Okuyacağınız yazı, Yeni İnsan Yayınevi bünyesinde yayımlanan “Başka Bir Köylülük Mümkün” adlı kitaptan (Editör: Tayfun Özkaya, Mart 2019) alınmıştır. Kitap 15 Nisan 2013 tarihinde Tarım Ekonomisi Derneği tarafından İzmir’de gerçekleştirilen çalıştayın notlarına dayanılarak hazırlanmış.
Dünya’da yaşayan 7,5 milyar nüfusun hali hazırda yarısı kırsalda yaşamaktadır. Kırsalın dev tarımsal işletmeler modeliyle yönetilmesiyle kırsal bölgede yaşayan halk kentlere göç ettirilmiştir. Yapılan hesaplamalara göre 50 yıllık bir zaman dilimi içerisinde kentlerde mal ve hizmetlerde % 50’lik bir kalkınma hızı dahi olsa kırların boşalmasıyla kentlere gelecek insanlara istihdam sağlanamayacaktır. İş yoktur ya da taşeron işçiliğin getirilmesiyle ucuz işgücü söz konusudur. Oluşturulmaya çalışılan durum maalesef budur. Kapitalist paradigmanın dikte ettiği kavram ucuz işgücü ya da sadaka ekonomisi ve kültürünü yaratmaktır. Nitekim hem dünyada hem Türkiye’de son 10 yılda 2 milyonun üzerinde insan kentlere gelmiştir ve böylece kentlerde gettolar oluşmuştur. Bir yandan böyle bir gelişme yaşanırken diğer yandan da kentlerde değişik modeller ortaya çıkacaktır. Uydu kentler oluşuyor. Sınıflaşma süreci içerisinde keskin bir takım dönüşümler olacaktır. Dolayısıyla tarımda kapitalist paradigmaya karşı bir tavır gösterilmelidir. Eğer gösterilmez ise dünyada kaotik ortama doğru bir akım olacaktır. Bu kaotik ortamda hangi sosyal sınıfların yararlanacağını düşünmek gerekmektedir. Eğer kapitalist paradigmaya karşı çıkıyor isek, seçeneklerimiz olmalıdır.
Kırsal kesimde toprak sahibi olmayan bir nüfus bulunmaktadır. Türkiye genelinde Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da feodalizm kalıntıları devam etmektedir. Bir bakıma çatışmalar buradan beslenmektedir. Ayrıca toprak büyüklüğü ya da işletme büyüklüğü son derece önem kazanmaktadır. Tüm siyasi yaklaşımlar içerisinde öngörülen yapı dev tarımsal işletmeler üzerine kuruludur. Bu işletmelere emek verimliliği açısından en uygun işletmeler gözüyle bakılmaktadır. Örneğin reel sosyalizmde de bunların yansımaları görülmekteydi. Kolhozlar ve solhozlar büyük işletmelerdi. Bunlar başarısız oldu.
Dolayısıyla burada ölçek ekonomisi mutlaka düşünülmelidir. Emek verimliliği açısından düşünecek olursak artık dünyada emek verimliliği yerine toplam etmen verimliliği diye yeni bir verimlilik ölçüsü vardır. Toplam etmen verimliliği açısından küçük ve orta ölçekli işletmeler, büyük ve dev tarımsal işletmelerden daha üstündür. Öncelikle ölçek büyüklüğü açısından küçük ve orta ölçekli işletmeleri karşılaştırmak zorundayız. Ancak küçük ve orta ölçekli işletmelerin sorunları örgütlenme ile çözülebilir. Örgütlenme modeli kooperatifleşme ve kamu yatırımlarıdır.
Küçük ve orta ölçekli işletmelerin gereksinimlerine uygun yeni bir ar–ge konusu düşünülmelidir. Sonrasında finans örgütlerine karşı uluslararası güçte bir model geliştirmek zorundayız. Yani biz bu modeli ya kabul edeceğiz ya da etmeyeceğiz. AB ölçütlerinde bakacak olursak, ülkemizin AB’ne üyelik sürecinde tarımsal bazı dayatmalar bulunmaktadır. Bunlardan biri, tam üye olmadan AB’nin Gümrük Birliği’ni kabul eden tek ülkenin Türkiye olmasıdır. Çözüm komşu ülkeler (Yunanistan, Suriye, Irak gibi) ile bölgesel işbirliği yapılması olmalıdır.
Benzer toplumsal sorunları olan insanlarla, ülkelerle işbirliği içerisinde olmamız gerekmektedir. Geçmişte bunun örnekleri vardı. Mustafa Kemal’in cumhuriyeti kurduğu ilk yıllarda ciddi anlamda birçok bölgesel işbirliği anlaşmaları yapılmıştı.
İşlenmiş tarım ürünleri ülkemize sanayi tarım ürünleri kapsamında girmiştir. Bunun hem Türkiye tarımına olumsuz yansımaları olmuş, hem de Türkiye’yi zarara uğratmıştır.
Serbest Gümrük Anlaşmalarını konunun en başına koymak gereklidir. 17 yıllık süreç içerisinde Türkiye AB’den 210 milyar dolarlık mal ithal etmiştir. Serbest Ticaret Anlaşmaları sonucunda AB, üçüncü dünya ülkeleriyle serbest ticaret anlaşmaları yapıyor ve Çin’in Arjantin’in malı Avrupa’ya geçip ardından Türkiye gibi ülkelere Avrupa malı adıyla gönderiliyor.
Bütün bunları yani kapitalist paradigmanın insanlığa dayattığı kavramları, Gümrük Birliğini sorgulamaksızın “başka bir köylülük” ortaya çıkamayacaktır. Çünkü gelişmiş ülkelerin tek derdi ellerinde stok olarak bulunan malları bize göndermektir.
Şu anda Türkiye tarım ürünleri açısından tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir. Et ve ürünlerinde yaklaşık olarak 3 milyar dolarlık bir ülke açığı bulunmaktadır. Buğday, çeltik, pirinç açığı yaşanmakta ve bu ürünler ithal edilmektedir. Yapılması gereken ithalatın en aza indirilmesi olmalıdır. Türkiye’de çeltik tarımına yeterli önem verilse dışarıdan ithal etmeye gerek kalmayacaktır. Bu bağlamda yeni liberal politikalar ile köylülüğün tasfiyesi hareketine karşı çıkılmaksızın ve bunu siyasi bir örgütlenme olarak düşünmeksizin köylülüğün yok edilmesi engellenemeyecektir. Elbette kurum olarak bir takım çalışmalar yapılabilir, yapılacaktır da… Bizler kooperatif üreticilerinin ürettiği ürünleri köy pazarlarında ve bazı belediyelerin yardımıyla pazarlıyoruz. Bu güzel örneklerin yaygınlaşabilmesi için bu mekanizmayı harekete geçirmekten başka bir çare bulunmamaktadır.