Ana Sayfa Sorularla Bilim Antropoloji’de mülkiyet ve mübadele kavramları

Antropoloji’de mülkiyet ve mübadele kavramları

1975

İktisadi antropoloji, farklı toplumların geçimlerini sağlama tarzlarını incelemekle yetinemez; hiçbir birey ya da toplum kendisi için yeterli tüm kaynaklara sahip olamayacağına göre, üretilen ya da edinilen ürün, mal ve hizmetlerin toplum içerisinde ya da toplumlar arasında nasıl mübadeleye sokulduğunun da anlaşılması gerekmektedir.

Ancak bunu anlayabilmek için mülkiyet kavramı üzerinde biraz durmak gerekiyor. Kapitalist toplumlarda yaşayan bireyler mülkiyeti bir nesne ya da süreç üzerinde bir kişinin elinde yoğunlaşmış mutlak haklar dizini, yani “özel ve bireysel” bir tasarruf olarak algılama eğilimindedir. Oysa modern kapitalist toplumlarda dahi “özel mülkiyet”in hiçbir zaman tam ve mutlak bir “hak” olmadığı bir yana (kamu yararına istimlaklar, kamu arazisine kurulan gecekondular üzerinde, iskân edenlere tapu verilmesi uygulamaları, kredi borcunu ödeyemez duruma düşen gerçek ya da tüzel kişilere haciz uygulamaları vb.), “mülkiyet” kavramı farklı kültürlerde farklı algılanmaktadır. Örneğin Avrupalılar Avustralya’yı ya da Amerika Kıtası’nı işgal ettiklerinde önlerinde uzanan uçsuz bucaksız toprakları “boş ve sahipsiz” olarak değerlendirip, çitlerle çevirip üzerinde çalışıyor olmanın, aileleri bu topraklara sahip kılmaya yeteceğini varsaymışlardı. Oysa Avustralya Aborijinleri ya da Amerika yerlileri açısından kendilerini toprağa sahip kılan ayinleri gerçekleştirmek, orada yaşamış atalarına karşı görevlerini yerine getirmek, bir teritoryayı(Karasal, topraksal bölge) tasarruf haklarının temelini oluşturuyordu. (Adı bilinmeyen bir yerli reisinin, topraklarını satın almak üzere gelen ABD’li heyetine verdiği, klasikleşmiş söylev, “Nasıl satabilirsin ki havayı?” iki farklı mülkiyet kavrayışını gözler önüne sermesi açısından çarpıcı bir metindir…)

Avrupalılar Avustralya’yı ya da Amerika Kıtası’nı işgal ettiklerinde önlerinde uzanan uçsuz bucaksız toprakları “boş ve sahipsiz” olarak değerlendirip, çitlerle çevirip üzerinde çalışıyor olmanın, aileleri bu topraklara sahip kılmaya yeteceğini varsaymışlardı.

Mülkiyet kavramı kültürel olarak değişiklik gösterdiği gibi, insanlar arasındaki mübadele ilişkileri de kültürden kültüre farklılık sergiler. Ancak modern (kapitalist) olmayan toplumlarda mübadele ilişkileri ya da alışverişin “kültürel bir evrensel” olarak nitelenebilecek “karşılıklılık” temeline yerleştiği, Fransız sosyolog Durkheim’ın yeğeni, antropolog Marcel Mauss tarafından açığa çıkartılmıştır. Mauss 1924’te yayımlanan Essai sur le Don (Armağan Üzerine Bir Deneme) başlıklı kitabında, yeryüzünün çeşitli bölgelerinden derlenmiş etnografik verilere dayanarak (ki bu kaynaklardan biri, Bronislaw Malinowski’nin Trobriand Adalıların ayinsel ticareti kula üzerine gözlemleriydi) küçük ölçekli toplumlarda armağan verme, kabul ve karşılık verme davranışının toplumsal etkileşim ve bütünleşmenin temelini teşkil ettiğine dikkat çekmektedir. Mauss’a göre küçük ölçekli toplumlarda armağan kabul etme her zaman, er ya da geç alınan armağana azçok denk bir armağanı vermeyi gerektirmekteydi. Essai sur le Don’da armağan-temelli toplumları armağanın özgün işlevlerini devlet, ticaret vb. bir kurumun üstlendiği ara bir kategori izler. Bir üçüncü kategori ise, armağan değiştokuşunun marjinal bir role sahip olduğu modern piyasa-yönelimli toplumlardır.

Mauss’un armağan alışverişinin insan davranışının temellerinden birini teşkil ettiği fikri, kendisini izleyen pek çok antropologca devralınarak farklı alanlara uygulanacaktır. (Örneğin, Fransız yapısalcı antropolog Claude Lévi-Strauss’un akrabalık kuramı, ileride de göreceğimiz üzere Mauss’un “karşılıklılık” fikri üzerine temellenmektedir.) Ne ki onu iktisadi antropoloji alanına yerleştiren, bir antropolog değil, bir iktisat tarihçisi olan Karl Polanyi’dir. 1944’te yayımlanan ve kapitalizmin biçimlenişini anlattığı The Great Transformation (Büyük Dönüşüm) adlı kitabının bir bölümünde Polanyi, toplumların iktisadi bütünleşmeyi üç mübadele biçimi üzerinden gerçekleştirebileceklerini öne sürmekteydi:

Modern (kapitalist) olmayan toplumlarda mübadele ilişkileri ya da alışverişin “kültürel bir evrensel” olarak nitelenebilecek “karşılıklılık” temeline yerleştiği, Fransız sosyolog Durkheim’ın yeğeni, antropolog Marcel Mauss tarafından açığa çıkartılmıştır.

1) Karşılıklılık: Mal ve hizmetlerin karşılıklı güven ya da dolayımsız ödeme üzerine temellenen doğrudan alış verişi; takas. Bu mübadele tipi devlet gibi merkezi bir otoritenin bulunmadığı toplumlarda başat mübadele tipini oluşturmaktadır.

2) Yeniden dağıtım: Merkezi bir yetkenin ortaya çıktığı toplum tiplerinde (şeflikler, erken devletler, devlet müdahaleciliğiyle düzenlenen ekonomiler) ürün ve hizmetler, bir görevliler hiyerarşisinden geçerek merkeze iletilirken, kıtlık, kriz, savaş ya da şölen gibi vesilelerde topluma iade edilmektedir. Merkeze yöneldiği hiyerarşinin her bir kademesinde mal ve hizmetlerin bir kısmı alıkonulmalıdır. (Osmanlı iltizam sistemi bu mübadele tipine iyi bir örnektir.)

3) Piyasa mübadelesi: Sanayi Devrimi’nin üretim ile toplumun geçimlik gereksinimleri arasındaki bağı koparttığı, üretim araçlarının ise özel mülkiyetini olanaklı kılan kapitalist sistemin başat mübadele tipidir. Piyasa mübadelesinde mal ve hizmetler para karşılığı ve arz ve talep yasaları tarafından belirlenen fiyatlarla alınıp satılırken, üreticiler ile tüketiciler arasındaki ilişki yüz yüze olmaktan çıkmış, kişilikdışı bir piyasa dolayımında gerçekleşmektedir. ABD’li antropolog Marshall Sahlins, 1974’te yayımladığı Stone Age Economics (Taş Devri Ekonomisi) başlıklı kitabında, Polanyi’den devraldığı “karşılıklılık” ilkesini daha da ayrıntılandıracaktır. Sahlins’e göre küçük-ölçekli toplumlarda karşılıklılık ilkesinin üç tipini ayırt etmek mümkündür:

1) Genelleştirilmiş karşılıklılık: Karşılıklılığa dayalı mübadelenin bu tipi, yakın bireyler arasında gerçekleşmektedir: Eşler, ebeveynlerle çocuklar, akraba grupları, aynı köyde yaşayanlar, komşular vb. Bu mübadele tipinde armağan (mal ya da hizmet), somut ve dolayımsız bir karşılık beklemeksizin, ancak uzun erimde bir karşılık alınacağına ilişkin muğlak bir güvene dayalı olarak verilmektedir. Ebeveynlerin çocuklarını, ileride kendilerine bakacağı umuduyla yetiştirmesi, bu mübadele tipine örnek olarak verilebilir.

2) Dengeli karşılıklılık: Karşılıklı mübadelenin bu tipinde ise, mübadeleye giren taraflar arasındaki sosyal mesafe biraz daha açılmıştır: komşu köyler, hısımlar, arkadaşlar, vb. Bu mübadelede armağanı veren, makul bir süre içerisinde, verdiğine yaklaşık denk bir karşılık alma beklentisindedir. Bu beklentinin karşılık bulmaması, ilişkiyi zedeleyecektir.

3) Negatif karşılıklılık: Güvensizliğe dayalı bu mübadele tipinde mübadeleye giren taraflar arasında toplumsal ilişkiler zayıf, aralarındaki toplumsal mesafe açıktır. Hırsızlık, hile, dolandırıcılık beklentisi yüksektir. Bu nedenle mübadeleye giren taraflar, verdiklerine denk olduğunu düşündükleri karşılığı, zaman geçirmeksizin almak ister. Afrika Ekvator bölgesinde yaşayan avcı-toplayıcı Mbutilerle, komşuları, hortikültüralist Bantular arasında, orman derinliklerinde gerçekleştirilen “sessiz trampa” bu mübadele tipine örnek gösterilmektedir. “Sessiz trampa”da Bantu, Mbuti’nin ormana bıraktığı (örneğin) balı alıp karşılığında yetiştirdiği meyvelerden bırakır. Mbuti, meyvelerin balın karşılığı olduğunu düşünmezse, onları olduğu yerde bırakarak geri döner. Aralarındaki mübadele ilişkisinin sürebilmesi ve ileride güvene dönüşebilmesi için Bantu meyve miktarını, Mbuti kabul edene dek artırmak zorundadır.

Görüldüğü üzere, karşılıklılığa dayalı mübadelelerde mübadeleye giren taraflar arasındaki toplumsal mesafe ne denli kısaysa, armağanın karşılığını verme süresi o denli uzamaktadır.

Yararlanılan Kaynaklar ve Okuma Önerileri

– Anonim, 2000; Nasıl Satabilirsin ki Havayı?, Ankara: Ütopya Yayınevi.

– Godbout, J. T., 2003; Armağan Dünyası, İstanbul: İletişim Yayınları.

– Mauss, Marcel, 2006; “Bağış (Hediye) Üzerine Bir Deneme Arkaik Toplumlarda Mübadele Biçimi ve Nedenleri”, Sosyoloji ve Antropoloji içinde, Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Kaynak: Sibel Özbudun, Gülfem Uysal, 50 Soruda Antropoloji, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Şubat 2012, s.111-114

Önceki İçerikHer derde deva mikroorganizmalar: Bakteriler ve dünyamızı değiştiren 5 önemli işlevi!
Sonraki İçerikYumurtadan çıkmamış kuşlar, yaklaşan tehlikelere karşı kabuklarını titreterek kardeşlerini uyarıyor!