Ana Sayfa Bilim Gündemi Anadolu’nun ilk insanları

Anadolu’nun ilk insanları

12829

Anadolu’da 2 milyon yıl öncesine uzanması beklenen bir insan fosili potansiyeli mevcuttur. Günümüzde Anadolu’da bilinen en eski fosil insan izleri 1 milyon yıl civarındadır ve Konya-Dursunlu ve Niğde Kaletepe Deresi 3’den gelir. Günümüzde Alt Taş Devri kültürü döneminde yaşamış olan ve Anadolu’dan gelen en eski ve tek insan fosili Denizli’de keşfedilmiştir.

Paleoantropoloji bilim dalına gönül vermiş ve çalıştığı bu alanda insan fosillerini aramak için Anadolu’da araziye çıkmış bir biliminsanı iseniz, potansiyel olarak buluntularınızın en erken ancak Homo erectus türüne ait olabileceğini bilirsiniz. Aslında insan ailesinin (Hominid-hominin) serüveninin başlangıcının Afrika’da 7 milyon yıl öncesine uzandığını düşünürsek, geçiş yolları üzerinde bulunan Anadolu’da en eskisi ancak yaklaşık 2 milyon yıla ulaşabilecek bu potansiyel çok yeni gelebilir. Bu serüvende insan ailesinin Sahelanthropus chadensis’ten başlayarak Ardipithecus, Australopithecus ve Homo genuslarıyla süren uzun süreci içinde yer alan türlerin ancak Homo erectus aşamasında doğaya meydan okuyacak aşamaya gelerek Afrika dışına çıkması ve 1,8 milyon yıl önce Gürcistan’a ulaşması bu göç rotasının üzerinde yer alan Anadolu’nun insanla tanışmasına zemin hazırlamıştır. Bu arada tüm bu çıkarsamaların binlerce fosil buluntuya dayanarak yapıldığının da vurgulanması gerekir.

Hominid evrimini geçmişten günümüze üç temel taksonomik basamakta sınıflandırabiliriz. Bunlardan ilki yaklaşık 7-4,4 milyon yılları arasında yaşamış olan Sahelanthropus tchadensis, Orrorin tugenensis, Ardipithecus kadabba ve Ardipithecus ramidus ile bilinen erken hominidler; diğeri 4,2-1 milyon yıllarına tarihlendirilen Güney Maymunları yani Australopithecine’ler ve son olarak 2,6 milyon yıl ile günümüz arasında yaşamış olan Homo cinsi yani bizler.

Burada Darwin’in, günümüz fosillerinin binde birinin bile bulunmadığı bir zamanda düşündüğü “İnsanlığın beşiği Afrika’dır” öngörüsünün muhteşemliği karşımıza çıkar. Nitekim yukarıda sayılan 7 ila 2 milyon yıl arasındaki 5 milyon yılda gerçekleşen bu aşamalardan geçen ve beyin kapasitesi ilk hominidlerdeki kuyruksuz büyük maymunlardakine paralel yaklaşık 400 cm3 lük ortalamadan, maksimumu 1250 cm3, ortalaması 900 cm 3 olan ve aşölyen el baltası yapabilen Homo erectus’takine ulaşan insanoğlunun bu gelişim sürecine sadece Afrika tanık olmuştur. Ancak bu aşamada doğaya karşı zekâsı ve alet yapma yeteneği ile karşı koymaya başlayan insanoğlu içinden bir grup yaklaşık 2 milyon yıl önce, Afrika’nın verimli topraklarından ve insan doğasına dost iklim yapısından ayrılarak en önemli yiyecek kaynaklarını yani hayvan sürülerini takip ederek kuzeye doğru göç edebilecek donanıma erişmiştir. Bu aşamaya ilişkin en eski kanıtlar 1,8 milyon yıl öncesine tarihlendirilmektedir ve Gürcistan’da, Dmanisi’de bulunmuşlardır. Küçük bir boyuta ve Homo erectus’a göre ilkin karakterlere sahip olan bu tür, Homo habilis ve Homo erectus arasında bir noktada durmaktadır. Ancak Dmanisi insanlarının beyni Homo erectus’unkinden daha küçüktür ve Homo habilis’inkine paralel bir hacim sergilerler. Kuzeye göçün neden daha önce gerçekleşmediğine ilişkin çeşitli düşünceler olmakla birlikte, H.erectus’un daha çok ete dayalı diyet listesinin bunda önemli rol oynadığı fikri öne çıkmaktadır. Çünkü etle beslenme, daha iri ve günlük aktivitelerde daha güçlü bir beden yapısını beraberinde getirmiş ve insan topluluklarının daha uzun mesafe kat edebilmelerini sağlamıştır. Bu insanların göç sürecinde yılda 1 kilometrelik bir mesafe alabildikleri hesaplanmaktadır. Bu da kuzeye göçün kesintisiz olduğu taktirde en az 10-15 bin yıllık bir süre alması gerektiğini düşündürmektedir. Ancak bu yayılım bilinçli, planlı ve bir hedefe yönelik olmadığından yüz binlerce yıl almış olmalıdır.

Bu çerçeveden bakıldığında Anadolu’da 2 milyon yıl öncesine tarihlendirilebilecek potansiyel insan fosillerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu göçün ülkemizde bilinen en eski izleri, yaklaşık 1 milyon yıl öncesine tarihlendirilen Konya-Dursunlu ve Kaletepe’den gelmektedir. Ne yazık ki Anadolu’nun göç yolları üzerinde bulunmaktan kaynaklanan muazzam fosil potansiyeli yeterli araştırma ve kazılarla vücut bulamamıştır ve bu döneme ait buluntular son derecede sınırlıdır. Şimdi elimizdeki verilerden yola çıkarak Anadolu’nun insan buluntularını tarihsel bir dizin çerçevesinde ele alalım:

Türkiye’de Paleolitik Dönem (Taş Çağı) insanlarına yönelik çalışmalar

Ülkemizde Paleolitik dönemde yaşamış insanların fosillerine ve bıraktıkları kültürlerine ilişkin çalışmalar 19. yüzyıla kadar gider. Eugene Pittard ve Passemard’ın Fırat nehri teraslarında bazı el baltalarını keşfetmeleri, Anadolu’nun bilinen ilk Paleolitik buluntularını oluşturmuştur. Bu çalışmaları, antropolojinin ülkemizdeki kuruluş ve gelişmesine çok önemli katkılar sağlamış olan, Ankara Üniversitesi’nin ilk rektörü hocamız Ordinaryüs Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu’nun Ankara ve çevresinde yürüttüğü yüzey araştırmaları takip etmiştir. Burada Atatürk’ün inanılmaz vizyonu ve öngörüsüyle, dünyada yapısal açıdan benzeri olmayan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin kuruluşuna değinmek gerekir. Atatürk Anadolu’nun tarih ve kültürüne ilişkin çeşitli çalışmaların aynı çatı altında toplanmasına ve yakın disiplinler arası çalışmaların gerçekleşmesine vurgu yapmış ve Antropoloji, Arkeoloji, Tarih, Coğrafya, Türk Dili ve Edebiyatı, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri, Yabancı Diller, Felsefe, Sosyoloji, Psikoloji gibi alanların bu fakültede toplanmasına olanak sağlamıştır.

Türkiye’deki bazı önemli Paleolitik dönem buluntu alanları: 1) Üçağızlı, 2) Üçağızlı II, 3) İkiağızlı, 4) Merdivenli, 5) Tıkalı, 6) Kanal, 7) Beldibi, 8) Belbaşı, 9) Öküzini, 10) Karain, 11) Dursunlu, 12) Kaletepe, 13) Yarımburgaz, 14) Denizli-Kocabaş.

Antropoloji cephesinde, 1940’lı yılların başlarında Prof. Dr. Kılıç Kökten’in başlattığı çalışmalarla Türkiye’nin Paleolitik haritası ortaya çıkarılmaya başlanmış ve Antalya Karain Mağarası keşfedilerek kazı çalışmalarına geçilmiştir. 1950’li yıllarda ise bu araştırmaları Ordinaryüs Prof. Dr. Muzaffer Süleyman Şenyürek ve Prof. Dr. Enver Yaşar Bostancı gibi değerli öğretim üyelerinin Hatay bölgesinde yer alan mağaralarda yürüttükleri kazı çalışmaları ve çevre bölgelerdeki yüzey araştırmaları takip etmiştir. 1970 ve 1980’li yıllarda Keban Barajı ve Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları projeleriyle Anadolu’nun güneydoğusunda çalışmalar hızlanmıştır. 1940’lı yılarda Kökten’in başlattığı Karain Mağarası kazı çalışmaları Antalya Bölgesi’ne de yaygınlaştırılarak Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğretim üyelerince sürdürülmektedir. 1990’lı yıllarda İstanbul/Yarımburgaz Mağarası çeşitli araştırmacılar tarafından kazılmıştır. Yine 1990’lı yılların sonlarından başlayarak yeni tarihlendirme yöntemleri ve kazı teknikleriyle yürütülen Hatay/Üçağızlı Mağarası ilk modern insanlara ait bilgilerimize çok önemli katkılar sağlamaktadır. Üçağızlı Mağarası dünyada ilk modernlerin bilinç gelişimine ışık tutan, zengin veriler içeren, özgün bir buluntu yeridir.

Anadolu’nun insan fosilleri

Yukarıda da belirtildiği gibi Anadolu’da 2 milyon yıl öncesine uzanması beklenen bir insan fosili potansiyeli mevcuttur. Günümüzde Anadolu’da bilinen en eski fosil insan izleri 1 milyon yıl civarındadır ve Konya-Dursunlu ve Niğde Kaletepe Deresi 3’den gelmektedir. Eski bir kömür madeni olan Konya/Dursunlu’dan ele geçen taş aletler çok iyi tarihlendirilmiş en eski Paleolitik kalıntılara işaret etmektedir. Faunal korelasyon ve manyetostratigrafik yaşlandırma yöntemleri Dursunlu’yu 780-900 bin yıl öncesine tarihlendirmemizi gerektirmektedir. Bu buluntu alanı Erksin Savaş Güleç’in danışmanı olduğu Maden Tektik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün Anadolu Omurgalı Fosil Yataklarının Envanterlenmesi Projesi kapsamında, Ankara Üniversitesi Antropoloji Bölümü ve U. C. Berkeley öğretim elemanlarından oluşan ve Tim White ve F. Clark Howell gibi dünya çapındaki bilimadamlarının katılımıyla yapılan bir yüzey araştırması sırasında kömür madeninin atıklarında taş aletlerin tanımlanmasıyla keşfedilmiştir. Bu ünlü paleoantropologların arazi deneyimi Dursunlu’dan bulunan ve alet olarak tanımlanmaları hiç de kolay olmayan kuvars aletlerin keşfedilmesini sağlamıştır. Bu lokalitenin taş alet topluluğu; çoğunlukla kuvars ve bir miktar da çakmaktaşından yapılmış yonga, yonga aletler, çok yüzlü aletler ve çekirdeklerden oluşmaktadır. Bu topluluk basit yonga ve çekirdek/alet teknolojisini içermekte ancak geniş kesme kenarına sahip aletler (nacak gibi) veya iki yüzeylilere (el baltası gibi) dair kalıntılar bulunmamaktadır. Taş alet topluluğu içerisinde yer alan yonga ve kırık yonga artıkları buluntuların çoğunluğunu oluşturmaktadır.

Antalya-Karain Mağarası

Kaletepe Deresi III lokalitesi Niğde’den bilinen alt ve orta paleolitik döneme ait bir buluntu alanıdır. Lokalite obsidiyen yataklarının üzerinde yer alır, ancak paleolitik dönemde obsidiyen yanı sıra hammadde olarak bazalt ve riyolit de kullanılmıştır. Bu lokalitenin üst tabakaları dişlemeli ve geniş çentikli aletler, kenar kazıyıcılar gibi aletlerden dolayı Clacton teknolojisini işaret etmektedir. Alt tabakalarda ise Acheulian endüstrisinin tipik buluntuları olan el baltaları, iki yüzeyli alet tipleri ve nacaklar saptanmıştır. Kaletepe’de yaşlandırmalar volkanik tüflerden yapılmış ve en üst katman 200.000 yıl, en alt katman ise 1.000.000 yıl öncesine tarihlendirilmiştir. Ancak Alt Paleolitik döneme ilişkin tabakaların yaşı henüz bilinmemektedir (Slimak ve diğerleri 2008).

Antalya-Karain Mağarası’ndan çıkan bazı buluntular.

Türkiye Alt Paleolitik buluntularını veren diğer buluntu alanları daha genç katmanlar içermektedir. Bunlar İstanbul/Yarımburgaz ve Antalya/Karain mağaralarıdır.      Yarımburgaz Mağarası, İstanbul’un batısında yer alan ve birkaç tünel şeklindeki yapıdan oluşan bir yerleşim alanıdır. Mağaradan ele geçen ayılara ait diş buluntularından yapılan ESR (Electron Spin Resonance) tarihlendirmesi bulunmakla birlikte -çok güvenilir olmasa da- OIS 6 ila 9 arasına rastlamaktadır. Ancak özellikle ayı dişlerinden bu tip bir yaşlandırma uygun olmadığı için paleontolojik veriler Orta Plesitosenin ortası olarak tarihlendirilmiştir (yaklaşık 400 bin yıl öncesi) (Kuhn ve diğerleri 1996). Yarımburgaz Mağarasının taş alet topluluğunu, çoğunluğunu düzeltili yonga aletler ve düzensiz kenarlı dişlemeli aletler oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra iki yüzeyli ve Levallois teknoloji de görülmektedir. Kıyıcı gibi büyük alet gruplarına az rastlanmıştır. Karain Mağarası ise Antalya’nın kuzeyinde yer alan bir yerleşimdir. Mağara, Roma döneminden Alt Paleolitik döneme kadar birçok kültürü içerisinde barındırmaktadır. Alt Paleolitik kültüre ilişkin tabakalar 350.000 yıl öncesine tarihlendirilmektedir ve Clacton endüstrisiyle karakterize biçimsiz çekirdekler, yonga üzerine yapılmış dişlemeli aletler ve büyük düzeltili aletler içermektedirler. Diğer Alt Paleolitik tabakaları ise Proto-Charentian olarak tanımlanmış ve 300-350 bin yıllarına tarihlendirilmiştir. Bu endüstri çoğunlukla kalın yongalar üzerine yapılmış düzeltili kazıyıcılar ile karakterizedir. Acheulian teknolojisinin tipik aletleri olan el baltaları saptanmamıştır.

Yukarıda bahsedilen dört buluntu yeri de Alt Paleolitik döneme ilişkin fosil insan buluntuları vermese de insanların yaşadığına işaret eden zengin Alt Taş Devri aletlerini içermektedir.

Günümüzde Alt Taş Devri kültürü döneminde yaşamış olan ve Anadolu’dan gelen en eski ve tek insan fosili Denizli’de keşfedilmiştir. 2008 yılında Amerikalı bir paleoantropolog ve bazı ülkemiz jeologları tarafından Denizli’nin Kocabaş ilçesine bağlı bir traverten ocağında 500 bin yıl öncesine tarihlendirilen ve Homo erectus’a ait olduğu düşünülen bir kafatası parçası keşfedildi. Kafatası fosilinin sahip olduğu karakterler özellikle Yunanistan’da bulunan Petrolana Adamı yani Homo heidelbergensis türüne benzemektedir ve birçok paleoantropolog Homo erectus’tan ziyade Homo heidelbergensis olması gerektiğinde hemfikirdir. Bu nedenle buluntunun sistematik tanımlanmasının tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir. Ayrıca sistematik tanımındaki soru işaretleri ile beraber bu keşfin tüberküloz hastası bir bireye ait olduğunun iddia edilmesi Türkiye’de ilk kez keşfedilmiş bir Homo erectus olmasının önüne geçti ve dikkatlerin bu yöne çekilmesine neden oldu. Roberts, Peister ve Mays keşfin yayınlandığı aynı dergide tüberküloz teşhisinin hatalı olduğuna dair bir eleştiri çalışması yayınladılar. Kappelman ve diğerleri bilimsel çalışmalarında kafatası buluntusunun iç kısmında yer alan izleri tüberkülozdan ve tüberküloz hastalığının da D vitamini eksikliğinden kaynaklı olduğunu vurgulamışlardı. Ancak yapılan çalışmada kafatası iskeletinde D vitamini eksikliğini gösteren herhangi bir kanıta rastlanmamıştır. Roberts, Peister ve Mays, tüberküloz hastalığının çok ender olarak kafatasında iz bıraktığını ve bıraksa bile izlerin histolojik olarak farklı olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle Homo erectus olduğu düşünülen kafatası fosilinin tekrar çalışılması mevcut soru işaretlerinin giderilmesi için gerekli görünmektedir. Bütün bu soru işaretleri ülkemizde 500 bin yıl önce bir insan atasının yasamış olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

İnsanlığın gelişim sürecinde Alt Paleolitik’ten sonraki bir üst basamak olan Orta Paleolitik buluntuları ülkemizde çok sayıda veriye sahiptir. Bu büyük kültürel evrimdeki en belirgin gelişmenin yaklaşık 300 bin yıl önce Afrika’da başladığı düşünülmektedir. Levallois tekniği olarak tanımlanan ve belli bir standarda sahip alet üretimini sergileyen bu aşama modern insanlar, geç arkaik insanlar ve Neanderthaller tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu dönem büyük kaba tipteki Alt Paleolitik tip aletlerden daha kısa biçimli, çok çeşitli ve amaca yönelik farklı işlevsel alet üretimine geçilmesiyle karakterizedir.

Alt Paleolitik buluntularını veren Yarımburgaz Mağarası, İstanbul’un batısında yer alan ve birkaç tünel şeklindeki yapıdan oluşan bir yerleşim alanıdır.

Ülkemizde Orta Paleolitik buluntuların büyük bir çoğunluğu yüzey araştırmalarından saptanmış ancak bu dönem kazıları Antalya ve Hatay bölgesiyle sınırlı kalmıştır. Hatay Bölgesi Levant ve Zagros bölgelerinin kesişme noktaları arasında ve Levant ile Avrasya arasında uzanan göç yolları üzerindedir. Güneydoğu Afrika’da başlayan Rift Vadisi Levant koridoru yoluyla Hatay ilinden Anadolu’ya açılmaktadır. Yani bu bölge Afrika’dan gelen göçlerin Anadolu’ya giriş koridoru üzerinde bulunmaktadır. Hatay bölgesine ait Orta Paleolitik Dönem buluntuları Merdivenli, Tıkalı, Üçağızlı II ve İkiağızlı mağaralarında saptanmıştır. Yine dönem kültürüne ait bol miktarda kalıntı mevcut olmakla birlikte ancak Karain Mağarası dışında bu döneme işaret eden güvenilir insan fosili buluntuları mevcut değildir. Karain Mağarasından Neandertal adamına ait fosil buluntular deklare edilmekle birlikte, henüz bu buluntuların bilim dünyasına tanıtımı maalesef gerçekleşememiştir. Son yıllardaki antik DNA çalışmaları dünyada modern insanın Orta ve Üst Paleolitikte yalnız olmadığını ve Neandertaller dışında en azından Denisova’lılarla birlikte yaşadığına işaret etmektedirler. Ülkemizdeki Paleolitik dönem insanlarına ilişkin araştırmaların yaygınlaştırılması bu açıdan da önem taşımaktadır.

Günümüzde Alt Taş Devri kültürü döneminde yaşamış olan ve Anadolu’dan gelen en eski ve tek insan fosili Denizli’de keşfedilmiştir.

Geç taş çağı veya Üst Paleolitik ise yaklaşık 50.000-10.000 yılları arasında yaşanmıştır. Bu dönem doğrudan anatomik açıdan modern insanlarla ilişkilidir ve dilgi teknolojisiyle karakterizedir. OferBar-Yosef teknolojideki bu gelişim ve değişimin bireylerin kendilerini fark etmesi, grupların kimlik kazanması, sosyal organizasyonun gelişmesi ve son olarak sembolik ifadelerin artmasıyla belirmeye başladığını vurgulamaktadır. Üst Paleolitik toplulukları prizmatik dilgi çekirdeklerden üretilmiş dilgi ve dilgiciklerle karakterizedir ve yonga üretimi bu dönem içerisinde azdır. İlk dilgi üretimine 250.000-150.000 yıl öncesi son buzul çağı esnasında karşılaşılmaktadır. Türkiye’nin Üst Paleolitik dönemine ilişkin buluntuları yoğunlukla Akdeniz kıyısındaki Antalya ve Hatay illerinden bilinmektedir. Hatay ilinden bilinen Erken Üst Paleolitik dönem buluntu alanları içerisinde Kanal ve Üçağızlı mağaraları önem taşımaktadır. Kanal Mağarası Öncül Üst Paleolitik (ÖÜP) döneme ait taş alet gruplarını barındırmaktadır. Öncül Üst Paleolitik, Bostancı’nın “tradisyon” olarak kullandığı terimin tam karşılığı olup, Orta Paleolitik’in Levallois tekniğinin kullanıldığı ancak Üst Paleolitik tip aletlerin yer aldığı bir taş alet topluluğudur ve geçiş özellikleri göstermektedir. Bu endüstri özelliklerinin Üçağızlı Mağarası’nda detaylı olarak araştırılması mümkün olmuştur. Yaklaşık 41.000 yıl öncesinde iskân edilen Üçağızlı Mağarası Erken Üst Paleolitik döneme ilişkin ve tüm dünyada hemen hemen hiç bilinmeyen insan buluntuları içermesi açısından hem Anadolu, hem de Levant bölgesi için önemli bir buluntu alanıdır. Bu mağaradan bulunan ve deniz kabuklarından yapılmış binlerce “boncuk” dönem insanlarının toplum içindeki bireysel farklılıklarını ve “ben kavramını” (self kavramını) idrak ettiklerinin açık bir göstergesidir ve bu mağara modern insanların göç yollarının ve davranışsal özelliklerinin ortaya çıkarılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Üçağızlı Mağarası çağdaşı kültür sergileyen diğer mağaralarla karşılaştırıldığında son derecede zengin boncuk buluntularıyla ve çok iyi bilinen stratigrafik yapısıyla öne çıkmaktadır. Mağaradan birçok izole diş ve iskelet parçaları ele geçirilmiş olup yayın aşamasındadır. Üçağızlı Mağarası sakinlerine ilişkin kalıntıların incelenmesi, son yıllarda varlıklarını öğrendiğimiz Homo sapiens ve Neandertal çağdaşı türlere yeni bir halka ekleme potansiyeli açısından da son derecede önem taşımaktadır. Bu önemli kazı yerine ilişkin detaylı bilgiler aşağıda verilmektedir.

ÜÇAĞIZLI MAĞARASI KAZISI

Türkiye’nin en zengin Paleolitik dönem merkezlerinden olan Hatay, Levant ve Zagros bölgelerinin kesişme noktasında ve buradan Avrasya’ya uzanan göç yolları üzerindedir. Hatay ilindeki sistematik Paleolitik dönem araştırmaları 1950’li yıllarda başlamıştır ve bu ilde uzun yıllar Antropoloji Bölümü öğretim üyeleri Ord. Prof. Dr. Şevket A. Kansu, Ord. Prof. Dr. Muzaffer S. Şenyürek ve Prof. Dr. Enver Y. Bostancı tarafından Paleolitik döneme ilişkin sistemli araştırmalar yapılarak bu yöredeki insan yaşantısına ait bulgular bilim dünyasına tanıtılmıştır.

Hatay-Üçağızlı Mağarası deniz seviyesinden 18 m. yükseklikte bir kireçtaşı burnu üzerinde yer alır.

Hatay’daki önemli Paleolitik dönem merkezlerinden biri olan Üçağızlı Mağarası, Samandağ ilçesinin 12 km güneyinde, Meydan Köyü civarında yer almaktadır. Üçağızlı Mağarası günümüzde deniz seviyesinden 18 m. yükseklikte olup, bir kireçtaşı burnu üzerinde yer alır. Mağaranın Würm buzul döneminde alçak deniz seviyesi nedeniyle kıyıdan birkaç kilometre içeride yer aldığı bilinir. 1989 yılında Fransız araştırmacı Angela Minzoni-Deroche tarafından yapılan bir yüzey araştırması sırasında bulunmuş ve 1991 yılına kadar kendisi tarafından kazılmıştır. Maalesef bu değerli araştırmacı bürokratik engeller yüzünden çalışmalarına son vermek zorunda kalmıştır. 1997 yılında Hatay Müzesi Müdürlüğü ile ortaklaşa olarak tekrar başlatılan kazılar 2000 yılından beri Prof. Dr. Erksin Güleç başkanlığındaki uluslararası bir ekip tarafından sürdürülmektedir. Üçağızlı Mağarası, Türkiye’de erken Üst Paleolitik döneme tarihlendirilen iyi korunmuş depozitler içeren az sayıdaki buluntu yerlerinden biridir. Topoğrafik ve ekolojik olarak Levant bölgesine büyük benzerlikler gösterir ve Güneybatı Asya’daki en erken Üst Paleolitik dönemin (Öncül Üst Paleolitik dönemin) kanıtlarını sunar. Mağaranın büyük bir bölümüne ait tavan ve batı duvarının yıkılmış olmasına rağmen, mağaradaki organik materyalin korunma durumu mükemmel durumdadır. Son derece zengin taş buluntuları, faunal ve denizel kalıntılar, erken Üst Paleolitik yaşam davranışları ve süslenme üzerine önemli bilgiler verir.

Üçağızlı Mağarasında bulunan Ahmarian dönem taş aletlerine örnekler

Mağaradaki kültür tabakaları iki bölgede korunmuştur. İlki, Minzoni-Deroche tarafından kazılan güneydeki tabakalar ve ikincisi büyük oranda mağaranın kuzey bölgesindeki tabakalardır. Burada 1997 yılından beri gerçekleştirilen kazılarda tabakaların derinliği 4,5 m’yi aşmıştır. Erken Üst Paleolitik kültürel buluntular yoğun olarak en üstteki 3 m’lik bölümden gelir. Sedimanlardaki baskın jeolojik bileşen terra rosa killeridir ve Akdeniz havzasındaki karstik alanda tipiktir. Bu alanda yapılan kazılardan ele geçirilen buluntular GIS tekniğine ve X, Y, Z koordinat sistemine göre kaydedilmekte ve buluntuların dağılımlarına göre insan davranışları yorumlanmaya çalışılmaktadır. Bu sistem ülkemizde gerçekleştirilen Paleolitik dönem kazılarında ilk kez uygulanmaktadır.

Üçağızlı’dan Öncül Üst Paleolitik dönem taş aletlerine örnekler

Üçağızlı Mağarası tabakalarına ait 20’nin üzerinde AMS radyokarbon tarihlendirmesi vardır. Buna ilaveten denizel yumuşakça kabukları (Monodonta lineata ve Columbella rustica) örneklerinden de yararlanılarak tarihlendirmeler yapılmıştır. Tarihlendirmeye göre kültür buluntuları içeren tabakalar yaklaşık olarak 41 binden 29 bin radyokarbon yılına kadar düzenli olarak sıralanmaktadır. Mağarada iki temel kültürel unsurun varlığı bilinir. Bunların daha eski olanı Öncül Üst Paleolitik (ÖÜP) olarak isimlendirilen dönem, ikinci ve daha yeni olanı ise Ahmarian olarak bilinen kültürdür. Ayrıca, mağaranın üst kısmındaki çok küçük bir nişte 17 bin yıllık Epipaleolitik depozitlere de rastlanır. Epipaleolitik, eskiden Mezolitik olarak adlandırılan ve Paleolitik kültürle Neolitik arasında yer alan küçük ve çok çeşitli amaçlara yönelik taş aletleri sergileyen bir kültür aşamasıdır. Üçağızlı Mağarasındaki stratigrafik tabakalanmalar, mağarada yaşayan dönem insanlarının aktivitelerine göre düzenlenir. Sedimanlarda terra rosa baskındır, ancak içeriklerinde kül, odunkömürü, taş alet kalıntıları, kemik ve deniz kabuğu buluntuları da mevcuttur. İnsan kullanımı artıkları oldukça yoğundur. Ayrıca kül tabakasının yoğunluğu ve insanlar tarafından üretilmiş materyallerin sayıca çokluğu da bizlere mağarada hangi dönemlerde insan varlığının daha uzun süreli olduğunu gösterir. Bu sedimanların renk ve içerikleri, buluntuların yoğunluk ve niceliği, kül ve odunkömürü artıklarının dağılımı tabakalanmanın ayırt edilmesinde kullanılır.

Üçağızlı’da üstlerde yer alan B-E tabakaları arasındaki katmanlar Ahmarian olarak tanımlanır ve veriler alt tabakalarda gözlenen sert iklimin görece yumuşadığını, iklimin sıcak ve nemli olduğunu, bitki örtüsünün yoğunlaştığını ve deniz seviyesinin yükseldiğini yansıtır. Bu endüstri dilgi veya dilgicik üretimi ile karakterizedir. Alt seviyelerde yer alan F-H tabakaları arasında kalan tabakalar ise Öncül Üst Paleolitik döneme tarihlendirilmektedir. Bu tabakalardaki veriler yörede serin ve kuru bir iklimin yaşandığını ve denizin mağaranın çok uzağına kadar geri çekildiğini gösterir. Bu dönem Orta ve Üst Paleolitik taş alet endüstrilerinin bir arada kullanılmasıyla karakterizedir ve dilgilerden üretilen taş aletler baskındır. Bunlar arasında kalan D-E tabakalarında ise bu iki ana dönem arasında geçiş özellikleri görülmektedir. Üçağızlı Mağarası katmanları 29-43 bin yıl öncesine tarihlendirilmektedir. Burada ele geçen taş alet örnekleri Ksar Akil, Antelias, Abu Halka, Boker Tachtit, Kanal ve Yabrub’daki örneklerle benzerlikler gösterir.

Üçağızlı Mağarasında bulunan beslenme amaçlı avlanmış yaban domuzu defans dişi (Sus scrofa)

Üçağızlı’nın karasal faunasını yabankeçisi, karaca, alageyik, kızıl geyik, yaban öküzü, yaban domuzu, tilki, ayı, kaplumbağa ve yabani tavşan oluşturmaktadır. Patella ve monodonta cinsine ait denizkabukları ve balık kalıntıları mağaranın sucul faunası hakkında bilgi vermektedir. Mağarada az sayıda da olsa büyüklü küçüklü kuşlara ait kalıntılar da ele geçmektedir. Faunaya dayalı analizler de Ahmarian (Erken Üst Paleolitik) faunasının o dönemde Üçağızlı ve çevresinde sık bitki örtüsüne sahip, nemli bir iklimin hüküm sürdüğünü ve daha önceki Öncül Üst Paleolitik dönemde ise daha serin ve kuru bir iklimin varlığını desteklemektedir.

Üçağızlı’dan boncuk olarak kullanılan, delinmiş deniz kabuğu örnekleri (Nassarius gibbosula)

Üçağızlı’daki neredeyse tüm süs eşyaları deniz kabuklarından yapılmıştır. Columbella ve Nassarius buluntuları Üçağızlı Mağarasının tüm tabakalarında karşımıza çıkmakla birlikte yoğunlukla Ahmarian tabakalarda görülmektedir. Dentalium buluntuları ise Epipaleolitik döneme tarihlendirilen tabakalarda bulunmaktadır. Farklı deniz kabuklularının kullanımı bizlere 1) seçiciliğin ve 2) kıyı kesimlerinde yapılan toplayıcılığın arttığını göstermektedir. Kısa bir süre öncesine kadar ilk modernlere ait en eski süs eşyalarının Doğu Afrika ve Orta Avrupa’nın en erken Üst Paleolitik kültürlerinde var olduğu sanılıyordu. Dünyada bilinen en eski deniz kabuğu boncuk kullanımı Taforalt Mağarasında (Fas) 82 bin yıl ve Blombos Mağarasında (Güney Afrika) 75 bin yıl öncesine ait buluntular sunar.

Üçağızlı Mağarası insanları toplum içinde kendilerini ifade etmelerini sağlayan süs objelerini bol miktarda kullanmışlardır. Dünyada bu açıdan tek olan mağaradaki süs objelerinin neredeyse tamamını yumuşakça kabuklarından üretilmiş boncuklar oluşturur. Çoğu denizel olan küçük yumuşakça kabukları genellikle boncuk ya da kolye ucu yapılmak üzere delinmiştir. Genel olarak Üçağızlı’da 24 farklı yumuşakça türü süs eşyası olarak modifiye edilmiştir. Bu taksaların büyük çoğunluğu Doğu Akdeniz’e özgü canlılardır. Ancak 2 tür deniz yumuşakçası baskındır: Nassarius gibbosula ve Columbella rustica. Ayrıca Asi Nehri’nden toplanan tatlı su yumuşakçaları da boncuk olarak kullanılmıştır.

Üçağızlı Mağarası’nda bulunan insan kalıntıları modern insanın Avrupa’ya yayılımları sırasındaki süreçleri konusunda pek çok ipucu vermektedir. Üçağızlı Mağarası insanları avcı-toplayıcı bir yaşam biçimine sahiptir. İnsanlar mağarayı ilkbahar-sonbahar mevsimleri arasında kullanmışlar, kış aylarını geçirmek için muhtemelen güneye göç etmişlerdir. Yaban keçisi, alageyik, karaca gibi toynaklı av hayvanları ile yakın çevrelerinden topladıkları bitkiler ana besin kaynaklarıdır. Az miktarda da olsa balık avladıkları ve yumuşakça tükettikleri tespit edilmiştir. Avlanma stratejisi, iklimde meydana gelen değişimlere göre tabakalar arasında farklılık sergiler. Öncül Üst Paleolitikte büyük karasal av hayvanları (keçi, alageyik, karaca, yaban sığırı gibi) en önemli protein kaynağını oluşturur, Erken Üst Paleolitik ve Epipaleolitik’te diyete küçük av hayvanları (tavşan, kaplumbağa, kuşlar) ve denizel besinler (balıklar ve yumuşakçalar) de katılır. Ocaklar yiyeceklerin pişirilmesi, yırtıcı hayvanlardan korunma, ısınma ve mağaranın nem miktarının azaltılması için önemlidir. Etlerin tütsülenmesi için bol miktarda odun yakılmış olmalıdır. Mağarada yapı kalıntıları yoktur, ama tek sıra halinde dizilmiş orta boyutlu taş sırası, yaşam alanı ile çöplük olarak kullanılan duvar dibini birbirinden ayırmak için yapılmış olabilir. Taş aletlerdeki kullanım izi analizleri bazı aletlerin deri tabaklamada ve bitki kesme işlerinde kullanıldığını göstermektedir. Hayvan derileri tabaklanarak giysi, örtü ve belki de ayakkabı yapımında kullanılmıştır. Kemikten üretilen bızlar ve iğneler, derileri ve boncukları delmek, saçları toplamak ve giysi olarak kullanılan hayvan postlarını birbirine tutturmak amacıyla kullanılmış olmalıdır.

Üçağızlı Mağarası’nın buluntuları Hatay’a kazandırılan yeni Arkeoloji Müzesi’nin girişinde mağaraya yakın özellikler taşıyan bir mekânda sergilenmekte ve dönem insanının ve av hayvanlarının canlandırıldığı balmumu heykeller ziyaretçilerin ilgi odağını oluşturmaktadır. Dünya genelinde ikinci büyüklükteki mozaik müzesi özelliğini de taşıyan bu müzenin görülmesini sağlık veririz.

Daha önce de vurgulandığı gibi ülkemizin insan fosilleri açısından sergilediği muazzam potansiyel maalesef araştırmaların azlığı nedeniyle buluntulara yansıtılamamıştır. Geçtiğimiz yıllarda engellenen çalışmaların günümüzde bu engelin kalkması sonucu giderek artması sevindiricidir.

Yukarıda kısaca özetlenen ülkemiz Paleoantropoloji araştırmaları son yıllarda yurt çapında sayıları hızla artan biliminsanlarının çalışmalarıyla artarak sürecektir.

Kaynak: Bilim ve Gelecek, Sayı: 160, Haziran 2017, s. 40

Önceki İçerikDuyularımızın işleyişi (III): Burun ve koku alma
Sonraki İçerikEn ölümcül kanser türü olan pankreas kanserinin tedavisinde yeni aşama