Ana Sayfa 196. Sayı Darwin solucanların izinde

Darwin solucanların izinde

298

En önemli bilimsel devrimlerden birini gerçekleştiren Darwin, daha pek çok konuda gözlem yapmıştır. Merak ettiği alanlar o kadar geniştir ki, eserlerini incelediğinizde karşınıza botanikten zoolojiye kadar pek çok bilim alanı çıkar. Darwin’in ilgiyle araştırdığı konulardan biri bitkisel humus oluşumuna solucanların etkisiydi. Ancak konuyu araştırırken, solucanları sadece katkıları bakımından incelemedi. Merak ediyordu, ancak sadece solucanlarınetkisini gözlemlemek aklındaki soru işaretlerini gidermeyecekti. Gözlemlerini solucanların alışkanlıklarına çevirdi: Solucanlar nereyi mesken tutarlar? Solucanların gözleri var mıdır, koku alırlar mı? Ve ilginç bir soru daha: Solucanlar duyar mı? Yanıtları bulmak için bilimin en temel yöntemlerinden birine yöneldi: Gözlem. Aklındaki her bir soru için onlarca ayrı durum oluşturup, solucanların tepkilerini gözlemliyordu.

“Solucanlar oyuklarına yaprak sürüklemekle ya da bunları yemekle meşgulken, hatta bu iş sırasında verdikleri kısa dinlenme molalarında, ışığı ya algılamıyorlardı ya da ışığa aldırmıyorlardı…” Darwin’in akıcı ve anlaşılır bir dille yazdığı notlarını okuduğunuzda; o, söz konusu gözlemi yaparken, çıkarımlar üretirken, notlarını yazarken yanındaymışız gibi geliyor. Çünkü o doğayı anlamak, doğanın işleyişine dair edindiği bilgileri diğer insanlarla paylaşmak, doğayı anlaşılır kılmak istiyordu. Anlatım dilindeki sadelik, gözlemlerini kesin kurallar gibi sunmaması, gözlem yaptığı alanla ilgili farklı çalışmaları notlarında tartışması ve sorularına cevap bulana kadar yılmadan devam etmesi… Darwin’i unutulmaz ve günümüz dünyası için bir ölçüde anlaşılmaz kılan noktalardı tüm bunlar. Çünkü yola aklınızda bir soru ile çıkarsanız, gözlemleriniz sizi sadece bir sonuca götürmeyecektir. Daha büyük emek isteyen, başka gözlemleri gerektiren yeni sorular gelecektir aklınıza. Darwin, solucanların gözleri olmadığını ancak aydınlık-karanlık ayrımını yapabildiklerini gözlemledi. Solucanlar bu ayrımı nasıl yapıyordu? İlerleyen aşamalardaki gözlemleri, solucanların ışığı bazı durumlarda algılayamadıklarını gösterdi. Aydınlık-karanlık ayrımının anlaşılmasında başka duyuların etkili olabileceğini düşündü, işte bu noktada kendini yeni gözlemlerin içinde buldu. Peki ya solucanlar ışığı algılıyor ama tehlike hissetmediklerinde ışığa aldırmıyorlarsa? İnsanı doğanın merkezine alan bakış açısının hâkim olduğu bilim dünyasında bu ifade bir ihtimal gibi görülse dahi, gözlemlerin bir parçası haline getirilme olasılığı düşüktür. Çünkü bu bilginin solucanlara dair bir özelliği öğrenmek dışında sunabileceği bir katkı ve fayda yok, harcanan emek ve zamandan ibaret bir gözlem süreci var sadece. Ancak –gerçek- bir biliminsanı aklında bir soruyla çıkıyorsa yola ve merak eşlik ediyorsa ona, solucanların ışığa aldırış edip etmemesi dahi önem kazanır. Çünkü istisnaları dışarıda bırakırsak, günümüzdeki genel insan/biliminsanıprofilleriiçin geçerli olan bildiği sanmak değil, bilmek elzemdir bilim için. Bildikçe, bilgi edindikçe günlük pratiği besleyebilir, pratikten yeni bilgiler edinebiliriz.

Karakterleri solucanlar olan bir roman okuyormuş hissi veren notlarında Darwin, merakını gidermek için yapamayacağı şey olmadığını da gösteriyor adeta. Solucanların işitme sistemlerine dair gözlemleri için onlara düdük, fagot ve piyano çalıyor, solucanların tepkilerini ölçüyor ve şu gülünç cümleyi kuruyor: “Eğer nefesin vücutlarına çarpmamasına dikkat edilirse, çığlığa karşı da kayıtsız kalıyorlar.” Solucanların beslenme alışkanlıklarını inceleyip onlara lahanadan ada çayına, etten pancara kadar pek çok besin sunduktan sonra ortaya çıkan farklılıkları solucanların tat tercihine yoracak incelikte Darwin. Peki, solucanlar için zekâdan bahsedebilir miyiz? Darwin cevap veriyor heyecanla: “Dikkatlerini çektiğimizde, normalde ilgi gösterecekleri etkileri görmezden geldiklerini gördük; dikkat, bir nevi zekânın varlığına işarettir.”

Ölümünden kısa bir süre önce yayımladığı, son bilimsel kitabı Solucanlar’daDarwin diyor ki, “Arkeologlar solucanlara minnettar olmalı, çünkü çürümeye meyilli olmayan, arazi zeminine düşmüş bir nesneyi, kendi dışkılarının altına gömerek, sınırları belirsiz uzun bir süre muhafaza ederler…” Darwin devam ediyor: “Elimizde çimle kaplı, geniş bir alan varsa, güzelliğinin büyük oranda bel bağladığı düzlüğünün, tüm engebeleri yavaş yavaş düzleyen solucanlardan kaynakladığını unutmayalım.” Darwin bitiriyor: “Saban, insanın en eski, en değerli icatlarından biri; fakat daha insan var olmadan uzun süre önce arazi aslında toprak solucanlarınca muntazaman sürülüyordu. Dünyanın geçmişinde, aşağı bir örgütlenişe sahip bu hayvanlar kadar önemli rol oynamış hayvan çok var mı, kuşkuluyum.”

Şüphesiz ki Darwin’in fikirleri pirüpak değildi, doğal seçilim fikrine giden yolda çıkış noktası yanlıştı, daha pek çok eksiği vardı ancak Türlerin Kökeni’nde sunduğu fikir devrim niteliğindeydi. Darwin’in ardından ortaya çıkan ve Darwin’in kuramsallaştırmadığı Darwinizm, Neo-Darwinizm gibi akımlar, indirgemeci olmakla birlikte bilmeyene Darwin’i çok yanlış tanıtıyor. Oysa Darwin’in “acı hicvi”*, bize kim olduğumuzdan öte ne olduğumuzu ve bu noktaya nasıl geldiğimizi gösterdi. Bunu unutmamalı; evrim gerçeğini, gözlem yapmanın ve merak etmenin önemini hep savunmalıyız. Eh, ne demeli, bu da bizim mücadelemiz olsun!

* Friedrich Engels, Doğanın Diyalektiği, Sol Yayınları, s. 415.

Charles Darwin,
Solucanlar: Bitkisel Humus Oluşumunda Solucanların Etkileri ve Solucan Alışkanlıklarına Dair Gözlemler,  Alfa Basım Yayım,  2020,  s.187.

Önceki İçerikNazi üniforması giymeyen faşizm…
Sonraki İçerikDoğa ve İnsan
İstanbul Üniversitesi'nde Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde okuyorum. Evrim, Populasyon Genetiği, Moleküler Ekoloji ve Entomoloji alanlarıyla ilgiliyim. Bu alanların yanı sıra müzik ve tiyatro ile de ilgileniyorum.