Ana Sayfa 170. Sayı Kitapçı Rafı – 170

Kitapçı Rafı – 170

870

Fikirler için Ölmek – Filozofların Tehlikeli Hayatları

– Costica Bradatan, Çev. Kübra Oğuz, Can Yayınları, 2018, 296 s.

Fikir adamları, bu arada felsefeciler de, tarih boyunca birçok kez bazen bireyleri bazen de kitleleri düşünceler için, idealler için, ideolojiler için ölmeye, ulvi bir amaç uğruna kendilerini feda etmeye yöneltmişlerdir, ancak kendileri söz konusu olduğunda tavırları ne olur acaba? Özel alan ile “mesleki” alanın farklı olduğunu mu savunurlar? Teorik olanla pratiğin bir noktada çakışmasının şaşkınlığına boğulup ani bir aydınlanmayla daha önce dile getirdiklerinden vaz mı geçerler, yoksa felsefenin esas amacının insanın kendini gerçekleştirmesi olduğunu unutmaksızın fikirlerini hayata geçirmeye mi uğraşırlar? Costica Bradatan, Fikirler için Ölmek- Filozofların Tehlikeli Hayatları adlı kitabında, bu sorulara cevap ararken, Sokrates, Hypatia, Giordano Bruno, Thomas More gibi en bilinen örneklerden yola çıkıp bu isimlerin yanına pek çok başkalarını da katarak, cesaret üzerine bir okuma sunuyor.

Bilgi Toplumu Tartışmaları

– Kolektif, Pales Yayınları, 2018, 305 s.

Bilgi Toplumu Tartışmaları adlı bu kitapta özellikle son yıllarda yaygın bir söyleme dönüşen bilgi toplumu kuramlarının, gelecekçi ve ütopyan olan, ama gerçekçi olmayan özellikleri üzerinde durulmaktadır. Bilgi toplumu kuramları bağlamında prekarya, kamusal alan ve bilgi yanılsaması, zaman ve mekân sorunu, küreselleşme koşullarında olgular ve olasılıklar, gözetim ve en son eğitim sorunları güncel ve zengin bir literatür eşliğinde incelenmektedir.

Yaşasın Devrim -Latin Amerika Üzerine Yazılar-

– Eric J. Hobsbawm, Çev. Saliha Nilüfer, İletişim Yayınları, 2018, 464 s.

Eric J. Hobsbawm’ın, “Beni geri dönüşü olmayan bir şekilde fethetti” diye nitelendirdiği Latin Amerika üzerine yazdığı makaleleri bir araya getiriyor Yaşasın Devrim. “Latin Amerika’nın 1960’lara devrim umudunu geri getirdiği” dönemden başlayarak, 40 yıl boyunca kıtada gerçekleşen altüst oluşları titiz bir tarihçinin gözlerinden izliyoruz: Hobsbawm’ın hünerli elleriyle çizilen capcanlı bir tabloda; kıtanın hızla kentleşmesi, topraksız köylüler ve köylü hareketleri, çok sayıdaki askeri darbenin etkileri, bu darbelerin kimi zaman bir “devrim” niteliğine dönüşmesi, devrimler, başta Kolombiya olmak üzere şiddet eylemlerinin olağanlaşması, FARC gibi gerilla gruplarının ortaya çıkışı resmediliyor. Yaşasın Devrim, Latin Amerika’da ‘viva la revolucion’ şiarının nasıl yükseldiğini ve akıbetini dünyanın en önemli tarihçilerinden Hobsbawm’ın kaleminden okuma fırsatı sunuyor.

Türklerin İslamlaşma Serüveni

– Yatağanoğlu Alimcan, Berfin Yayınları, 2018, 287 s.

Yatağanoğlu Alimcan, Türklerin İslamlaşma Serüveni’nde, Türklerin Şamanizm’den İslam’a geçiş dönemini ve bu dönemin günümüzdeki yansımalarını inceliyor. Kanla yazılan bu dönemi İslam öncesi Türklerin Gök Tanrı dini Şamanizm’den başlayarak tarihsel süreç eşliğinde anlatıyor. Bu süreçte yazar, Hz. Muhammed ve İslamiyet’in kadınlara bakışı, İslam dinindeki kadın-erkek eşitsizliği, İslam dininin Arap işgalciler tarafından Türklere zorla kabul ettirilmesi, İslam’a karşı Türk isyanları, Türklerin İslamlaştırılması sürecinde Alevilik ve Atatürk’ün dine bakışı gibi önemli satırbaşlarının altını çiziyor. İslam’a göre kötülük ve fitne kaynağı olarak görülen kadının Türklerdeki eşit ve saygın konumunu irdeleyen yazar, İslamlaşma ile birlikte başlayan bağnazlığı hadis ve sureleri baz alarak eleştiriyor. Ayrıca Şamanizm ile Alevilik arasındaki yapısal ve tarihsel ilişkilere de yer veriyor. Yazar kitabında Fethullah Gülen’in yarattığı illegal imparatorlukla holding ve medya yapılanmasını da mercek altına alıyor.

Gen

– Siddhartha Mukherjee, Çev. Cem Duran, Domingo Yayınları, 2018, 616 s.

Siddhartha Mukherjee, kendi ailesindeki şizofreni geçmişinden yola çıkarak okurları bilim tarihinin en güçlü ve tehlikeli fikirlerden birinin doğuşu, gelişimi ve geleceği üstüne bir yolculuğa çıkarmayı amaçlıyor. Mendel’in bezelyeleri ile filizlenen bir fikrin Darwin’le birlikte yeşermesi, Nazilerin elinde tehlikeli bir silaha dönüşüp ırk ve kimlik tartışmalarının baş köşesine yerleşmesi, ardından modern genetik, insan genomu haritası adımlarını anlatıyor ve büyük sorulara yanıt varıyor: Eğer genetikle oynamak, çocuklarımızın yazgılarını ve kimliklerini belirlemek mümkünse, insan olmak ne anlama gelir? Genetik bilimin ahlaki labirentinde yolumuzu nasıl çizeceğiz?

Tanrısız Din

– Ronald Dworkin, Çev. İsmet Birkan, Olvido Yayınevi, 2018, 117 s.

2013 yılında hayatını kaybeden hukukçu ve felsefeci Ronald Dworkin’in son kitabı Tanrısız Din “modern hukukun en can sıkıcı sorusu”na yanıt arıyor: Din nedir ve dinin içinde Tanrı’nın yeri neresidir? Bu soruları teolojik açıdan değil, daha çok modern hukuk üzerinden inceleyen Dworkin, geleneksel Tanrılı din olgusu karşısında Spinoza’dan beri tartışılan ve modern dünyada yeni hukuki meseleler çıkaran “Tanrısız din” kavramını hukuk, felsefe ve fizik bilimi açısından tartışmakla kalmayıp, dine dair bu iki temel anlayış hakkında tespitlerde bulunuyor. Kitabına “Bu kitabın teması dinin Tanrı’dan daha derin olduğudur” gibi kışkırtıcı ve iddialı bir cümle ile başlayan Dworkin, yaptığı felsefi ve hukuki tespitlerle din-hukuk ilişkisi ve sorunları üzerine demokrasiyi ve her tür özgürlüğü koruyarak nasıl çözümler getirilebileceğini de ele alıyor.

Panoptikon 2.0

– Der. Barış Çoban, Bora Ataman, Çev. Tahir M. Kalaycı, Epsilon Yayınları, 2018, 336 s.

Küresel kapitalist iktidarın gözü her daim yurttaşların üstünde. Yüzyılların mücadeleleriyle parça parça kazanılmış demokratik haklar ve bütün bir toplumsal yaşam, iktidarın tehdit algısını süreklileştirdiği bir güvenlik paradigmasının cenderesi altında. Yeni medya teknolojilerinin desteğiyle güçlenen bu kötücül göz, yaşamı giderek korku içinde sürdürülen boğucu bir rutine dönüştürüyor. Hakların temelini oluşturan bireysel özerklik ve kişinin kendi yaşamı üzerindeki kontrolü, sınırları iktidar tarafından çizilen bu açık hapishane rutininin bir parçası değil. Dolayısıyla iktidarın gözünden sakınma amaçlı mahremiyet talepleri ve hak savunuculuğu, sadece iktidar tarafından değil, korku iklimine teslim olmuş kalabalıklar tarafından da yurttaşa suçlu damgasının vurulmasıyla neticelenebiliyor. Panoptikon 2.0, işte böylesi bir dönemi adlandırmak için kullanılan bir kavram. Peki, haklarını savunmak mücadelesinden öyle kolay kolay vazgeçmeyecek olan yurttaşların, küresel kapitalist iktidarın yaşamın her zerresini hedefine koyarak başlattığı bu büyük işgal hareketine cevabı ne olacak? Kitapta yer alan makaleler bu cevabı “direniş” olarak veren karşı-gözetim pratiklerine odaklanıyor. Özerkliğin ve mahremiyetin savunusu yurttaşlık mücadelesinin belki de en belirleyici bileşeni…

Samuel Beckett’in Adlandırılamaz Tiyatrosu

– Serpilekin Adelina Terlemez, Çev. İsmet Birkan, Epos Yayınları, 2018, 308 s.

Bu eser, “hoşa giden” tiyatro ile yolunu ayırmak isteyen Samuel Barclay Beckett’in tiyatro oyunlarıyla diğer eserlerinin ve kendi metinlerinden bizzat yaptığı çevirilerin derin ve ayrıntılı bir incelemesini içeriyor. Yazar, Beckett’i Batı kültürünün her alanına el atmış evrensel bir kültür adamı olarak görüyor ve öyle takdim ediyor. Beckett uzmanı Bruno Clément’ın önsözünde belli-belirsiz ima ettiği gibi, eğer Serpilekin, Beckett’le ve karakterleri ile kendisi arasında bir empati hissetmiş, belki kendini bir anlamda bir Beckett karakteri gibi görmüşse, hiç kuşkusuz bu çalışmasıyla Beckett’e karşı gelerek “çömleğini kırmış”, Beckett dünyasından kendini kurtarmıştır.

Kara Panter Partisi’nin Hikâyesi

– Terry Cannon, Çev. Esra Karaoğullarından, Edebi Şeyler, 2018, 85 s.

Kara Panter Partisi’nin Hikâyesi, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki 68 Hareketi’nin en önemli aktivistlerinden biri olan Terry Cannon’un içerden ve isyancıl bir dille kaleme aldığı bir broşür-kitaptır. Vietnam üzerine de benzer bir kitap yazan Cannon, bu kitapla 68 ABD’sinde Kara Panter Partisi’nin otokrasiye ve modern devletin ezilen kimliklere uyguladığı baskıya karşı duruşunu temsil eden bir çalışmaya imza atıyor. Siyasi Şeyler, Kara Panterlerin kendilerini tanımladıkları meşru isyan alanlarını açımlayan ve tanıtan bir kitap ile yürüyüşüne devam ediyor.

Ahlak Mektupları

– Seneca, Çev. Türkân Uzel, Jaguar Kitap, 2018, 495 s.

Seneca’nın ölümünden kısa bir süre önce kaleme aldığı ve bugün klasik edebiyatın başyapıtı sayılan Ahlak Mektupları, iki binyıl boyunca birçok nesilde karşılık buldu. Birçok büyük kitabın, hatta Avrupa düşüncesinin kaynakları arasında yer aldı: “Fransız Seneca” olarak da adlandırılan Montaigne’in en çok etkilendiği eser Ahlak Mektupları’ydı. Erasmus, Seneca’nın mektuplarını ve yazılarını gururla yayımladı. Shakespeare, Marlowe, Bacon gibi birçok edebiyat devi Ahlak Mektupları’ndan beslendi. Aforoz edildiğinde tüm kitaplığını geride bırakmak zorunda kalan Spinoza’nın yanına aldığı Ahlak Mektupları, Marx’ın Latin ve Yunan düşüncesine açılan kapısı oldu. Yüzyıllar boyunca yaşam, ölüm, dostluk, sanat, erdem, felsefe, Tanrı, iyi ve kötü, yalnızlık, iktidar gibi insanı ilgilendiren her konuda bir “bilge”ye danışmak isteyen insanlar öncelikle Ahlak Mektupları’na başvurdu.

Postmodern: Felsefe, Edebiyat, Nekahet

– Abdullah Başaran, Dedalus, 2018, 190 s.

​Abdullah Başaran, Postmodern: Felsefe, Edebiyat, Nekahet’te postmodern kuram​ların​ ​bir ​özetini geçmektense, galatımeşhur bir ibarenin rehabilitasyonunu yapma​ya​ ve ​postmodernlik diskurunu daha nezih bir şekilde yeniden ele alma​ya çalışıyor​. ​R​ölativizmle, absürdlük, eyyamcılık ve hatta laubalilikle eş tutulabilen bir terim olan “postmodern”e uyguladığı rehabiliteyle birlikte, postmodern düşüncenin, kendi “geleneği” olan ve başka geleneklere de sahip çıkan, çağın getirdiği kurum ve kuruluşların üstanlatılarına karşı gelişen bir “tavır” olduğunu iddia ediyor. Kitabın bu iddiaya dayanarak odaklandığı bir diğer mesele ise, postmodernliğin, zannedildiği gibi “yeni” bir modernlik tarzı ya da “daha iyi” bir gelecek vaat etmekten ziyade, çağa yönelik bu tavrın nasıl geliştirilebileceği ve korunabileceğine dair önerilerini tartışmaya açmak.

Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri

– Der. Orson Scott Card, İthaki Yayınları, 2018, 712 s.

20 yüzyıl bilimkurgunun temellerinin atıldığı, pulptan ciddi edebiyata evrildiği ve tüm zamanların en popüler türlerinden birine dönüştüğü bir zaman aralığı. Bu yüz senelik süreç içerisinde tür kendisine ait bir geçmiş oluşturdu ve toplu bir yaklaşımla ele alınabilecek hale geldi. Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri’nde Orson Scott Card bu türü ve dolaylı olarak da kültürü dönüştüren yazarları ve onların öne çıkan öykülerini seçip okura bir panorama sunuyor. Card, bu arşiv niteliğindeki kitabında aşağıdaki yazarların öykülerini derliyor; Isaac Asimov, Arthur C. Clarke, Robert A. Heinlein, Ursula K. Le Guin, Ray Bradbury, Frederik Pohl, Harlan Ellison, George Alec Effinger, Brian W. Aldiss, William Gibson & Michael Swanwick, Theodore Sturgeon, Larry Niven, Robert Silverberg, Harry Turtledove, James Blish, George R. R. Martin, James Patrick Kelly, Karen Joy Fowler, Lloyd Biggle, Jr., Terry Bisson, Poul Anderson, John Kessel, R. A. Lafferty, C. J. Cherryh, Lisa Goldstein ve Edmond Hamilton.

Korumak mı, Restore Etmek mi?

– Camillo Boito, Çev. Alp Tümertekin, Janus Yayıncılık, 2018, 192 s.

Camillo Boito bir binanın eski kısımlarıyla yeni kısımlarının açık seçik ayırt edilmesine dayanan bir düşünce geliştirdi. Bu düşünce müdahalenin her aşamasında bir seçim yapılmasını da beraberinde getirdi. Hiç değişmeyen ilkeyse, bir binanın tarihindeki bütün katmanlara gereken saygının gösterilmesiydi. Yazar kitabın ana düşüncesini şöyle açıklıyor: Yapılan modern restorasyonlar kötüyse, yeniden düzgün biçimde yapılmalarını isteyin, ama kalkıp da bunların üzerini örtmek için hatalı restorasyon çalışmalarıyla birlikte eski eseri de utanılacak bir bulanıklığa mahkûm etmeyin.”

Samoa’da Ergen Olmak

– Margaret Mead, Çev. Gökçe Aktuğ, Alfa yayınları, 2018, 271 s.

Margaret Mead, pek çok farklı disiplinden yararlanmak suretiyle, Samoa’daki saha çalışmalarına dayanarak hazırladığı bu kitapla, biyolojinin insan davranışları üzerindeki etkisini ihmal etmeden, kültürün bireyleri nasıl şekillendirdiğini açıklamaya çalışıyor. Fikirleriyle kendinden sonraki kuşaklara etki etmiş bir biliminsanı olan Mead en başta, cinsiyetler arasındaki farklılıkların değişmez olmadığını, ergenliğin stresli bir dönem olması gerekmediğini, ergen kızların yaşamlarının dikkate ve saygıya değer olduğunu ortaya koyuyor. Çalışmasını uzun yıllar öncesine dayanan Mead, o dönemin bizimkinden çok farklı ama daha eşitlikçi, barışçı ve yaşanmaya değer toplumların olduğunu iddia, bizi kendi toplumumuz üzerinde düşünmeye çağırıyor.

Önceki İçerikKara Çarşamba geleneği
Sonraki İçerikDarwin’in İnsanın Türeyişi adlı eseri: Evrim kuramının insana uygulanışı