Ana Sayfa 191. Sayı Gizli Mezarlığın Sakinleri

Gizli Mezarlığın Sakinleri

163

Nickel Çocukları’nı okurken akla gelen ilk kavram empati yani daha Türk işi bir ifadeyle duygudaşlık. Whitehead’in anlattığı hikâye, pek çoğumuzun yaşamadığı ve bu yüzden ancak duygudaşlık kurmaya niyet edebileceği durumları içeriyor. 1960’ların Amerika’sında siyah olmayı anlamak, yaşadığı coğrafyaya bağlı olarak herhangi bir etnik sorundan haberdar olmayanlara nasıl bir ağırlıktır? Beyazların gittiği lokantalara gidemeyen siyahları, onlarla aynı otobüse binememeyi veya bunlara benzer doğuştan gelen özelliklerimize dair örselenmeleri anlamak için sadece itilen, ötekileştirilen bir birey olmak ya da buna tanık olmak gerekmez, insan olmak bunun tuhaflığını, inciticiliğini hissetmeye yeter sanıyorum.

Kitap bir arkeoloji çalışmasında bulunan bir ergen mezarlığı hakkındaki girişle başlar. Bir gazete haberi gibi okuruz başta. Sonra birinci bölümle Elwood Curtis girer sahneye. Anne babası tarafından anneannesinin yanına bırakılan ve onun disiplininde büyümeye çalışan siyah bir çocuk. Yaşadıkları koşullar düşünüldüğünde oldukça iyi kalpli ve azimli bir çocuk. Üniversiteye gitmek istiyor ki bu anneannesi için başlı başına bir gurur kaynağı. Ne yazık ki şanssız tesadüfler onu Nickel Akademisi’ne sürükler. İkinci Bölüm Nickel’le başlıyor: İşledikleri suçlardan hapishane yaşı tutmayan çocukların ıslahevi yerine gönderildikleri okul. Elwood burada yıllardır inandığı adalet, hak, doğruluk gibi kavramları gözden geçirmesi gerektiğini anlar. Bazı ilkelerini kenara bırakarak yaşamak, daha doğrusu hayatta kalmak için görmezden gelmek zorunda kalır. “Herkes başını çevirirse, olanlara herkes ortak demekti. Görmezlikten gelirse kendisi de geri kalanlar gibi suçlu olacaktı.” diye ifade ettiği haksızlıkları, suçları görmemek için geri çekilmeye, bakmamaya zorlar kendini. Bu arada arkadaşlarını da tanırız Elwood’un: Turner, Desmond ve Jamie. Onların varlığı Elwood’un olanları görmemesi için bir şans olur. Kendi aralarında yaşayarak kimseyle iletişim kurmadan göze batmadan yaşamaya çalışırlar. Böylece suça ortak olmaz Elwood. Ya da böylece rahatlatır kendini.

Bu okuldan mezun olup gideceği üniversitenin hayallerine sığınarak bulduğu her kitabı okur. Neden sonra Elwood, Nickel Akademisi’nden mezun olmanın kolay bir yolu olmadığını anlamaya başlar. Ölmek dışında bu hapishaneden çıkmanın yolları bir hayli zorludur. İçeride ise yaşamak zordur. Büyükannesi onu dışarı çıkarmaya çalışırken o da içeriden çıkmanın yollarını arar. Pek çok eserde gördüğümüz üzere, ortada bir ıslahevi olunca çocuk istismarı, dayak, tecavüz, cinsel istismar, psikolojik ya da fiziksel şiddet vakaları bu kitabın içinde de yerini alıyor. Tabii bunları 16 – 17 yaşındaki siyah bir çocuğun gözünden anlatıldığı şekilde okuyunca, hele hele bu çocuk korunaklı hayatından çıkıp gelmiş çelimsiz Elwood olunca, gözlerin yaşarması kaçınılmaz oluyor. Sadece ten renginin getirdiği olumsuzluklar bir yana, yıllardır düzeni sürdürenlerin esas niyeti unutmaları ve gücü ele geçiren her zorba gibi içlerindeki kötülüğü dışa vurmaları başkarakterimizin durumunu oldukça zorlaştırıyor. İnsanın aklına şu soru takılıyor: Kötü oldukları için mi bu işleri yapıyorlar yoksa bu işleri yaptıkları için mi kötü birer insan oldular? Turner’a sorarsanız bu kadar düşünmeye gerek yoktu, “insanlardı kötülük”.

Kitabın üçüncü bölümünde bir zaman atlaması ile Elwood’u New York’ta bir nakliyat şirketinde çalışırken buluruz. Hayatını düzene koymaya çalışmaktadır ama o hayalleri olan gençten eser kalmamıştır sanki. Arada Nickel’de geçen zamanları arada New York’taki günleri okuruz. Sonra Nickel’in arka kapısının açıldığına dair haberleri duyar bir gün. Sonrasında açılan Pandora’nın kutusu olacaktır. Colson Whitehead Florida’da Arthur G. Dozier Erkek Okulu’na dair yayınlanan bir makaleden esinlenerek yazdığını belirtiyor romanı. Kolaylıkla başka örneklerin de bulunacağını bilmek insanı rahatsız ediyor. Sıradan bir okurun romanda anlatılanlar gibi hikâyelerin parçası olma ihtimali düşük tabii ama bu hiç olmadığı anlamına gelmiyor.

Ne yazık ki toplumların hemen hepsinde adaletsizliğin yaygın olduğunu biliyoruz. Güçlünün güçsüze, hâkimin düşküne istediğini yaptığı, yaptırdığı olaylar hangimize yabancı? Siyahların 1960’lardaki sınıfsal sorunları, Martin Luther King, adalet kantarının topuzunun kimlerin elinde olduğu… Dünyanın son 50 – 60 yılına dair bildiklerimiz ve kitabın içinde olmayan ama hepimizin kolaylıkla anımsayacağı adaletsizlikler okumayı pekiştirerek kurgunun gerçekliğini artırıyor. Çocuklarının cenazelerini arayan anneleri düşününce arkeoloji kazısında bulunan kemikler sanki gözümüzün önünde şekilleniyor. Giriş bölümündeki mezarlığın kapısından girdiğinizi anlayacaksınız kitabın bir yerinde. Sanırım hepimizin için aynı yer olmayacak burası… Nickel Çocukları bizi adalet üstüne tekrar düşünmeye davet ediyor. Elimizin yetmediği yerlerde yaşanan adaletsizliklere karşı bir üzüntü, gerekeni yapmadığımız zamanlar için bir suçluluk duygusu ve pek çok sorgulama. Binlerce yıllık insanlık tarihinden kişisel tarihimize, zulüm ve zalimle ilişkimizi bir kez daha sorgulamamız konusunda uyarıyor.

Nickel Çocukları, Colson Whitehead, Siren Yayınları, 216 s.

Önceki İçerikBu Hayat Kimin Hikâyesi?
Sonraki İçerikKitapçı Rafı