Ana Sayfa Psikoloji Mutasyona uğrayan insan!

Mutasyona uğrayan insan!

5275

Geçen Perşembe ve ondan önceki Salı günü enflasyondan hareketle insan ilişkilerinin üretim ve tüketim hızı temelinde nasıl kökten değişikliğe uğradığını saptamıştık. Bugünkü yazımızla konumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

İnsanın insan tarafından sömürülmesinin zirvesini içinde bulunduğumuz kapitalizm dönemi oluşturmaktadır. Sermaye sürekli büyümek ve çoğalmak (birikmek, yoğunlaşmak) için insana bin bir çeşit olanaklar yaratır; insanın aklına bin bir çeşit yöntem ve araç getirir. Kurnazlık, hile, üçkâğıt, madrabazlık vs. gibi yöntemler istisna oluşturur. Kapitalizmin başvurduğu yöntem ve araçlar esasta akla, işlevselliğe ve rasyonelliğe dayanır. Aksi takdirde ömrünü bu kadar uzun bir süre devam ettirmesi imkânsız olurdu.

Örneğin kapitalist üretim sürecinde “değer” birbirinden farklı kılık ve biçimlere bürünerek varlığını devam ettirmektedir. İnsan emeğinin somut bir ifadesi olan “değer”, üretim, pazar ve tüketim sürecinde karşımıza önce “sermaye”, sonra “mal”, “kâr”, “faiz”, “rant”, “ücret” ve en sonunda da “para” olarak çıkmaktadır. Bu kavramlar her zaman özdeş olmamakla birlikte, en son tahlilde özdeş hale gelirler. Dolayısıyla paranın değer kaybı, yani enflasyon, aslında emeğin değersizleşmesidir. Olaya sadece insanın yarattığı emeğin değersizleşmesi olarak bakmayalım, aslında değeri kaybolan emekçinin/insanın ta kendisidir. Emeğin değersizleşmesi, sadece işçinin/emekçinin aldığı ücretin değer kaybetmesi değildir; emekçinin ürününe ve kendine yabancılaşması da değildir, çünkü o ezelden beri vardır; aslında değersizleşen şey insanın yarattığı her şeydir: kültür, sanat, hukuk, devlet organları, toplumsal kurumlar, makamlar, itibarlar, siyaset makamı, partiler, ahlak normları ve insani ilişkiler…

Bunların hepsi kapitalist düzenin gözle görülen ve işlevsel olan kurum ve ilişkileridir. Eğer kapitalizmi bir canlı bedene benzetirsek, değersizleşen (hastalanan ve çürüyen) şeyin aslında bedeni meydana getiren organ ve canlı dokunun ta kendisi olduğunu görebiliriz.

Aslında gelmek istediğimiz esas yer tam da burasıdır: artık insanoğlunun ürettiği hiçbiri şey uzun erimli olamamaktadır. Şeylerin tüketim (kullanım) tarihinin kısalmasıyla, içerdiği değerin miktarı da azaltılmıştır. Piyasada bollaşan paranın değeri enflasyonla, yani onun el değiştirme hızıyla birlikte onu yaratan emekçinin ürettiği her şeyi değersizleştirmiştir.

Baş döndürücü bir hızda devir atan üretim-değiş-tokuş ve tüketim süreci, toplumsala ait olan her şeyin ömrünü kısaltmaktadır. Bu eşyanın tabiatında vardır. Tüketimin hızı, daima yeniliği kışkırttığı gibi, yeni olanı da (ihtiyaç olsun olmasın) kitlelerin nezdinde arzulanır hale getirmektedir. Medya, eğitim, sosyal medya, ahlaki ilkeler, reklam teknikleri, yaşam tarzlarının manipülasyonu vs. bu durumun yaratılmasını kolaylaştırmaktadır. Böylece sanat, siyaset, edebiyat, kurum ve ilişkiler de sürekli yeniyi temsil etmek zorunda kalmaktadırlar. Yeniye yönelik dayanılmaz arzu, her şeyi anında eskitmektedir. Bu arzunun gerçekleşme hızını, muazzam bir hızla üretilen, dağıtılan ve tüketilen ürünün yarattığı imaj belirlemektedir. Kuşkusuz bu yapay arzu, eskinin her zaman yeni olandan daha iyi olduğu anlamına gelmez. Neticede herhangi bir yenilik gerekli olabilir, ancak bu gerekli olan yeninin de kısa bir süre sonra buharlaşarak yerini bir başka yeniye terk edeceği kesindir. Herkesin 15 dakikalığına da olsa meşhur olmasının sebebi işte bu üretim ve tüketim hızının dayanılmaz sirkülasyonudur.

Sadece günlük hayattaki ilişkilerimiz değil, aynı zamanda siyasi, toplumsal ve bilimsel başarılarımızın da ömrü kısalmıştır. Yaratılan değerler (cumhuriyetçilik, sosyal dayanışma, adalet, hakkaniyet vb. kavramlar) gibi kazanılan mevzilerin de ömrü, sermayenin yoğunlaşma hızıyla, yani üretilen malın tüketim hızıyla eşgüdüm içindedir. İlerleyen yıllarda kazanılan mevzileri uzun süreli koruma çabası daha da zorlaşacaktır. Dikkat çekmek istediğimiz esas nokta budur.

İnsanlığın yarattığı toplumsal ilişkiler ilk kez bu derece bozulmaya yüz tutmuştur. Çünkü toplumsal ilişkilerde ciddi bir mutasyon söz konusudur. Matrix filmini bilmeyenimiz yoktur. Film, bozulan veya tersine dönmüş insan-makine ilişkisini anlatır. Sermayenin kapitalizmle, daha doğrusu sermayenin insanla olan ilişkisi de aynı durumdadır. Normal yaşamda sermayeye hükmeden insandır (kapitalist). Ancak iş artık tersine dönmüş, sermaye yoğunlaşmak (birikmek ve çoğalmak) için üretim-tüketim hızını olağanüstü artırmak zorunda kalmış ve sürekli yoğunlaşmaya kodlandığı için de kapitalist bireyi hizmetçisi haline getirmiştir.

Sermaye insan olmadan hiçbir şeydir, ancak o insanı, onun zaafını (hükmetme, imkânsızı başarma, yenilik icat etme, olmayanı yaratma ve başarılı olma hırsını) kullanarak, yani onu kendi amacı için maniple ederek kendi varlığını kuşaklar boyunca güvence altına almıştır. Burada yeni bir durumla karşı karşıyayız. Canlı ile cansız madde bir ittifak halinde kaynaşmış ve iç içe geçmiştir. Akılla denetimsizlik, düzenle kaos, gereklilikle yapaylık, ilk kez bu derecede yoğun bir şekilde iç içe geçmiştir. Daha doğrusu binlerce yıldır varlık gösteren bu organizma (sömürüye dayanan hakimiyet ilişkisi) artık kontrol edilemez bir noktada bulunmaktadır. Çünkü içinde bulunduğumuz üretim ve tüketim ilişkileri ağı en mantıklı olanımızı bile cenderesine almıştır.

Diyelim ki eskiden belli miktardaki bir sermaye, yüz kat artabilmek/yoğunlaşabilmek için yüz yıl çalıştırılıyorken bu süre şimdi on yıla indi. Eskiden üretilen bir ürün insanlığın yüzde ellisine elli yılda ulaşıyorken, bugün bu süre birkaç yıla indi. Eskiden imparatorluklar ve güçlü devletler ömürlerini birkaç asır boyunca devam ettirebiliyorken, bugün bu süreç birkaç on yıla inmiştir. Aynı durum bilim, sanat, kültür, edebiyat, siyaset ve teori alanında da görülmektedir. Ürünlerin tüketim hızı (aslında bu yaşam döngümüzün hızıdır) hayatın her alanını etkisi altına almıştır. Hız ve hızın yarattığı zorlama, denetlenemez bir boyut kazanmıştır. Ölümcül hızla birlikte tüketimin genleşmesi, yoğunlaşması ve yaygınlaşması artık toplumda kendi içinde çökmelere neden olmakta; yayıldığı alanları tüketerek bir bakıma yaşayan her şeyin canını alarak onları zombileştirmektedir. Nasıl ki rekabetin ve pazardaki değiş tokuş hızının sonucunda içten içe kaynayan ve zamanla sınırlarını patlatan ilk toplumlar, denetleyemedikleri bir hızın etkisiyle ortadan kalkmışlarsa, içinde bulunduğumuz toplumlar da denetleyemedikleri üretim-tüketim hızı nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıdırlar. Hatta artık yavaş yavaş yok olmaktadırlar.

Son günlerin en önemli haberlerinden biri şuydu: Bilgisayar şirketi Apple, dünyanın en büyük ve en zengin şirketi haline gelmiştir. Değeri tam bir trilyon dolardır. Onu bir internet satış ağı olan Amazon ve yine onu bir internet şirketi olan Google takip etmektedir. Artık enerji devleri, bankalar, otomobil ve inşaat şirketleri sıralamanın çok çok altlarında yer almaktadırlar. İnternette yaptığımız her işlem, Google’ın, Facebook’un vb. reklam kârlarına yeni kârlar katmaktadır. Üretimin, pazarlama ve tüketimin hızı, gerçek (rasyonel) üretim yapan şirketleri iktisadi hayatın dışına sürüklemektedir. Bir bakıma elle tutulan, gözle görülen, somut varlıklar değer kaybederken, görünmeyen, sanal ortamda varlık gösterenlerse aşırı değerlenmektedir. Değerlenenlerse geri tepme yoluyla gerçek hayatımızı sanal hale getirerek bizleri yapaylaştırmaktadır.

Son yıllarda dikkat çeken bir başka gelişmeyse, toplumsal ayaklanmaların, isyanların ve kitle hareketlerinin anlık patlamalar şeklinde ortaya çıkmalarıdır.

Üretim-dağıtım ve tüketim hızının toplumsal hareketleri etkilememesi olanaksızdır. Kitlesel patlamalar artık daha ilkesiz, daha az ömürlü ve daha az örgütlü hale gelmişlerdir. İnsan psikolojisinin irrasyonelliği ve kitle hareketlerinin uğradığı mutasyon, yeni bulgular temelinde (bilimsel, felsefi, teknolojik açıdan) incelenmeli ve değerlendirilmelidir. Bütünlüklü bir düşünsel yönelime ihtiyaç olduğu çok açıktır.

İklimlerin temelde uğradığı değişiklik, mevsimleri de iç içe geçirmiştir. Aşırı sıcaklar, aşırı yağışlar, aşırı soğuklar gelip geçici değilse, o zaman içinde yaşadığımız kentlerin örgütlenmesini (konutların yapısı, caddeler, sokaklar, dereler, kanalizasyon sistemi, çöpler, parklar, ısınma ve enerji tüketimi vs.) yeniden temelden düşünmek gerekir. Sadece kentlerin ve konutların yapısını değil, aynı zamanda ulaşım yöntemini, tarım ve hayvancılığı, tatil anlayışını, doğanın mevcut yapısını (göller, dereler, ırmaklar, yaylalar, kıyılar, ekilebilir araziler vb.) yeniden düşünmek gerekir. Teknolojinin imkânlarıyla kentleri betonlaştırabildiğimizi kanıtladık, ama aynı zamanda derelerin, su kanallarının, kanalizasyon sistemlerinin çok kısa bir süre içinde iflas ettiğini de göstermiş olduk.

Yeniden toparlarsak, sermayenin yoğunlaşmasının zorunlu bir sonucu olan üretim-pazar-tüketim humması (aşırı ısınma) bütün ilişkiler gibi kazanımlarımızı da kısa ömürlü hale getirmektedir.

Aydınlanma ve modernleşme dönemlerinin (birkaç kuşaklık dönem) hemen ardından baş gösteren gerici dalga, barbarlaşma ve canavarlaşma belirtileri insan iradesinin dışındaki olgulardır. Bunun temel nedeni, üretim ve tüketim hızının yarattığı insan ilişkisinin karakteridir. İnsan bu ilişkiler ağında çaresizdir, mutasyona uğramış ve esir alınmıştır.

Sanırız teorik anlamda bu süreç iki aşamada yavaşlatılabilir veya kırılabilir.

Sermayenin üretim sürecini yeniden düzenleyerek, yani üretimi ihtiyaca uygun hale getirerek, ama aynı zamanda tüketim hızını kamçılayan alışkanlıklarımızı kökten değiştirerek. Aksi takdirde insanlık daha büyük felaketlerle karşı karşıya kalacaktır.

Önceki İçerikKötü haber: Gamma ışınları sandığımız maddeden gelmemiş…
Sonraki İçerikSperm hücrelerinin yumurta hücrelerine çekilmesini sağlayan mekanizma keşfedildi