Ana Sayfa 189. Sayı Cezaevinden biliminsanlarına…

Cezaevinden biliminsanlarına…

79

Önümde Temmuz, Ağustos ve Eylül sayıları duruyor. Eylül sayısı elimize henüz üç gün önce geçmiş olduğu için okuma fırsatı bulamamış olsam da, Temmuz ve Ağustos sayılarını bir bütün olarak okudum. Temmuz sayısındaki “Mikropları gören ilk kişi: Mercek ustası kapıcı Leeuwenhoeck” ve “Sovyet bilimcilerle Einstein’ın siyaset tartışması” yazılarını, Ağustos sayısında ise “Biliminsanı ve sınıf bilinci” yazısı ile “Algoritmalar: Doğru, yanlış ama yansız değil” ve “Nazım Hikmet faşizmin bilim anlayışını nasıl eleştirmişti” yazılarını birkaç defa okudum. Okurken de birçok şeyi tekrardan düşünmüş ve bilgilerimi tazelemiş oldum. Tek tek yazmam sayfalar alır, ama önemsediğim için “Biliminsanı ve sınıf bilinci” yazısı üzerine biraz sohbet etmek isterim.

Öncelikle sınıf bilinci, tarih bilinci gibi kavramlar temelinde yazılan yazıların Bilim ve Gelecek dergisinde yayınlanmasını, ülkemiz biliminsanlarına, kendi çalışmalarının niteliği, kime ve neye hizmet ettiği konularında iç sorgulamalar yaratması yanıyla değerli buluyorum. Marx diyor ki:

“Birey ancak gelişmiş bir toplum içerisinde yetiştirilebilir. Eğer kişi sadece kendi için çalışırsa ünlü bir bilim adamı, büyük bir düşünür, çok iyi bir şair olabilir, ama asla mükemmel bir insan olamaz. Tarih ancak ortak çıkarlar için çalışmış insanların yüceliğini kabul eder.”

Marx haklı, biliminsanı da tüm diğer insanlar gibi toplumdan edindiği bilgi birikimini yine topluma sunabilmeli. Bu biliminsanı açısından bir lütuf değil, aksine zorunluluktur. Fakat yazıda değinildiği gibi biliminsanları bir bilinç yoksunluğu veya yanılgısı yaşıyorlar. Bu konuda aklıma hemen Lenin’in Marx’ın kapitalizmin iki sırrını çözdüğünü kaleme aldığı düşünceler geliyor. Marx, kapitalizmin insanı iki farklı biçimde sömürdüğünü söylüyor. Birincisi, insanın emeğini çalarak emek sömürüsüne tabi tutuyor; ikinci olarak ise, insanın aklının ürününü çalarak onu aptallaştırıyor. Ve buradan anlıyoruz ki, kapitalizm ikinci yöntemini uygulamadan birincisini de uygulayamıyor. İnsanların düşüncelerini yönetmek zorunluluğu, kapitalizmin, insanların sadece çalışma yaşamlarına değil, bir bütün olarak sosyal yaşamlarının tamamına müdahale etmeyi zorunlu kılıyor. Bu müdahale sonucudur ki biliminsanlarımız kime ve ne neye hizmet ettiğini düşünmeden, sadece üretiyorlar. Ve aslında burjuvazi için üretiyorlar. Marx yaklaşık 200 yıl önce Feuerbach’ın düşünceleri üzerine yaptığı eleştirilerde şu cümlelere yer veriyordu:

“Maalesef, Feuerbach, insanın toplumsal bir varlık olduğunu, her zaman mevcut ortam ve koşulara bağımlı olduğunu anlamak istemiyor. İnsanı yalnızca biyolojik açıdan ele alıyor. En büyük yanılgısı da burada. Doğa, doğadır ama bu dünyada siyasetten kaçıp sığınabileceğiniz bir yer de yok. Feuerbach istese de istemese de, doğa bilimcilerle sosyal bilimcilerin önderleri bir araya gelip omuz omuza olmak zorundadır.”

Öyle sanıyorum ki Marx yine haklı. Biliminsanlarımız, bir gün gelecek ve -Marx’ın deyimiyle- insanın, toplumun sosyal gelişiminin bir ürünü olduğunu bilince çıkaracak ve bu yanıyla da toplumun bir parçası olduklarının farkına varacaklardır. Ve inanıyorum ki bu değişim, bizlerin emek ve çabalarımızın toplamımın bir ürünü olacaktır.

Önceki İçerikTürkiye üniversitelerinin dünyadaki yeri:
2020 sıralaması
Sonraki İçerikBir yazara sokulma denemeleri