Ana Sayfa Bilim Gündemi Candida auris: Bu ismi aklınızda tutun, kendisi sessiz sedasız tüm dünyaya yayılıyor

Candida auris: Bu ismi aklınızda tutun, kendisi sessiz sedasız tüm dünyaya yayılıyor

6036
ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nden mantar hastalıkları uzmanı Dr. Shawn Lockhart elinde Amerikalı bir hastaya ait inaktif haldeki Candida auris örneğini tutuyor. Kaynak: Melissa Golden/The New York Times.

Geçen Mayıs yaşlı bir adam Mount Sinai Hastanesi’nin Brooklyn şubesine karın cerrahisi için yatırıldı. Yapılan kan testleri adamın gizemli olduğu kadar ölümcül bir patojen mantar taşıdığını ortaya koyuyordu. Doktorlar vakit kaybetmeden adamı yoğun bakım ünitesine aldılar. Candida auris adı verilen bu mantar insanları bağışıklık sistemleri zayıf düştüğü anda avlıyor ve sessiz sedasız tüm dünyaya yayılıyor. Geçtiğimiz beş yılda önce Venezuela’daki bir yenidoğan ünitesine bulaştı, oradan İspanya’daki bir hastaneye sızdı, ardından saygın bir İngiliz tıp merkezinin kepenkleri kapamasına neden oldu. Sonra da Hindistan, Pakistan ve Güney Afrika’da görüldü. Yakınlarda C. auris New York, New Jersey ve Illinois’e de ulaştı. En sonunda federal düzeydeki Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin (CDC) “acil tehdit” listesine girmeyi başardı.
Mount Sinai’deki hasta 90 günün sonunda hayatını kaybetti; fakat C. auris yaşamaya devam etti. Testler mantarın, adamın yattığı odanın her köşesine bulaştığını gösteriyordu; durum o kadar ciddiydi ki hastane özel bir temizlik operasyonuna girişti. Hatta tavan ve zemindeki taşların bir kısmı mantardan tamamen kurtulmak adına değiştirildi. Hastane müdürü Dr. Scott Lorin durumu şu sözlerle anlatıyordu: “Herşeye bulaşmıştı. Duvarlara, yatağa, kapılara, perdelere, telefonlara, musluğa, borulara, direklere, odadaki herşeye…” C. auris’in bu yıkılmaz duruşu kısmen mantar ilaçlarına gösterdiği dirençten kaynaklanıyor, bu da onu sağlık alanında dünyanın en büyük tehditlerinden biri konumuna yükseltiyor. Anlayacağınız ilaca dirençli enfeksiyonların yükselişi kapıda…
Onlarca yıldır sağlık uzmanları antibiyotiklerin aşırı kullanımının ilaçların etkinliğini azaltacağı konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Fakat asıl patlama bakteri kaynaklı bir enfeksiyondan değil ilaçlara dirençli bu mantardan geldi. Dirençli mantarların ortaya çıkışını ele alan yeni bir çalışmanın yürütücülerinden, Imperial College London’da mantar epidemiyolojisi profesörü Matthew Fisher “Çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Ve tek yapabildiğimiz hastaları mevcut ama etkisiz mantar ilaçlarıyla tedavi etmekten ibaret,” diyor.
Basitçe açıklamak gerekirse mantarlar da tıpkı bakteriler gibi modern tıp karşısında hayatta kalmak için çeşitli savunmalar geliştiriyorlar. Dünya çapındaki sağlık uzmanlarının bakteri ve mantarlarla mücadele edilmesini sağlayacak ilaçların reçetelenmesi konusunda daha muhafazakar davranılması gerektiği yönündeki uyarılarına ve hatta Birleşmiş Milletler’in konuyla ilgili 2016 kararlarına rağmen hastaneler, klinikler ve zirai kuruluşlar çoğu zaman bildiğini okumaya devam ediyor.
Dirençli mikroplara genellikle “süpermikrop” adı veriliyor; fakat bu isimlendirme gerçeği tam yansıtmıyor zira süpermikroplar herkesi öldürmüyor. Daha ziyade bağışıklığı henüz yeterince olgunlaşmamış ya da zarar görmüş kimseler, mesela yeni doğanlar, yaşlılar, sigara içenler, diyabetliler ve otoimmün hastalıklara sahip kişiler açısından ölümcül sonuçlar doğurabiliyor.
Biliminsanlarına göre, daha etkili ilaçlar geliştirilmeden ya da antimikrobiyal ilaçların gereksiz kullanımının önüne set çekilmeden riskin sağlıklı nüfusu etkisi altına almaması imkansız. İngiltere hükümetinin maddi desteğiyle yürütülen bir çalışmada, ilaç direncinin giderek şiddetlenmesini önleyecek kararlar alınmadıkça 2050’ye kadar bu sebeple hayatını kaybedecek insanların sayısı 10 milyon olarak veriliyor. Aynı yıl itibariyle kanser yüzünden hayatını kaybedeceği düşünülen sekiz milyon kişiyi dahi gölgede bırakan bir rakam bu.
CDC’nin 2010 yılına ait resmi verilerine göre ABD’de dirençli enfeksiyonlara yakalananların sayısı yılda iki milyon; bunlardan 23.000’i hayatını kaybediyor. Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne göreyse rakamlar çok daha yüksek. Antibiyotikler ve mantar ilaçları hem insanlardaki enfeksiyonlarla mücadele, hem çiftlik hayvanlarında hastalıkların önlenmesi, hem de zirai bitkilerde çürümenin engellenmesi için kullanılıyor. Bazı biliminsanlarına göre mantar ilaçlarının tarım ürünlerinde kullanımı insanlara bulaşan ilaca dirençli mantarlardaki bu patlamada oldukça etkili. Öte yandan mesele büyüdükçe büyüyor fakat halk tarafından durumun ciddiyeti tam kavranamıyor, zira bu gibi direçli enfeksiyonların varlığı hasır altı ediliyor. Bakteri ve mantarlar söz konusu olduğunda hastaneler ve yerel hükümetler enfeksiyon odağı gibi görünmek istemediklerinden durumu açık etme konusunda irade göstermemeyi seçiyorlar. Hatta CDC’nin eyaletlerle olan anlaşması gereği salgının görüldüğü hastanelerin ismini ya da konumunu halka duyurması yasak. Ancak bu arada mikroplar büyük bir hızla yayılmaya devam ediyor. İşte Mount Sinai’de hayatını kaybeden adamı enfekte eden C. auris de onlarca sayıdaki bu tehlikeli bakteri ve mantardan yalnızca biri. Kan dolaşımında görülen enfeksiyonların temel nedenlerinden olan Candida mantarının diğer yaygın türleri ilaçlara karşı bariz bir direnç geliştirmiş değil; fakat CDC’nin belirttiğine göre C. auris enfeksiyonlarının %90’ı en az bir ilaca karşı, %30’u iki ve üzeri sayıdaki ilaca karşı dirençli. Nitekim C. auris halihazırda dirençli enfeksiyonlar arasında “en tehlikelisi” olarak kabul ediliyor ve hem tespit edilmesi zor hem de üstesinden gelinmesi neredeyse imkansız olarak tanımlanıyor. CDC verilerine göre C. auris’in bulaştığı hastaların yaklaşık yarısı 90 gün içinde hayatını kaybediyor. Buna karşılık uzmanlar bu etkenin ilk çıkış noktasını dahi henüz belirleyebilmiş değil.

Halka açıklama yapmaya gerek yokmuş
2015 sonlarında Imperial College London’da enfeksiyon hastalıkları üzerine çalışan Dr. Johanna Rhodes’e Londra’da bulunan Royal Brompton Hastanesi’nden bir telefon gelir; telefonun ucundaki kişi, panik içinde, C. auris’in kendi hastanelerine bulaştığını ve bir türlü kurtulamadıklarını haber vermektedir. “Nereden geldiği konusunda hiçbir fikrimiz yok. Biz farkında olmadan orman yangını gibi yayıldı,” der Dr Rhodes’e telefondaki meslektaşı. Rhodes mantarın genetik profilinin çıkarılması ve odalardan temizlenmesi konusunda yardım sözü verir. Ardından çalışmalar başlar. Dr. Rhodes’in idaresinde hastane çalışanları C. auris’li bir hasta tarafından kullanılan odayı hidrojen peroksit içeren özel bir cihazla spreylerler; ilkesel olarak spreyin en kuytu köşelere kadar tüm odayı tertemiz etmesi gerekmektedir. Alet bir hafta süreyle işler halde odada bırakılır. Bir haftanın sonunda odanın ortasına bir kültür tabağı yerleştirilir. Amaç hayatta kalmayı başaran mikroplara üreyebilecekleri bir ortam sunmak, böylece geride kimin kaldığını görmektir. Gerçekten de sprey tüm mikroorganizmaları temizlemiştir. Biri hariç: C. auris.
C. auris yayılmaktadır, fakat hakkında tek söz eden yoktur. Özellikle akciğer ve kalp hastalıkları konusunda isim yapmış olan hastane başta Orta Doğu olmak üzere dünyanın her tarafından varlıklı insanları kendine çeken saygın bir kurumdur. Durum hükümete ve enfeksiyonu kapan şanssız hastalara açıklanır, ancak kamuoyuna yönelik genel bir beyanda bulunulmaz.
Bu sessiz panik hali dünyanın çeşitli yerlerindeki hastanelerde tekrarlanır. Özel enstitülerden ulusal ya da yerel hükümetlere, hiçkimse dirençli enfeksiyon salgınını halka duyurmak konusunda istekli davranmaz. Ortak kanaat hastaların korkutulmasının anlamsız olduğu yönündedir; elbette potansiyel hastaların da… Ancak herkes aynı fikirde değildir. Royal Brompton’ın enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. Silke Schelenz, hükümet ve hastanenin acil durum çağrısı yapma konusundaki isteksizliğinin tam bir hayal kırıklığı olduğunu düşünmektedir: “Şüphesiz itibar kaybına uğramak istemedikleri için bu yönde davrandıklarını” açıkça belirtir.
Haziran 2016 sonlarında Royal Brompton tarafından yayımlanan bilimsel bir raporda “halihazırda devam etmekte olan 50 C. auris vakasının söz konusu olduğu” açıkça ifade edilir. Ardından hastane olağanüstü bir karar alır: Enfeksiyon hastalıkları birimi tam 11 gün süreyle kapılarını kapatır ve yoğun bakımdaki hastalar başka bir kata taşınır. Birkaç günün sonunda hastane nihayet medya yoluyla gerçeği itiraf etmek zorunda kalır. The Daily Telegraph’ta haber şu başlıkla yer bulur: “Yeni Ölümcül Süpermikrobun İngiltere’de Kendini Göstermesinin Ardından Yoğun Bakım Ünitesi Kapatıldı.”
Her şeye rağmen olay uluslararası platformda yeterince yankı bulmaz. Fakat bu esnada İspanya’nın Valencia kentinde, 992 yataklı Hospital Universitari i Politècnic La Fe’de çok daha büyük bir salgın patlak verir. Mantarın bulaştığı hasta sayısı 372’dir; ancak bunlardan sadece 85’inde kan dolaşımı enfeksiyonu gelişmiştir. Daha sonra Mycoses dergisinde çıkan bir makaleden enfeksiyonlu hastaların %40’ının hastalığın bulaşmasını izleyen 30 gün içinde ölmüş olduğunu öğreniriz. Hastane yetkilileri bu insanların hayatını alan etkenin mutlak suretle C. auris olmayabileceğini belirtiler. “Hastaların bu patojen yüzünden mi yoksa başka birşeyden dolayı mı öldüklerini anlamak kolay değil. Zira bunların hepsi aynı zamanda başka sağlık sorunları sergileyen ve bazısı oldukça ciddi durumdaki kimselerdi” ifadeleri kullanılır. Tıpkı Royal Brompton gibi İspanya’daki hastane de kamuoyuna yönelik herhangi bir açıklamaya girişmez.
Hastanenin doktorlarından, aynı zamanda Mycoses’de yayımlanmış olan makalenin yazarlarından bir isim, gazetecilere yolladığı bir e-postada, hastanenin “imajının zedelenmemesi adına” medyaya herhangi bir beyanatta bulunmaması uyarısı aldığını söyler. Hasta hakları savunucuları özellikle de acil olmayan durumlar için hastanelere başvuran kişilerin karar hakkının ellerinden alındığı gerekçesiyle büyük tepki gösterirler. Üstelik olan bitenin ertesi günkü gazetelerin manşetine değil de ancak bir buçuk yıl sonra medyaya yansımış olması anlaşılır gibi değildir. Sağlık politikalarından sorumlu kişiler olası risklerin tam olarak neler olduğunun henüz bilinmediği bir durumda hastaları salgın konusunda korkutmanın anlamsız olduğunu söyleyerek kendilerini savunurlar. Ancak CDC en sonunda Royal Brompton’daki salgından haberdar edilir ve kaçınılmaz gerçekleşir: 24 Haziran’da ABD çapındaki hastanelere ve tıp merkezlerine konuyla ilgili bir uyarı mektubu yollanır.
ABD’de bilinen ilk vaka hikayesi New York’taki bir hastaneye 6 Mayıs 2013’te solunum yetmezliği sebebiyle yatış yapan bir kadına ait. Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen 61 yaşındaki kadın mantar testinin pozitif sonuç vermesinden bir hafta sonra hayatını kaybeder. O günlerde vaka, hastane yönetiminin dikkatini pek çekmez. Ancak CDC’nin sağlık kuruluşlarına gönderdiği uyarı mektubunun ardından yetkililer durumdan haberdar edilir. Bu kadın muhtemelen ABD’deki ilk C. auris hastası değil. Zaten mantarın ABD’deki en yaygın formu olan Güney Asya tipinden farklı bir soy taşıdığı anlaşılmıştır. İkinci ölüm vakası 56 yaşında Amerikalı bir kadına ait: Mart 2017’de cerrahi bir işlem görmek üzere Hindistan’a seyahat eden kadın burada C. auris kapmış ve patojeni kimse fark etmeden Connecticut’taki bir hastaneye taşımıştır. Buradan Teksas’taki bir hastaneye nakledilir, ancak hayatını kaybeder. An itibariyle tek bildiğimiz insan vücudundan havalandırma sistemlerine kadar pek çok yerde büyüyebilen bu organizmanın buradan hızla yayıldığı…
Patojenin kolayca yayılabilir olması C. auris’li hastaların bakımından sorumlu görevlileri de endişeye sevk ediyor. New York’taki Weill Cornell Tıp Merkezi’nde pek çok C. auris’li hastayı tedavi eden Dr. Matthew McCarthy, otuz yaşlarında bir vaka önüne geldiği gün hissettiği tarifsiz korkuyu şu sözlerle anlatıyor: “Resmen ona dokunmak istemedim. O şeyi hastadan alıp başkalarına bulaştırmak istemedim. Ama sonuçta işimi yapmam gerekiyordu ve yaptım. Ama çorabına, kravatına ya da önlüğüne yanlışlıkla dokunur muyum diye korkunç bir kaygıyla boğuştuğumu hatırlıyorum.”
Şu anda ABD’de C. auris taşıdığı bilinen 587 vaka bildirilmiş. Semptomlar oldukça basit ve sıradan: Ateş, ağrı ve yorgunluk. Fakat özellikle sağlık durumu kritik bir kişi enfekte olduğunda bu basit işaretler ölümcül hale gelebiliyor. CDC araştırmacıları başlarda C. auris’in Asya kökenli olduğunu düşünüyordu. Fakat Hindistan, Pakistan, Venezuela, Güney Afrika ve Japonya’dan gelen örneklerde yapılan gen dizisi karşılaştırmaları patojenin tek bir yerden kaynaklanmadığına, tek bir auris soyunun söz konusu olmadığına işaret ediyor. Genom karşılaştırmaları mantarın dört belirgin soyu olduğunu ortaya koyuyor. Ancak bu soylar arasındaki farklar o kadar büyük ki bunların binlerce yıl önce doğada bulunan zararsız soylardan dört farklı noktada ayrılıp dirençli patojenlere dönüştükleri düşünülüyor. C. auris’i bu hale getirenin ne olduğu açık değil ancak pek çok araştırmacı tarım ürünlerinde kullanılan mantarsavar ilaçları bu işin asıl sorumlusu olarak görüyor. Londra’daki salgın üzerine çalışan Dr. Rhodes’in belirttiği gibi “patatesten bezelyeye, domatesten soğana, bu ilaçlar aklınıza gelen her üründe kullanılıyor. Sonuçta mantar ilaçlarının tarım ürünlerinde aşırı kullanımı işi bu noktalar getirmiş oldu.” C. auris’in kaynağının ne olduğu bir yana, şu an için patojeni durdurmak daha acil gibi gözüküyor. Üstelik C. auris’in etrafını saran bu belirsizlik bir yandan korkuyu beslerken diğer yandan inkarı beraberinde getiriyor. Geçen yıl 29 yaşındaki Jasmine Cutler New York’taki bir hastanede tedavi gören 72 yaşındaki babasını ziyarete gittiğinde karşılaştığı manzarayı hiç unutmuyor. Cutler, geçirdiği bir ameliyat sonrası komplikasyon yaşayan ve bunun tedavisi için hastanede kalmakta olan babasını odasındaki koltukta, dışkısının üzerinde en az bir saattir otururken bulmuş. Söylediğine göre adam banyoya götürülmek için yardım istediğinde kimseden cevap alamamış. Görünen o ki yapılan testlerde C. auris taşıdığı anlaşılınca sadece hemşireler ve hastabakıcılar değil, doktorlar bile hastaya oda kapısının camından bakmakla yetinir olmuşlar. Cutler “Babam deney hayvanı değil. Ona sirk ucubesiymiş gibi davranamazlar” diyerek isyanını ifade ediyor. Nihayetinde babasına mantardan kurtulduğu söylenmiş ve taburcu edilmiş. Fakat isim vermemiz mümkün değil, zira babası adının gizli tutulmasını istiyor…

Kaynak
Matt Richtel ve Andrew Jacobs, “A Mysterious Infection, Spanning the Globe in a Climate of Secrecy”, The New York Times, 6 Nisan 2019.

Önceki İçerikYas tutmanın binbir hali: Ölüm, meraklı gözler ve Ebola
Sonraki İçerikPeki, insan nasıl evcilleşti?