Ana Sayfa Bilim Gündemi Ölümünden 500 yıl sonra Kristof Kolomb’un cenaze töreni; Tarihe ölüm!

Ölümünden 500 yıl sonra Kristof Kolomb’un cenaze töreni; Tarihe ölüm!

1688
0

Bilim ve Gelecek olarak  Kolomb’un ölümünün 500. Yılında yayımlamış olduğumuz bu makaleyi ırkçılık karşıtı eylemlerin simgesi haline gelen ve “Tarihinize Ölüm” sloganlarının yeniden yankılanmaya başlaması nedeniyle okurlarımızın erişimine açıyoruz. Kolomb kimdir? Tarihiniz nedir?

1492’de Amerika’yı “keşfeden” Kristof Kolomb, bundan tam 500 yıl önce, 21 Mayıs 1506’da hayata gözlerini yummuştu. Peki, 500 yıl sonra “Kolomb’a ölüm!” diye haykırmanın anlamı nedir? Demek ki Kolomb henüz ölmemiş. Ama öyle gözüküyor ki cenaze töreni yakın. İmamın “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna verilecek yanıt çok önemli. “Kolomb’a ölüm!” sloganı, “Tarihe ölüm!” sloganı ile taçlandırılamazsa, Kolomb’un hesabı kesilemez. Öyle bir noktadayız ki bugün, Homo sapiens tarihin sonunu getiremezse, kendi sonunu getirecektir…

Tam da Irak’ta, Amerikan askerlerinin Bağdat’a girip Saddam heykellerini yıktıkları sırada, dünyanın bir diğer ucunda, Venezüella’da da benzer bir eylem gerçekleştiriliyor, ama orada Kolomb heykelleri yıkılıyordu. Meydanlarda toplanmış kitleler “Kolomb’a ölüm!” diye haykırıyordu.

1492’de Amerika’yı “keşfeden” ünlü İspanyol kaşif Kristof Kolomb, bundan tam 500 yıl önce, 21 Mayıs 1506’da hayata gözlerini yummuştu. Peki, 500 yıl sonra “Kolomb’a ölüm!” diye haykırmanın anlamı nedir? Yazımızda bu sorunun yanıtını bulmaya çalışacağız.

Tarihte “hesap kesmek”
Gazeteciler, Çin Devrimi’nin liderlerinden ve ÇHC Devlet Başkanı Çu En Lay’a 1789 Fransız Devrimi’ni nasıl değerlendirdiğini sorduklarında Lay ilginç bir yanıt vermiş: “Sağlıklı bir değerlendirme için henüz erken”. Çu En Lay’ın tarih kavrayışını daha iyi anlayabilmek için bir başka anekdot aktaralım: Yine soruyorlar, “Devrimin liderleri Mao, Çu Teh, siz oldukça yaşlısınız. Öldüğünüzde sağcılar iktidarı ele geçirirse ne olur?” Çu En Lay sakin sakin yanıtlıyor: “Çin’e 3000 yıl feodaller hükmetti. Bir 3000 yıl da sağcılar hükmeder. Sonra yine biz geliriz!”

Tarihte “hesabın kesilmesi” o kadar kolay değil. Kesildiği sanılıyor ama, bazen yüzyıllar sonra henüz kesilemediği ortaya çıkabiliyor. Çu En Lay ne kadar da haklı. Fransız Devrimi’nin üzerinden henüz 200 küsur yıl geçmiş; daha dün gibi. Bakın, Kolomb’un 500 yıl önceki eylemi, hâlâ nasıl da birbirine zıt değerlendirmeleri doğurabiliyor. Batı Uygarlığının ilk büyük kahramanlarından Kolomb, dünyanın başka bir yerinde milyonlar tarafından lanetlenebiliyor; yani eylemi hâlâ keskin bir tartışma konusu. Bırakalım Kolomb’u, insanlık henüz 1500 yıl önceki Hz. Muhammed eyleminin hesabını kesebildi mi? Nerede kaldı hesap kesmek; karikatürünü bile yayınlayamazsınız!

Bu durumun birinci nedeni, tarihin motorunun “büyük insanlar”ın eylemleri değil, sınıf mücadeleleri olmasıdır. Tarihin vitrinine çıkan insanlar, bilincinde olsunlar ya da olmasınlar, temsil ettikleri toplumsal sınıfların öncüleri olarak boy gösterirler. Yaptıkları eylemler de o sınıfın tarihinin bir parçasıdır. Sınıflarının yaşamı sürdükçe; hatta daha da ötesi, o anda bulundukları tarihsel konumları (ezen-ezilen, sömüren-sömürülen vb. konumlar) çok farklı biçimler alarak da olsa devam ettikçe, hesaplarının kesildiği tam olarak söylenemez. Örneğin 2000 küsur yıl önceki Roma-Spartaküs savaşı bitti mi? Eğer bitmiş olsaydı, 20. yüzyılın başında Alman işçi sınıfı kendilerine “Spartakist” diyen sosyalistler önderliğinde ayaklanır mıydı? Sonuç yine aynı oldu: Rosa ve yoldaşları, bu kez çarmıha gerilerek değil daha “modern” bir yöntemle, kafalarına kurşun sıkılıp nehre atılarak katledildiler. Olsun! Hesabın kesildiğini kim söyleyebilir? Ne Roma’nın hesabı kesilmiştir henüz, ne de Spartaküs’ün. Kısacası, farklı sınıflar ve zıt konumlar devam ettikçe farklı değerlendirmeler de devam edecektir. Kolomb’un, Atlantik’in bir yakasında kahraman, diğer yakasında ise lanetli olmasının, henüz ortak bir fikre varılamamasının bir nedeni budur.

Bu durumun ikinci nedeni, tarihin gelişiminin çizgisel ve evrimsel değil, çatallı ve sıçramalı oluşudur. Eğer çizgisel olsaydı, çeşitli sınıflar ve onların temsilcileri resmi geçit yapar gibi birbiri ardı sıra sahne alırlar ve hesaplar kesile kesile yürünürdü. Fakat tarihin ilerleyişi son derece kaotik. Sıçramalarla, geri dönüşlerle, patlamalarla ve çöküşlerle dolu. Öte yandan Herakleitos’un ırmağı Nil gibi çölde salına salına akmıyor; Amazon misali ortamı bir ağ gibi sararak akıyor. Akışın öncülüğü çok değişken, bir dönem önde giden bir süre sonra geriye düşebiliyor. Biraz indirgemecilik yapma pahasına denilebilir ki, tarih “toplumsal mutasyonlar”la (“devrim” de diyebiliriz) ilerliyor. Dolayısıyla tarih yeniden ve yeniden ve her defasında farklı olarak yazılıyor. Genel kural, tarihi yapanın, tarihi yazdığıdır. Tarihi yapmak herhangi bir toplumun tekelinde değil. İşte bugün “Kolomb’a ölüm!” diye haykıranlar da tarih yapmaya başladılar. Yazacakları tarih de farklı olacaktır; sloganlarından anlaşılıyor.

Bunlara bağlı üçüncü bir neden, tarihin iç içe geçen ve birbirini kapsayarak gelişen süreçlerle oluşmasıdır. Bir çekirdeğin giderek bir meyveye dönüşmesi, bir ceninin bir insana dönüşmesi veya -biraz kabalaştırarak söyleyelim- bir “matruşka” gibi. Tarihin gelişimi kaotiktir ama, giderek daha kapsayıcı bir sentezin (düzenin) oluşmakta olduğu gözlenebilir. Yeni bir süreç, eski süreci kapsayarak oluşur. Bu kapsama; kopma, harmanlama, damıtma ve aşma aşamalarıyla gerçekleşir. Böylece eskinin ana süreci, yeni dönemde bir alt aşamaya dönüşür. Yeni sentez, geçmişten geleceğe kapsadığı ve bir alt aşamaya dönüştürdüğü eski süreci yeni baştan değerlendirir ve daha doğru biçimde yerli yerine oturtur. Sınırlılıklar, ancak sınırlar genişlediği zaman ortaya çıkabilir. Ancak o zaman daha olgun bir değerlendirmeye kapı aralanabilir. İşte yeni ve daha kapsayıcı bir sentezin ilk adımlarından birini oluşturan bir devrimin liderlerinden olan Çu En Lay’ın Fransız Devrimi’nin değerlendirmesi için “henüz erken” demesinin nedeni bence budur. Böyle bir sözü 19. yüzyıl Marksistlerinden doğal olarak duyamazsınız (Marx da dahil). Onlar için Fransız Devrimi’nin yeri nettir. 20. yüzyıl Marksistlerinin sezdiği yeni sentez gelecekte gerçekleşirse eğer, Fransız Devrimi herhalde, belki daha başat bir yere değil (belli de olmaz, belki daha da başat bir yere) ama daha net bir yere oturacaktır yeni tarih tablosunda. Kolomb eylemi de aynı kaderi paylaşacak.  İnsanlık gelecekte Kolomb’u daha sakin ve daha olgun bir biçimde değerlendirerek yerli yerine oturtacak; yani hesabını kesecek.

Şimdi bütün bu yazdıklarımız ışığında Kolomb eylemine daha yakından bakalım.

Kristof Kolomb kimdir?
Kişilik olarak değil, tarihsel olarak çözümlemeye çalışalım: Kristof Kolomb kimdir? Büyük bir uygarlığın doğuşunun simgelerinden biri olan müthiş bir devrimci mi? Yoksa -bilincinde olsun veya olmasın- tarihin en büyük kıyımlarından birinin başlamasına yol açan eylemin öncüsü mü? Kahraman mı, lanetli mi? Şu anda her ikisi de. Gelecekte? Bazı şeyler seziyoruz, ama tam olarak bilemiyoruz; “henüz erken”…

Kristof Kolomb “tarihin bir kör aleti” olarak değerlendirilebilir mi? Bilindiği gibi bu Marx’ın deyimidir. Marx, 1853 yılında yazdığı “Hindistan’da İngiliz egemenliği” adlı makalesini şöyle bitirir:

“Hindistan’da bir toplumsal devrim yaratırken, İngiltere’nin, en aşağılık menfaatleri göz önünde tutarak hareket etmiş ve amaçlarına varmak için budalaca davranmış olduğu besbellidir. Ama önemli olan, işin bu yanı değil. Önemli olan, insanlığın kendisini bekleyen geleceği, Asya’nın bugünkü durumunu alt üst eden bir devrim olmaksızın gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğidir. Gerçekleştiremeyeceği doğruysa, İngilizler’in cürümleri ne olursa olsun, bu cürümleri, sözü geçen devrimi ortaya çıkarmış olmalarından dolayı tarihin birer kör aleti olarak görmemiz gerekir. Öyleyse, eski bir dünyanın yıkılışını seyrederken ne kadar hüzün duyarsak duyalım, Goethe ile birlikte şöyle seslenebiliriz: ‘Neşemizi artırdığına göre, bu acı bizi üzmeli mi? Timur’un boyunduruğu sayısız insan hayatını ezmedi mi?’” (K. Marx – F. Engels, Sömürgecilik Üzerine, Gerçek Yayınevi, Çev.: Selahattin Hilav, Birinci baskı, Ekim 1966, s.35.)

Marx bu satırları yazdığında Avrupa’da sanayi devrimlerinin doruğu yaşanıyordu ve “insanlığın kendisini bekleyen geleceği” önce kapitalizm ve ardından sosyalizm olarak düşünülüyordu. Bu bakış açısıyla İngilizler, ne kadar barbarca davranırlarsa davransınlar, Hindistan’da kapitalizmin (dolayısıyla sosyalizmin) yolunu açan “tarihin kör aleti” olarak değerlendiriliyorlardı. Benzer biçimde, Kolomb ve ardılları da, Amerika’da tarihin önünü açan “kör aletler” olarak nitelendirilebilir.

Eğer tarih çizgisel bir hat izliyorsa, yani bütün dünya için sosyalizm ancak kapitalizm sonuna kadar yaşandıktan sonra gündeme gelebilecekse, Marx haklıdır. Ama böyle olmadı, tarih kendine başka bir mecra buldu. Sosyalizm, ezilen dünyada, kapitalizmden değil, anti-kapitalizmden çıktı. Bilindiği gibi 20. yüzyılın kapitalizmi aşma ve sosyalizme ulaşma pratikleri, kapitalizmin en ileri gittiği yerlerde değil, Rusya ve Çin gibi kapitalizm açısından oldukça geri bölgelerde, kapitalizme direnerek ortaya çıktı. Hadi Rusya ve Çin’i bir kenara bırakalım, çünkü oralarda geri dönüşler yaşandı ve yeniden kapitalizm yoluna sapıldı. Peki, günümüz pratiğine bakarsak ne görüyoruz? Eğer Marx haklı olsaydı, bugün Latin Amerikalı sosyalistler “Kolomb’a ölüm!” diye değil, “Yaşasın Kolomb!” diye haykırırlardı. Yani şu veya bu düzeydeki kapitalizme direnme (ve aşma) atağı “Kolomb’a ölüm” sloganıyla geliyor, “Yaşasın Kolomb” sloganıyla değil. Ne dersek diyelim, yeni bir tarih (yeni bir sentez), Kolomb’a (veya Hindistan’ı sömürgeleştiren İngilizlere) direnilerek oluşturuluyor, Kolomb’u (veya Hindistan’ı sömürgeleştiren İngilizleri) destekleyerek değil. Bugün Latin Amerikalı sosyalistler tarihten bir esin kaynağı arayacak olsalar, Kolomb’u ve ardıllarını mı bulacaklar, yoksa onlara bir şekilde direnmiş olan Aztek ve İnka imparatorlarını veya “ilkel” yerlileri mi? Bolivya’da yeni iktidara gelen Morales’in, resmi yemin töreninden birkaç gün önce, 20 bin kızılderilinin katıldığı ve İnka geleneklerine göre düzenlenen “taç giyme” törenine Güneş Rahibi olarak katılması ve Bolivya’nın yerli halkı tarafından İspanyollar’ın gelişinden 500 yıl sonra ilk “resmi” lider olarak kutsanması ilginç değil mi? Dikkat edelim, esin kaynakları Kolomb değil, Güneş Rahipleri! Bugün sosyalizme ulaşmaya (veya emperyalizme direnmeye diyelim) çalışanlar, Kolomb ve ardıllarından değil, Kolomb ve ardıllarına direnenlerden esinleniyorlar. Demek ki, daha derinlere kepçe atan başka bir süreç başlamıştır ve o süreç Kolomb’la simgelenen eylemi -şimdilik- olumlu bir yere koymuyor. “Şimdilik” dedik; çünkü yeni süreç henüz kopma aşamasındadır, dolayısıyla eleştiri dozu yüksektir. Kendini tarihe kabul ettirebilmesi için Kolomb’u öldürmesi gerekiyor. Süreç henüz “yiğidi öldürme” aşamasındadır; hele bir öldürsün, sonra “hakkını verecektir”.

“Kolomb kimdir?” sorusunun nihai yanıtı gelecekte verilecek. Kolomb 500 yıldır bir “kahraman” ve “öncü” idi. Fakat kimin kahramanı ve öncüsü?: Burjuva Batı Uygarlığının. Batı Uygarlığı bir insanlık sentezi yaratamadı, sınıflılığı aşamadı. Yaratamamasının nedeni sadece geldiği son aşama (emperyalizm) değil; kökenindeki yıkıcılık ve yok edicilik. Daha doğrusu, yıkıcı ve yok edici bir devrimcilik. İşte bu nedenle bugün emperyalizme direnenler, sadece “Kahrolsun Bush!” demekle yetinmiyorlar, “Kahrolsun Kolomb!” da diyorlar. Çünkü onlar aslında “Kahrolsun Tarihiniz!” demek istiyorlar. Bu nedenle, Kolomb’u “tarihin kör aleti” olarak nitelemek de onları tatmin edemez. Gelinen noktada “alet”ler tartışılmıyor, tarihin kendisi tartışma konusudur artık. Yeni bir tarih yapılıyor. Sonuç itibariyle yeni bir tarih yazılacaktır ve Kolomb da orada yerini alacaktır.

“Nasıl bilirdiniz?”
Bir kişi, tarihsel ve toplumsal anlamda, ne zaman ölür? Biyolojik yaşamı sırasında gerçekleştirdiği pratiği, toplumun pratiğinden bir daha geri dönmemecesine çekildiği, artık bir esin kaynağı olma potansiyelini yitirdiği zaman. Yani “müzelik” olduğu zaman. Yani “ölümsüzleştiği” zaman. “Ölümlü olma” niteliği “yaşam”ın en temel kıstaslarından biriyse, “ölümsüzlük” de gerçek ölüm anlamına gelir. Bir paradoks gibi ama, gerçek bu: “Ölümsüz” olduğumuz zaman ölürüz.

Kitleler neden “Kolomb’a ölüm!” diye bağırıyorlar? Kolomb zaten 500 yıl önce ölmedi mi? Hayır! Demek henüz ölmemiş ki, birileri bugün hâlâ onu öldürmeye çalışıyor. Aslında onlar -bilincinde olsunlar veya olmasınlar- Kolomb’u ölümsüzleştirmeye, yani temsil ettiği pratiği “müzeye koymaya” çalışıyorlar.

Bugün “Kolomb’a ölüm!” diye haykıranları, ironik bir biçimde, yeni tarihin “kör aletleri” olarak nitelendirebiliriz. Henüz yeni tarihin ilk aşamalarındayız. Ve galiba, 500 yıl sonra, Kolomb gerçekten ölüyor. İnsanlık galiba, artık Kolomb’a ihtiyaç duymayacağı bir dönemin eşiğine geliyor. Kristof Kolomb müzeye kaldırılıyor. Asıl cenaze törenidir bu! Cemaat bugün “Kolomb’a ölüm!” diye haykırıyor. Çok değil bir süre sonra imam soracak, “nasıl bilirdiniz?” diye. Bu soruya verilecek yanıt çok önemli; Kolomb’un gerçekten ölüp ölmediğini gösterecek.

Yeni tarihi yapanlar, bir insanlık sentezi yaratabilecekler mi? Yapacakları Kolomb analizi bunun kıstaslarından biri olacaktır. Laboratuarlarında “Yıkıcı Kolomb” ile “Devrimci Kolomb”u ayrıştırabilecekler mi? Kolomb’ların yapamadığını yapabilecekler mi? Yiğidi öldürdükten sonra hakkını verebilecekler mi? Hesabı kesebilecekler mi?

Sınıflılığa (tarihe) son verme potansiyeline sahip bir sınıf bunu yapabilir ancak. İnsanlık, ilk kez bu olgunluğa ermiş gözüküyor. “Kolomb’a ölüm!” sloganını, “Tarihe ölüm!” sloganı ile taçlandırabilme olgunluğudur bu. Öyle kapsamlı bir tarih yapımıdır ki, tarihin sonunu getirecektir.

Yazımızın başına dönelim. Tarihte hesap ne zaman kesilebilir? Atalarımız (ve analarımız) yanıtı vermiş aslında: Kıyamet gününde. İlk kıyamet tarihi başlatmıştı; son kıyamet ise tarihi bitirecektir. Herkes gibi Kolomb da hesap verecek o gün. Yıkıcılığı Kolomb’un suçudur, ama devrimciliği onu kurtaracak. İnsanlık imamın “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna, bence “İyi bilirdik” diye yanıt verecek. Bu “İyi bilirdik” deyimi, hepimiz biliriz ki, işini bitirmiş olmanın verdiği rahatlık, olgunluk ve kapsayıcılığın getirdiği affediciliğin bir yansımasıdır. Ve Kristof Kolomb işte o zaman defnedilecek: Kolomb ölümsüzdür!

Son bir not: Öyle bir noktadayız ki bugün, Homo sapiens tarihin sonunu getiremezse, kendi sonunu getirecektir…