Ana Sayfa 209. Sayı Hâlâ Soluk Alıyoruz

Hâlâ Soluk Alıyoruz

89

Çok uzun bir ay oldu. Çok uzun. Alev alev yandık. Sönemeden sellerde boğulduk. Ağacımızı, hayvanımızı, insanımızı kaybettik. Gün oldu, an oldu umudumuzu kaybettik. Çocuklarımızın geleceği sel sularına kapılıp gitti, bakakaldık. Geleceğin o cilveli neşesi dumana boğuldu, bitti. Bakakaldık.Ama hâlâ soluk alıyoruz. Yandık, boğulduk ama hâlâ soluk alıyoruz. Demek ki hâlâ yapacak çok şey var. Dayanışma var, direniş var. Gelecek var. Soluk alıyorsak umut var, neşe var.

***

İlk yapmamız gereken iki ağaç gördü mü maden, turistik tesis, bilmem ne santrali düşünen bu paragöz kafadan kurtulmak. İlk yapmamız gereken ülkeyi bir inşaat alanına çeviren, dere yatağı, taşkın yatağı dinlemeden her karışı imara açan, gün gibi ortada olan deprem riski karşısında bıyıklarını burmaktan öteye gitmeyen bu toki kafasından kurtulmak. İlk yapmamız gereken denizleri öldüren, paha biçilmez kıyılarımıza gözünü diken bu rantçı kafadan kurtulmak. İlk yapmamız gereken bir canlıyı beyaz et olarak gören, yaban hayvanlarına av geliri gözüyle bakan, orman yandı mı hayvan da yanar yahu diyebilen sevgisiz, yaşamın hiçbir güzelliğinden nasibini alamamış bu kafadan kurtulmak. İlk yapmamız gereken köylüleri köylerinden, ormanlarından, derelerinden, geçmişlerinden ve geleceklerinden eden bu çökmeci kafadan kurtulmak. İlk yapmamız gereken doğayı, her şeyiyle, her şekilde korumak. Dayanışarak, direnerek; asla vazgeçmeyerek. İlk yapmamız gereken bu inşaat alanını yeniden memlekete çevirmek. Deniziyle, ormanıyla, deresiyle, yaban hayvanıyla. Her karışıyla. Hâlâ soluk alıyoruz. Demek ki yapacak çok şey var.

***

Bu ay gündelik sevinçler gibi, tasasız sohbetler gibi, gamsız kahkahalar gibi kitap okumak da bir lüks oldu. Sayfalar boyu başka bir dünyaya gömülmek, kaçmak zor geldi. Kendimi kitaplığın önünde durmuş, en ince kitapları yoklarken buldum defalarca. Defalarca hevesle başladığım kitapları yarım bıraktım. Sonra tekrar arayış, tekrar kopuş. Ama Paul Nizon’un Köpek adlı kitabıyla bu döngüden çıkabildim (elbette ince bir kitap, daha fazlasına henüz hazır değilim). Feza Şişman’ın kıvrak bir dille mis gibi çevirdiği Köpek, kendi içinde akışkanlığını inşa eden uçarı bir metin. Okurken kendinizi kollarına bırakabiliyorsunuz, kimi alıp götürüyor bir yere, kimi durduruyor sizi. Nereye, niye? Bunlar okura kalmış. Varoluşun yükünü, size yük bindirmeden anlatıyor. “Aslında ben kaçmadım, gerçeğin tam ortasına yürüdüm. Yürürken her şeyi unuttum, kendimi unuttum ve yürüyerek karmaşaya karıştım, gerçi anlamını algılamadım, öğrenmeye de çalışmadım, ancak yürüyüp kendim de onun parçası oldum. Kabaran bulmacanın içine karıştım ve kendimi dışarı, akışa bıraktım. Yürüdüm ve kendimi küllerim gibi ömre serptim. Küllerimi bu büyük karmaşaya serptim.”

***

Bir iki yıl kadar önce kompost yapımından söz ederken, bir arkadaşım büyük bir şaşkınlıkla, “Aa, biz onun içine erik falan koyarız, sizin komposto ne değişikmiş!” demişti. Ona ilk fırsatta Şehirde Kompost’u hediye edeceğim. Rebecca Louie’nin yazdığı, İlknur Urkun Kelso’nun Türkçeleştirdiği Şehirde Kompost Hil Yayınları’ndan 2019’da çıktı.
Küçük mekânda kompost nasıl kurulur, nasıl sürdürülür; ne gibi sorunlarla karşılaşılabilir, bunlar en pratik yöntemlerle nasıl aşılır… Şehirde Kompost bu ve benzeri sorulara, işin aslı kompost konusunda aklınıza ve başınıza gelebilecek her şeye çözümler sunan, bunu da son derece eğlenceli ve oyunlu bir dille yapan bir kitap. İklim krizinin içindeyken, tüketicilikten türeticiliğe geçmemiz gerekirken okunması gerekenlerden.

***

Çevirdiğim kitaplar hakkında yazmazdım, ayıp gelirdi. Ama artık yazacağım; ayıpsa benim ayıbım, kime ne? Walter Farley’in ünü, seveni bol serisinin ilk kitabı, Kara Rüzgâr (Black Stallion) bendenizin çevirisiyle, Beyaz Balina Yayınları’ndan çıktı. Kara Rüzgâr yabani (ve hep yabani kalacak) bir atla Alec adlı delikanlının bir deniz kazasının ortasında, ölüm kalım savaşıyla başlayan dostluğunu anlatıyor. Alec ve Kara Rüzgâr arasında kurulan ilişki, güven insanı hassas bir yerinden yakalıyor; bana sorarsanız bunun temelinde her ikisinin de başka açılardan saflığı temsil etmesi yatıyor. Alec henüz kirlenmemiş bir çocuk – insan yaşamının yüküyle, kiriyle tanışmamış. Kara Rüzgâr ise asla ehlileştirilemeyecek ruhuyla doğanın o görkemli saflığının ta kendisi. Kitabın beni ne denli etkilediğini anlatmak için, çevirdikten sonra bir at çiftliği bulup binicilik dersi aldığımı söylemem sanırım yeterli olur (ama gördüm ki benim ruhum binicilikten çok seyisliğe yatkın). Burada kitaptan özellikle söz etmek istememin sebebine gelince: Alec’in Kara Rüzgâr’ı yaşatmak için verdiği mücadele, dostuyla birlikte kalabilmek için göze aldıkları, sırtlandıkları tam şimdi, tam burada çok önemli. Toy bir delikanlının yüreğini, yaşamını bağladığı atı için verdiği mücadeleyi biz de her ağaç için, her deniz, her dere, her köy için vermeliyiz. Soluk aldığımız sürece.

***

Akıl sağlığımızı ve umudumuzu koruyalım. İkisine de çok ihtiyacımız olacak.

Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.

Köpek/Öğle Vakti Günah Çıkartma, Paul Nizon, Çev. Feza Şişman, Everest, 2016, 75 s.
Şehirde Kompost, Rebecca Louie, Çev. İlknur Urkun Kelso, Hil Yayınları, 2020, 205 s.
Kara Rüzgâr, Walter Farley, Çev. Anıl Ceren Altunkanat, Beyaz Balina Yayınları, 2021, 248 s.

Önceki İçerikBaktığımız Her Yerde Sorular Var: Peki Nasıl?
Sonraki İçerikYürüyüşe Övgü: Yürümek insana iyi gelir