Öncelikle belirtmem gerekir; bu yazıyı tıp doktoru, virolog ya da salgın hastalıklar uzmanı olarak değil, İtalya’da yaşayan bir Türkiye vatandaşı olarak, gözlemlerimi ve edindiğim bilgileri paylaşmak için yazıyorum. Virüs ve etkileri hakkında uzman görüşü için lütfen Dünya Sağlık Örgütü gibi kaynakları takip ediniz.
İtalya Sivil Savunma Ajansı’nın sitesinde 10 Mart 2020 saat 18.00’da güncellenen bilgiye göre ülkede 10.149 kişide koronavirüs saptandı, bunların yarısına yakını İtalya’nın kuzeyinde Milano kentinin de olduğu Lombardiya bölgesinde bulunuyor. Şimdiye kadar 1004 hasta iyileşti. Ölü sayısı ise 631. Dün, Milano’daki “1 numaralı hasta” 18 gün kaldığı yoğun bakımdan çıkarıldı. Hâlâ kesin olarak söylenemese de İtalya’da hastalığın başlangıç aşamasının bir iş toplantısından kaynaklandığı düşünülüyor. Münih civarında Şanghaylı iş ortaklarıyla bir toplantı yapan ilk hastanın 33 yaşında bir Alman olduğu, aynı firmanın Milano civarındaki şubesinde 38 yaşındaki bir kadına (yani İtalya’nın 1 numaralı hastasına) hastalığı bulaştırdığı düşünülüyor. İlk hasta ise çok kısa bir sürede hastalığı atlatmış.
Gerçekten de koronavirüsün en sinsi yanı kuluçka süresinin oldukça uzun olması (14 gün) ve kimi insanların virüs taşıdığını bilmeden diğer kişilerle iletişime geçmesi. Örneğin, hiçbir kronik hastalığınız yoksa ve sağlam bir bünyeye sahipseniz süreci grip gibi atlatabilmeniz mümkün. Bu süre içinde kronik hastalığı olan, özellikle yaş dolayısıyla bağışıklığı zayıf birine farkında olmadan bulaştırırsanız, o kişinin hayatının riske girmemesi kaçınılmaz. Ölümlerin çoğunun kronik bir hastalık ve koronavirüs birleşiminden kaynaklandığına dair bilgiler mevcut. Koronavirüs en çok solunum yollarına saldırıyor ve solunumu güçleştiriyor. Kuru öksürük, 37,5 ve üstü seyreden ateş, halsizlik, grip benzeri belirtiler en temel semptomlardan sayılıyor. Gençlerin “bize bir şey olmuyor” şeklindeki umursamaz tavırlarından sonra, İtalyan sağlıkçıları kesin rakam vermeden birçok genç hastanın da koronavirüs kaynaklı hastanede yattıklarını ve solunum cihazına bağlı olduklarını dile getirdiler.
İtalya’da salgın Şubat ayı sonlarından itibaren etkisini göstermeye başladı. Şubat sonunda yaklaşık 300 kişide tespit edilen hastalık, bugün hızla yayılarak on binlere ulaştı. İtalyan politikacılar, virüs karşısında yüzde yüz şeffaflık politikası izleyeceklerini, kamuoyunu her türlü gelişmeden anında haberdar edeceklerini açıkladılar. Bu tür bir şeffaflığın halkta panik yaratabileceği düşünülebilir, fakat aynı zamanda bilgi kirliliğinin önüne geçmek ve bu hastalığın durdurulmasının tek koşulu olan halk ile siyasetçiler ve bilim insanları arasında kurulacak gönüllü iş birliğini sağlamak ancak şeffaf bir politika ile mümkün görünüyor.
Önce İtalya Bakanlar Kurulu’nun 8 Mart 2020’de imzalanan kararı uyarınca tüm Lombardiya bölgesi ve Modena, Parma, Piacenza, Reggio Emilia, Rimini, Pesaro e Urbino, Venezia, Padova, Treviso, Asti, Alessandria, Novara, Verbano-Cusio-Ossola, Vercelli şehirlerine giriş ve çıkışlar tamamen yasaklandı ve bölge kırmızı alan ilan edildi. Çok kısa sürede görüldü ki hastalığın yayılması hiçbir şekilde önlenemiyordu. Üstelik bu karar muhtemelen bir siyasetçi tarafından gece yarısı basına sızdırıldı ve insanlar bir gecede bu bölgelerden İtalya’nın başka şehirlerine ve güneye kaçmaya başladılar. Akabinde diğer bölgelerin valileri açıklamalar yaparak, bu durumun kabul edilemeyeceğini, bu şekilde gelenlerin valiliğin internet sitesinden bir form doldurup, evde kalmaları gerektiğini, polisin her gün onları arayarak bu durumu kontrol edeceğini, bu karara uymayanların hapis cezasına varan ağır yaptırımlarla karşılaşacaklarını açıkladılar.
“Ben evde kalıyorum”
10 Mart 2020 tarihinde Başbakan Conte, basında “io resto a casa” yani “ben evde kalıyorum” şeklinde bilinen bildirisini yayınlayarak artık sadece bazı şehirlerin değil bütün ülkenin kırmızı alan olduğunu ilan etti. Eğer önü alınamazsa virüsün beş hafta içinde bütün İtalya’ya yayılacağı yönünde bir öngörü vardı. Gerçekten de insanlar her ne kadar el hijyeni gibi konulara dikkat etse de ne seyahatlerinden ne de akşamüstü atıştırması (aperitivo) gibi alışkanlıklardan vazgeçmişlerdi. Gençlerde ise hastalığın sadece yaşlıları etkilediği yönünde bir algı vardı.
Başbakan, “bütün alışkanlıklarımızı ve hayat tarzımızı değiştirmek zorundayız” diyerek durumun ciddiyetine dikkat çektikten sonra, 3 Nisan’a kadar ülkede hayatı kökten etkileyecek kararları sıraladı. İş yerleri ve restoranlar akşam 6’ya kadar açıkken, bir belediye sınırlarından diğerine gitmek sadece gerekli, özel sebeplerin yazılacağı “autocertificazione” denen beyannamelere dayalı hale getirildi. Sosyal ilişkilerde bir metre mesafesinin korunması, bu mesafeye süpermarket gibi sıra beklenilen yerlerde de riayet edilmesi, kafe gibi yerlerde alkol ve dezenfektan ile üst seviye hijyenin sağlanması, kalabalığın bir araya gelebileceği, düğünden cenazeye her türlü etkinliğin yasaklanması ve müzelerin kapatılması, maçların seyircisiz bir şekilde oynanması şeklinde bir dizi karantina önlemi getirildi. Üniversiteler, okullar, kütüphaneler, okulların spor salonu gibi sosyal alanları şu an kapalı durumda. Üniversitelerde uzaktan eğitime geçildi. Eczane ve gıda ürünü satan yerler hariç bütün işyerleri hafta sonları kapalı olacak.
İtalya’nın en büyük sanayi bölgesi Lombardiya’da hayat durmuş halde, turizm ise bu koşullarda tamamen bitti. Ülke genelinde 20’yi aşkın hapishanede görüşlerin kaldırılması ve hapishane koşulların korona salgınını tetikleyeceği paniğiyle büyük isyanlar çıkmış durumda. Çıkan olaylar sırasında 12 mahkûm hayatını kaybetti, bunların bir kısmı karışıklık esnasında ecza dolabından aldıkları ilaçlarla öldü. 20’den fazla mahkûm hâlâ firarda. Bu yazının yazıldığı sırada ülkenin daha sıkı tedbirlere tabi olmasını isteyen muhalefet partileri, bütün kamu ulaşım araçlarının kaldırılmasını ve 6’ya kadar açık olan tüm ticari faaliyetlerin de durdurulmasını talep ediyor.
Koronavirüs muhtemelen başka ülkelerde de yayılmaya devam edecek. Burada önemli olan elbette panik yapmamak ama konuya dair aşırı rahatlığa da geçit vermemek. Çin ve İtalya örnekleri üzerinden yola çıkacak bir politika benimsemek gayet mümkün. Örneğin, Türkiye Sağlık Bakanlığı yaptığı duyurularda hastalık belirtisi taşıyan kişilerin ve yurtdışından gelenlerin işyerinden izin almaları için sağlık kurumlarına başvurmasını salık veriyor. Oysa virüs taşıyıcı kişinin hastaneye gitmesi hem salgın döneminde en çok ihtiyacımız olan sağlık personelini hem de diğer virüs bulaşmamış ama o artı bir hastalığa sahip insanları riske atabilir.
Bir korona hattının kurulması, belirtileri taşıyanların burayı aramaları ve kendilerini hiç kimse ile temas etmeyecek şekilde tamamen ev hapsine almaları daha doğru bir yöntemdir. Herkesin sık sık ellerini yıkaması (en az 20 saniye), dışarıdayken elleri asla yüze götürmemesi önemli. Sarılmak, tokalaşmak gibi selamlaşmaları bir süre askıya almak da mümkün. Bu hastalık ancak toplumun diğer bireylerini de gözeten ve kolektif düşünce ile yenilebilir. Eczanedeki bütün antibakteriyel jeli almış olmanız sizi kurtarmaz, tam tersi sizin yüzünüzden bu ürünlere ulaşamamış insanların sayısını, yani hastalığın dönüp dolaşıp yine sizi ya da sevdiklerinizi bulma ihtimalini artırır. Hastalığın koşulları ise kamunun ve sevdiklerimizin sağlığı için bizi yalnız olmaya itiyor; bu aşamada ailemizi ve dostlarımızı gerçekten düşünüyorsak, onlarla yüz yüze iletişimi azaltmamız ve mümkünse “ben evde kalıyorum” dememiz gerekiyor.