Ana Sayfa 193. Sayı Doğa ile savaş mı, uyum mu?

Doğa ile savaş mı, uyum mu?

330

Bilim ve Gelecek’te birkaç sayıdır doğal afetler ve insanlar/toplumlar olarak bu doğa olaylarına ilişkin tutumumuz üzerine yayın yapıyoruz. Geçtiğimiz sayının kapak dosyası “Avustralya yangınları” idi. Elinizdeki sayıda da Wuhan salgınından yola çıkarak virüs-insan ilişkisini irdeliyoruz. Depremler ise uzun süredir temel gündemlerimizden biri. Doğal afetlerin mekanizmalarını bilimsel olarak çözümlemek tedbir almanın ve afet karşısında “normalleşmenin” ilk şartı. Kuramsal düzlemde ise insan-doğa ilişkisi üzerine nesnel bir tutum geliştirmek gerek.

Bilimsel devrimleri “insanın doğa karşısında kazandığı büyük zaferler” olarak tanımlamak doğru değil. Aslında tam tersine bilimsel devrimler, insanı kutsallaştırmalardan arındırmış, onu sıradanlaştırmış, daha doğrusu doğallaştırmıştır. Her büyük bilimsel atılımla birlikte “doğaüstü” tahtlarımızın bir tanesini daha yitirir ve doğa yasalarına nasıl tabi olduğumuzu daha yetkin bir biçimde kavrarız.

Kopernik Devrimi, evrenin merkezi olduğunu ve tüm gökcisimlerinin çevresinde döndüğünü düşündüğümüz “kutsal evimiz” Dünya’nın, Güneş’in etrafında dönen sıradan bir gezegen olduğunu gösterdi. Giderek çok daha gelişmiş araçlarla evreni gözlediğimizde, sayısız gökada kümesi içinde yer alan sayısız gökadanın içindeki sayısız yıldızdan birinin çevresinde dönüp duran bir gezegende ikamet ediyor olduğumuzu anladık. Daha da “incitici” bir kavrayış, Tanrı’nın sevgili kulu insanın, canlı türlerinin birbirinden evrimleşmesiyle oluşan yaşam ağacındaki türlerden biri olduğunu kanıtlayan Darwin-Wallace Evrim Kuramı ile geldi. Evimiz gibi türümüzün de “sıradan” ve “doğal” olduğunu anladık. Marx’ın toplum kuramı ile birlikte toplumların da “insanüstü” ve “doğaüstü” bir varlığın ereği doğrultusunda ve onun elçileri ve temsilcileri aracılığıyla değil, yaşam ve geçim ekonomisinin nesnel yasaları doğrultusunda geliştiğini kavradık. Nörolojik devrim, son “kutsal sığınağımız” olan akıl-bilinç becerimizin de bize “bahşedilmiş” bir nitelik olmadığını, evrimsel sürecin sonucu olduğunu gösteriyor.

Kısacası bilimsel devrimler, “doğa ile savaş”, “doğaya karşı zafer” gibi tanımlamaların ne kadar metafizik (idealist) yaklaşımlar olduğunu gösterir. Her bilimsel atılımla birlikte doğanın bir parçası olduğumuzu biraz daha anlıyor ve “doğa ile uyum” yaklaşımını daha üst düzeyde kavrıyoruz. İnsanlar olarak doğa ile bir savaş vermiyoruz. Doğa bize depremler, yangınlar, kasırgalar, virüsler, çığlar vb yoluyla saldırmıyor. Doğa-evren, bizim “doğa yasaları” dediğimiz hareket ilkeleri doğrultusunda değişiyor, dönüşüyor. Biz de bu değişim-dönüşüm yasalarını keşfetmeye, anlamaya, kavramaya ve onlara uyumlu bir biçimde yaşamaya, türümüzün devamını sağlamaya çalışıyoruz.

Eğer bir üretim sistemi-yaşam tarzı, en temel yaşam ilkesi olan doğa ile uyum ilkesini ihlal etmeye başlarsa, ya o sistemin sonu gelmiş demektir ya da o sistem kendisiyle birlikte insan türünün de sonunu getirecektir. Gerek canlıların evrim sürecinde gerekse insanlığın tarihinde sayısız kez yaşanmış bir olgudur bu. Doğa ile uyum sağlayamayan yok olur!

***

Pangaltı Evrim Atölyesi, 28-29 Mart 2020, tarihlerinde Şişli Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde “Şişli Evrim Günleri” adı altında iki gün sürecek bir dizi sunum gerçekleştirecek. Sunumları yapacak olan katılımcılar hem ulusal hem de uluslararası bilimsel çalışmalarda bulunmuş kişilerden oluşuyor; çoğu Bilim ve Gelecek’in de yazarları. Bu güzel etkinliği tüm okurlarımıza öneriyoruz.

Dostlukla kalın…

Önceki İçerikGeleneksel ve tamamlayıcı tıp bataklığı
Sonraki İçerikKitapçı Rafı