Ana Sayfa Dergi Sayıları 208. Sayı Türkçe çeviride törecilik

Türkçe çeviride törecilik

134
0

Örnek
Onlarca çevirmenin yüzlerce hatalarını tartışamam burada, dolayısıyla örneklerimi sınırlayacağım.
J.P Sartre, A. Camus gibi filozofların Türkçe çevirilerinde “namus”, “Allahaısmarladık” gibi sözcüklerle karşılaşınca tüylerim ürperiyor – abartısız! Ve okumaya devam edemiyorum, çünkü yemek yemeden önce besmele çekecek bir tanrıtanımaz Sartre ile karşılaşacağımdan korkuyorum ya da Camus ile birlikte Cuma namazına giden bir Foucault ile. Şaka değil bu! Bir paranoya dalgası tepemin üzerinde dolaşmaya başlıyor. Ve kitabı çöpe fırlatıyorum.
Bu kadar kötü olabilir mi bir çeviri! Bir çevirmen bu kadar namus müptelâsı olabilir mi?
Namus: Grekçe “Nomos” (yasa, düzen, kural) sözcüğü Arapçaya Orta Çağ’da çeviri yoluyla geçmiştir. Ve kökünden farklı olarak İslam kültüründe “şeriat” anlamını almakla hiyerarşik bir düzlemde çeşitli kategorilere (aile, toplum, cinsellik vb.) ayrılmıştır. Bu kavram yalnızca oryantal ve (Türk-)İslami kültürlerde geçerlidir. Dünyanın başka hiçbir yerinde bu kavram bu tarz ve bu yoğunlukta bir içerik taşımaz.
Çevirmen olarak Türkiye’de pek beğenilen Tahsin Yücel, “Dandy” sözcüğünü “züppe” ile karşılamıştır. “Züppe” sözcüğünün genel olarak olumsuz içerikli olmasından rahatsızlık duymuyorum, sadece yanlış bir çeviri olduğu için rahatsız oluyorum, bunu da belirteyim.
“Kavram” olarak Oscar Wilde’a dayanan bu sözcüğün kökeni tam olarak bilinmemektedir; bilinen tek şey, Dandy’nin Andrew adının sevecen şekli olmasıdır, yani Andrewcuk (“Tahsincik” gibi) gibi ya da  “to dandle” fiilinden türetildiği (şımartmak, yüz vermek) iddiasıdır. Wilde’ın, sevgilisi Andrew’a “Andrewcuğum” diye hitap etmesi. Olay bu! Sözcük bu! Kavram bu! Hepsi bu.
Benim gibi özgür bir düşünür için bu konu o kadar saçma ki üzerine ayrıntılı yazmak bile sıkıntı veriyor. Çevirmen takmış kafasına ille de her yabancı sözcüğün bir Türkçe (Osmanlıca) karşılığı olmalı! Yok be’yefendi yok her sözcüğün karşılığı! Ya yeni uygun bir sözcük üretirsiniz ya da orijinali alırsınız, bu kadar! Ya da üretmeyin, aman, bırakın kalsın, yapmayın, hiç dokunmayın en iyisi! Dandy Dandy’dir. Yok başka adı!
“Dandycilik”, ilkeleri olan bir izmcilik olmamakla birlikte bir düşünce “akımıdır”. Başsızdır, bağımsızdır ve asi bir yaşam tarzıdır. Dandy, genele başkaldırandır; farklı olduğunu dış görünümüyle ve bir bütün olarak yaşam tarzıyla dışa yansıtandır. Beden-ruh-düşünce Bir’dir –Dandy’de. Bazıları gibi toplumsala karşı olduğunu söyleyip de toplumsaldan farklı yaşayamayan asalaklar değiller Dandyler.
Oskar Wilde, Max Stirner, Charles Baudelaire, André Breton birer Dandydir, birer başkaldırandır ve giyim ve kuşamlarıyla yaşam tarzları farklı bireyliklerdir ve her biri bir başkadır. Benzersizdirler, Biriciktirler.
Yücel’in yaptığı onlarca hatalarından iki tane daha örneklemekle yetineceğim, zira hepsine bu eleştiride değinmek olanaksızdır. ‘Yoksama.’ Bu da nedir? ‘Yoksaymak’ sözcüğüne ne oldu? Nesi vardı ya da nesi yoktu da yoksayma yoksama oldu? Yaptığı hatalar birbirinden vahim:  L’homosexualité (eşcinsellik) sözcüğünü “cinsel sapıklık” olarak çevirmekle sadece yanlış çeviri yapmakla kalmıyor, aynı zamanda bir ahlâk yargısında bulunuyor. Ya da şöyle söylemek gerekir:   Âhlâksal yargıda bulunabilmek için doğrudan yanlış çeviri yapıyor. Daha ne demeli!
Öneri: Bu yazarlar bu Türkçe ile okunacaksa, hiç okunmasın!

Kuramsal
Beni ilgilendiren dilbilgisi değildir, hatalı ya da düzgün konuşma; şu sözcük burada kullanılır ya da şurada kullanılmaz gibi konular ilgi alanım değildir. Bir çevirmen bu konuda zaten gerekli yeteneğe sahiptir, genel olarak. Gerektiği yerde redaktör müdahale eder.
Bir felsefeci olarak ben bir ülkenin konuşanlarını gözlemlerken kullanılan dilin dilbilgisi ve gramerinden daha çok onun semantik yapısı, konuşanın konuştuğu dili biçimlendirişi ve biçimin konuşanı yönlendirmesiyle ilgileniyorum. Bunun üzerinden de kişinin dilsel ve tinsel yaratıcılığı ilgilendirir beni. Dilin edebiyat, sanat ve felsefesel boyutunda dilci (konuşan, yazan), kendini yaratma olanağına sahiptir, bunu yaparken de diğer dilcilerle ortak bir boyut oluşturur.
Bir çevirmenin dilinden “kim” olduğunu anlayabiliyorsunuz. Öztürkçeci mi, Osmanlıcacı mı, dinsel mi, dinsiz mi gibi kimliksel özellikler gözünüze inatla çarpar. Bu, Türkçenin dil olarak az ya da fazla gelişmişliğinden mi yoksa “ortak” bir dil olamayışından mı kaynaklanıyor sorusunu gerektirse de burada tartışmayacağım. Beni rahatsız eden çevirmenin ideolojik ve ahlâksal yaklaşımıdır.
Bir yazar, bir çevirmen ve bir okur olarak benim şansım ideolojiler üzerinde oluşumdur, dolayısıyla hizmet etmem gereken bir din ve bir ideoloji mevcut değildir. Ben dil ile dil üzerinden dile gelmeye çalışıyorum; “çalışıyorum” diyorum çünkü felsefesel açıdan bakınca tam olarak dile gelmek olanaksızdır. İnsanın dil ile temel sorunu da budur. Analiz ve eleştirilerimde de ideolojiler üzerindeyim, yani tarafsızım. Bu benim en büyük şansımdır; beni, düşünmekte ve yazmakta tam olarak özgür kılar. Bu bir felsefesel hazdır. Metin analizlerimde de aynı tarafsızlığı tadarım. Taraflı olmak bireyi içinden çıkamayacağı bir kısa döngüye sürükler.
Türkçe çeviri konusunda tüm farklı ideolojiler bir çatı altında birleşirler: Muhafazakârlık. Türkçe çevirmenlerde yaygın olan ideoloji ve ahlâk budur; her türden ideoloji mensubu bu düşüncenin mağdurudur. Yukarıda çevirmenlerin dilinden ideolojik yapılarını anlarız derken, aralarındaki tüm ideolojik farklara karşın bu konuda yaklaşık hepsi birleşirler. İşte tam da bu durum Türkçenin ve Türkçe dilcinin psikolojik, pedagojik, sosyolojik ve etiksel değişimini engelliyor.
“Namus, vallahi, Allahaısmarladık, merhum, şeref, hayırlı geceler, hayırlı sabahlar, Allah rahatlık versin, inşallah, maşallah vb.” Daha fazla örneklemek hiçbir şey değiştirmez. Demek istiyorum ki çevirmen hangi düşünce sistemine sahip olursa olsun yine de bu sözcük ve kavramları kullanıyor, oysa orijinal metinlerde bu sözcükleri anımsatan en ufak bir çağrışım bile yok.
Bildiğimiz “ölü”den söz ediyor orijinal metinde yazar, ama Türkçe çevirmen “merhum” diyor. Ölü’ye ne oldu? Merhum sözcüğü ile sözcüğü biçimlendiren ahlâk vurgulanıyor. Üstelik bu sözcüğü bir Öztürkçeci çevirmen kullanıyor. Türkiye’de hâkim olan muhafazakârlığın kökeninde iki temel düşünce mevcut: İslam ve gelenek (töre). Çevirmenlerin büyük çoğunluğu bu iki düşünce sistemine mahkûm oldukları için, özgür bir psikolojik-düşünce dünyasına sahip olamıyor ve doğrudan yanlış ve ahlâkçı çeviri yapıyorlar.
Not: Yücel’den sadece üç örnek sundum, diğer örnekler burada adını teknik açıdan açıklayamayacağım çevirmenlere aittir. “Namus” sözcüğü Yücel’de de mevcut olmasına karşın, başka çevirmenleri hedef aldım bu metinde.