değil de, rentire-annuitant (yalnız ve mesleksiz bir kadın) diye kayıt düştü.
Hepsi bu kadar da değil. Mühendislerin kullanılan malzemenin elastikliği konusunda özel bir dikkat göstermek zorunda olduğu Eiffel Kulesi tamamlandığında, bu görkemli yapıya 72 seçkin bilimcinin adları kazılmıştı. Ancak bu listede araştırmalarıyla metallerin elastisitesi kuramına öncülük eden Sophie Germain’in adına yer vermeye gerek görülmemişti.
Matematikçi olmak zordur. Kadın matematikçi olmak ise…