Ana Sayfa Bilim Gündemi Düşünce ile dil arasındaki ilişki nedir?

Düşünce ile dil arasındaki ilişki nedir?

23232

Dil ile düşünce arasındaki ilişki, Antikçağ’dan itibaren filozoflar tarafından üzerinde durulmuş bir konudur. Konuşmanın, başta düşünceler olmak üzere; arzuların, öfkenin, sevincin, hüznün, kısacası ruhtaki her tür teessürün/ etkilenimin dışavurumu olduğu, birçok filozofun işlediği bir fikirdir. Bununla birlikte filozoflar dilin, düşüncenin ifade imkânı olduğunu vurguladığı kadar, düşüncelerin bütünüyle emanet edilmemesi, dikkatli kullanılması gereken bir âlet olduğuna da dikkat çekmiştir.

Antikçağ’da Platon, bir yandan düşünmeyi “iç konuşma”, “insanın kendi kendisiyle diyaloğu” olarak tanımlarken (2007: 263e) diğer yandan ise dilin hakikati kuşatmadaki yetersizliğini VII. mektubunda açıkça ortaya koyar. Platon bu mektubunda “düz” adını verdiğimiz bir şekle “yuvarlak”, “yuvarlak” adını verdiğimiz bir şekle de “düz” adını vermemizde hiçbir sakınca olmadığını belirtir (2007: 343b); zira ona göre şeylerin adlarını değiştirmek, neticede onların kendilerinde herhangi bir değişikliğe neden olmayacaktır. Fakat bu imkândan dolayı, şeyleri, onlara verdiğimiz adlar düzeyinde kavramayı denemek yanıltıcı olacaktır. Platon dilin, şeylerin içsel tabiatını temsil etmedeki kifayetsizliği nedeniyle, düşünceleri dile emanet etmenin hatalı bir tutum olduğunu savunur (2007: 343a). Genel olarak felsefesi göz önünde bulundurulduğunda, Platon için dilin, hakikati akletmek açısından hem bir imkân hem de bir engel olduğu çıkarımında bulunmak mümkündür. Platon’un bu konudaki fikirlerini ona ayrılmış soru başlığımızda detaylandıracağız.

Aristoteles ise Yorum Üzerine’ de, seslerin, ruhtaki teessürlerin (Yun. παθῆματα τῆς ψυχῆς – Lat. Passio animae) sembolü olduğunu açıklar (1997: 16a). Bu itibarla Aristoteles dilin, düşünceler kadar arzuların, öfkenin, sevincin, hüznün, kısacası ruhtaki her tür teessürün/etkilenimin de dışavurulmasının vasıtası olduğunu hesaba katan bir yaklaşım sergiler. Düşünce ile dil arasındaki ilişkiye yaklaşımına gelince, Aristoteles’te de hocası Platon’daki gibi “ruhun içsel konuşması” ile “dış konuşma” kavramlarına rastlanır (2000: 57). Öyle görünmektedir ki, Aristoteles de düşünmeyi ruhun kendisiyle bir diyaloğu olarak değerlendirmektedir. Bununla birlikte, Félix Ravaisson’un da işaret ettiği gibi (1837: 288) Aristoteles’in nezdinde “dış konuşma”, içsel dilin, az çok anlam belirsizliğine, dolayısıyla da “hata”ya gebe bir formudur.

Aristoteles dilin, düşünceler kadar arzuların, öfkenin, sevincin, hüznün, kısacası ruhtaki her tür teessürün/etkilenimin de dışavurulmasının vasıtası olduğunu hesaba katan bir yaklaşım sergiler.

Ortaçağda Augustinus, dilin, düşüncenin hızına yetişemediğine, çevresinden dolaştığına ve saptırdığına dikkat çekmiştir (2002: II, §3). Augustinus’a göre, kelimelerin ve genel olarak dilin işlevi, hakikate dikkat çekmekten ibarettir (2002: II, §46). Augustinus’un bu hususta Platon’a katıldığı açıktır. İki filozofun arasındaki bu kanaat birliğine paralel olarak, Sokrates’in “Kratylos”ta sorduğu sorunun hemen hemen aynısını Augustinus da sorar: «Şeylerin kendilerinin bilgisi, işaretlerin bilgisine yeğ değil midir? [utrum melior quam signa sit rerum ipsa cognitio]» (De Magistro: § 31).

Yeniçağ’a gelindiğinde Descartes, dili düşüncenin belirtisi ve dışavurumu olarak ele almış, insanın dil becerisi ile hayvanların çeşitli ifade biçimleri arasında radikal bir farklılık bulunduğunu savunmuştur. Bununla birlikte Platon’a ve Augustinus’a benzer şekilde Descartes da dili bir yandan düşünceyi ifade imkânı olarak değerlendirirken, diğer yandan dilin alışkanlıkla ve özensiz kullanılmasının, doğru muhakeme etmenin önünde engel meydana getirdiğine dikkat çekmiştir.

Yine Yeniçağ’da Condillac “dil-öncesi” veya “dilden bağımsız” bir düşünme faaliyetini, birtakım imgesel çağrışımlar dışında imkânsız görür. Condillac’ın nazarında, konuşmak, muhakeme etmek/akıl yürütmek, soyut idealar üretmek, esasen aynı şeydir (1780: 107-108). Condillac’ın insan müdrikesinin faaliyetlerinde dilin merkezî bir rol oynadığı görüşüne, Harris ve Taylor da dikkat çeker: Yazarlara göre Condillac’ın attığı en önemli adım, insanın dili kullanmadan ne düşünme ne de diğer zihinsel melekelerini iradî olarak denetleyebileceğini açıklamasıdır (2002: 144). Yine bu yazarlar, Condillac’ın dilden önce insan zihninin fizyolojik ve çevresel uyaranlara tâbi olduğunu; eski bir duyumunu iradî olarak anımsayamayacağını ve zihinsel melekelerini yönlendiremeyeceğini ortaya koymadaki başarısını vurgular (2002: 114). İnsana, zihinsel melekelerini iradesiyle yönlendirme imkânı tanıyan şeyin dil olduğunu bu kadar açık seçik gösterme payesi, felsefe tarihinde gerçekten de Condillac’a aittir. Dil Condillac’ın nazarında sadece düşüncenin ifade aracı değildir; dilin insana kendi düşünceleri üzerinde sağladığı denetim ve analiz gücü, düşünceyi ifade işlevinden daha aslî ve önceliklidir. İnsan müdrikesini dış şartlara tâbi olmaktan kurtarıp yaratıcı bir melekeye dönüştüren, dilin ta kendisidir. Condillac hakkındaki soru başlığı altında bu husustaki görüşlerine daha ayrıntılı değineceğiz.

Dil ile düşünce arasındaki ilişki Yakınçağ’da da birçok filozofça işlenmiş bir konudur. Herder, Bergson, Humboldt gibi filozofların konuya yaklaşımını incelemeyi -sözü fazla uzatmamak amacıyla- ilgili kısımlara bırakıyoruz.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

– Aristoteles (1997), “De l’Interprétation”, in Organon: catégories, Fr. Çev. Jean Tricot, Paris: J. Vrin.
– Aristoteles (2000), Organon: les seconds analytiques, Fr. Çev. Jean, Tricot, Paris: J. Vrin.
– Augustinus, Aurelius; bütün eserlerinin Latincesi (elektronik edisyon): http://www.sant-agostino.it/latino/index.htm
– bütün eserlerinin Fransızca çevirisi: OEuvres, Fr. Çev. komisyon, 3 Cilt, Paris: Gallimard.
– Condillac, Etienne Bonnot de (1780), La Logique ou les premiers développements de l’art de penser, Paris: Libraire d’Esprit.
– Harris, Roy; Taylor, Tablot J. (2002), Dil Bilimi Düşününde Dönüm Noktaları I; Çev. Eser E. Taylan, Cem Taylan; Ankara: TDK Yay.
– Platon, (2007), OEuvres Complètes, Fr. Çev. Léon Robin, Paris: Gallimard.
– Ravaisson, Félix (1837), Essai sur la Métaphysique d’Aristote, 1. Cilt, Paris: Imprimerie Royal.

Kaynak: Atakan Altınörs, 50 Soruda Dil Felsefesi, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Kasım 2012, 1. Baskı, s.33-35

Önceki İçerik‘Türlerin Kökeni’nin kökeni
Sonraki İçerikGünün Fotoğrafı: Samanyolu Galaksisi’nin yeni bir fotoğrafı yakalandı