Ana Sayfa 216. Sayı Yarı-Tanrı’dan Korkak Bir İnsana: Didik Didik Freud

Yarı-Tanrı’dan Korkak Bir İnsana: Didik Didik Freud

380

Yıllardan beri okuyorum. Gözümü açıp gördüğüm Ana Britanica’lar, Büyük Larousse’lar, Meydan Larousse’lar bazen gözlerimi kapadığımda yine gözümün önüne gelir. Her şeyi ama her şeyi öğrenme isteğiyle alıp yercesine okuduğum yüzlerce, binlerce farklı kitabın ardından yolun yaklaşık son on senedeki kısmı her nedense ve nasılsa Freud’a ve psikanalize çıktı. Son on senedir elimin gittiği kitapların çoğunluğu bir şekilde psikanalizle bağlantılı: ya psikanalizi ve psikanalitik teorileri anlatır, ya psikanalitik denebilecek denemeler içerir ya da yazarın bir şekilde psikanalizle gönülden bir bağı vardır. İşim gereği de belki. Tabii yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan bu noktada bilemeyiz. Belki, bilinçsizce ama içten içe çok da iyi bilerek saptığım bu yolda ekmeğimi de buradan çıkarmak tesadüfi olmayan bir yan ürün. Ancak gerçek şu ki sadece bu yolda yürümek beni iyi bir okuyucu yapmaktan uzaklaştırmaya müsait. İyi okuyucu belki benim çocukken yapmaya hevesli olduğum gibi okuyacak bir şey bulduğunda karşı konulamaz bir şevk ve merak ile -bazen çok kötü bile olsa- okumaya sabredendir. Fakat psikanalitik düşünce öyle nufüz eden bir tarzda ki diğer türde kitapları okurken bile elinizi bırakmıyor ve sizi “didik”liyor. Okumalarımın çok spesifikleşmiş olması sebebiyle, iyi bir okur olmadığımı kabul ediyorum. Yazmak konusundaysa yine hiç de öyle iyi olmadığımı söylemek açıkyüreklilik bile olmaz. Fakat şimdi, değerli iki insanın kalender bir üslupla tartıştıkları meselelerin, neresinden bakarsanız görebileceğiniz muazzam bir emeğin ürünü olan kitaplaştırılmış hali hakkında bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Çok dikkatli olma ihtiyacı hissediyorum. Halbuki dikkat etmeye çalıştıkça yazamıyorum. Bu zorlanmayı yaşayacağımı daha en başında bu kitabı yazabileceğim söylendiğinde iliklerime kadar hissetmiştim. Fakat bu on senenin bana kattıklarının hatrına bu yazıyı düşe kalka yazmak borcumdur diyerek bu işin altına girdim.
Podcasti dinlediyseniz, aynı isimli Didik Didik Freud’u okurken de Serol Teber’in ve Şenol Ayla’nın sesleri kulaklarınıza geliyor. Gözleriniz yorulmuyor, sanki okumuyorsunuz, onlar konuşuyor ve siz dinliyorsunuz. Açık Radyo’nun 19. Yayın döneminde, 2004 yılında yayınlanmış bu programlarında Serol Teber ve Şenol Ayla Freud’u, Freud’un hayatını, ilişkilerini, teorilerini, yazılarını hayranlık uyandıran bir özen ve yalınlıkla konuşuyor, kendi tabirleriyle didik didik ediyor.  Ekşi sözlükte podcast ve kitapla ilgili yorumları okurken, beni tanıyanların ve belki eski yazılarımı okuyanların sevdiğim kitaplar için kullandığımı bileceği bir ifadeye rastladım: “Bitmesin diye az az okumak/dinlemek”. Bir yanınız daha çok şey duymak ve öğrenmek için can atarken diğer yanınız biteceğinden korkup kendini yavaşlatmaya çalışıyor. Freud’a dair çoğu yerde hiç duymadığınız bilgileri duymak bu podcastte ve nihayet 2021 yılında Can Yayınları’ndan çıkan kitabında okumak mümkün.
Serol Teber ve Şenol Ayla, ikisi de tıp doktoru. Serol Bey nöropsikiyatr, Şenol Hanım ise aile hekimliği uzmanı. Serol Bey, 1938 yılı İstanbul doğumlu; ancak burada tıp fakültesini bitirdikten sonra Almanya’ya göç ederek orada psikiyatri bölümünde çalışmaya devam ediyor. Yaklaşık 30 sene Almanya’da yaşadıktan sonra tekrar İstanbul’a dönüyor. 2000’lerin başında döndüğü söyleniyor kitabın ilk sayfasındaki tanıtımda; dönmesi Didik Didik Freud programının doğmasına ve can kulağıyla dinleyen dinleyicilerini bulmasına vesile oluyor. Program o kadar seviliyor ki 2014 yılında “on yıl sonra yeniden” sloganıyla tekrar yayımlanıyor. Ben de bu “on yıl sonra tekrar” kontenjanından programa rastlama ve onu dinleme fırsatı bulmuşlardanım. Kitabın önsözünde Şenol Hanım’ın kaleminden Serol Bey’le bir sonraki radyo programlarını, neler konuşacaklarını tasarladıklarını (Didik Didik Kubrick olacakmış), didiklemeyi hiç bırakmayacaklarını konuştuklarını ancak Serol Bey’in Didik Didik Freud’un son programının ardından 2004’te mecburi bir ayrılıkla hem bu hayallere hem de dünyaya veda ettiğini okumak çok dokunaklı. Fakat bunu bir kere bilince Didik Didik Kubrick’i yapabilselerdi neler konuşurlardı, Serol Bey nereleri ilginç bulduğunu sesindeki heyecan tonlamalarıyla belli ederdi, Şenol Hanım işaret etmek istediği neleri sorardı diye düşünmeyi, hayal etmeyi hoş bir miras olarak alıvermiş oluyorsunuz.
Didik Didik Freud podcasti, Serol Teber’in Bilimsel Bir Peri Masalı: Freud’un Aile ve Tarihsel Romanı isimli kitabındaki içerik ile paralel gidiyor. Serol Bey ve Şenol Hanım, “bilimsel bir peri masalı” ifadesi ile başlıyorlar ve dinleyiciye/okuyucuya bu peri masalının büyüsüne kapılmaları için alan açıyorlar. Bilimsel bir peri masalı, Freud’un yaklaşık on sekiz vakasını sunduğu ilk toplantısında dönemin ünlü bir hekimi tarafından çalışmalarına dair yapılan aşağılayıcı bir yorum. “Olsa olsa bunların hepsi bilimsel bir peri masalıdır.” şeklinde Freud’un çalışmalarını eleştiren Richard von Krafft-Ebing, bu bilimsel peri masalının bugün bile hala terapi odalarında her seferinde nasıl haklı çıktığını ve adeta büyülü bir şekilde -elbette büyü derken mübalağa ediyorum- iyi geldiğini bilse bu kez ne yorum yapardı acaba diye düşünmeden edemiyor insan. Serol Teber de bu tanımın niyetinin negatif olmasına rağmen aslında Freud’un çalışmalarının özünü ve disiplinini en can alıcı şekilde ifade eden yorum olduğunu söylüyor. Freud nörofizyoloji ile başladığı çalışmalarını titizlikle sürdürürken hayranı olduğu Shakespeare’i, ilk öğrenim ve lise yıllarında edindiği dinler tarihi, Antik Mısır, Antik Çağlar Kültürü gibi alanlardaki nitelikli bilgileri ve merakını dahil ederek nöroanatomi, nörofizyoloji ve bunları birlikte düşünmeyi akıl eder. Aslında burada doğru ifade birlikte düşünmekten öte, üzerinde çalıştığı vakaları yalnızca nöroanatomi ve nörofizyoloji bilgileriyle değil, onlardan yola çıkarak onları Shakespeare’in sanatıyla, Antik çağlar kültürünün ve dinler tarihinin masalsılığıyla, arkeolojinin merakıyla genişletmek, derinlemesine bir anlayış katmaya çalışmaktır diyebiliriz. Tam da bu kaynaşma onun teorisini eşsiz ve etkileyici yapan, bugün bile etkin kılan önemli bir özelliğidir. Terapide, sözcüklerin söylenmesi gerekir. Almanca dışında İngilizce, Fransızca, Grekçe, Latince bilen, daha da önemlisi dilin incelikli sanatına hayran olan Freud, hastalarının söyleyemedikleri yüzünden hastalandıklarını biliyordu.
Dersler, seminerler, kitaplar, süpervizyonlar, kısaca Freud’la tüm haşır neşirliğim, artık her Freud dendiğinde imgelemimde onu okurken nla birlikte gelen varsayımlarım olmasını sağlamış. Hem Bilimsel Bir Peri Masalı’nı okurken hem de Didik Didik Freud’u dinlerken/ Freud’un ve onun yakınlarının nasıl insanlar olduklarına dair otomatik varsayımlarımın bazılarının gerçeğiyle ne kadar zıt düştüğüne rastlayınca çok şaşırdım. Ne zaman “filanca konferansında…” gibi bir şey okusam ya da duysam, Freud’u bir konferans verirken hayal ettiğimde kendine güvenli, öyle güvenli ki sesiyle ve sözcükleriyle inleyen biri gözümün önüne gelirdi. Oysa Serol Bey’den Freud’un bir derse, konferansa gideceği zaman çekincesinden duvarların dibinden sürüne sürüne gittiğini okuduğumda şok oldum. Bir şekilde, Freud’un babası hakkında da çok sert, suratsız, nefret dolu, katı ve otoriter bir adam olduğuna emin gibiydim. Yine kitaptan öğrendim ki Jacob Freud sevecen, iyimser, destekleyici ve beceriksiz bir tüccar olarak varsaydığımdan farklı bir insanmış. Güzel ve baştan çıkarıcı annesi Amalia, yaşlılığında bile çekiciliğine ve nasıl göründüğüne önem verirmiş. Seksenlerinde çektirdiği bir fotoğrafı görünce, “doksan yaşında gibi çok yaşlı çıkmışım” diyen bir annesi olduğunu hiç varsaymamıştım. Kendisini uyuşturmadan işlerini yapamayan, korkak ve çaresiz bir ruha sahip olduğunu öğrendiğim Freud’u yadsıdım. Daha sonraları ise bu çok hoşuma gitti. Annesinin ziyaretine gideceği zaman aşırı zorlanan, onunla ilgili konuşmaktan kaçınan, analizi bulsa da annesiyle ilişkisini analiz etmeye korkan, babası öldüğünde ciddi bir manik defans ile günlerce gecelerce başından kalkmadan teorilerini yazan “insani” bir Freud ile tanışmak, bana iyi geliyordu. İmgelemimdeki o “yarı-tanrı(!) Freud’un (tıpkı onun ilk konferansında çalışmalarına bilimsel bir peri masalı yakıştırmasını bulan yarı-tanrı hekim gibi) yerini gittikçe insan olan bir Freud alıyordu. Bu, benim için çok iyi ve önemli bir şeydi; psikanalitik yönelimle çalışan bir terapist olarak her seansınızı bir “yarı-tanrı”ya değil de bir insana anlatmak istersiniz. İnsanı anlamak için tanrı değil, başka bir insan olmak gerekir.
Benim imgelemimdeki Freud’a gelen bu darbeler gibi, insanlık tarihinde insana üç büyük darbenin geldiği söylenir. Serol Teber Didik Didik Freud’un “Neden Freud” bölümünde bunları “kendini beğenmiş ve narsist insanın geçirdiği sarsıntılar” olarak anar. Bu sarsıntıların ilki, Kopernik’in dünyanın kainatın merkezi olmadığını, evrenin insanların dünyası etrafında dönmediğini kanıtlamasıdır. Dünyanın da milyarlarca, milyar demek doğru olmuyor sanırım sekstilyon sayısına ulaşılıyor, yıldızın arasından gayet de küçük sayılabilecek biri olduğunu öğrenmek, insanlığın kendini beğenmişliğine vurulan ilk darbedir. İkincisi, Darwin’in şempanzelerle akrabalığımızı Türlerin Kökeni’nde ortaya koyarak insanın kutsal ve biricik yaratılışını sarsmasıdır. Günümüzde hala Darwin’in bu darbesine karşı koymaya çalışan pek çok insan olduğunu söylemeye herhalde gerek yok. Narsistik kırılma zor ve inkara yatkın bir süreçtir. İşte son darbe de, Freud’un insanın bilinçli dünyasının dışında bilinçdışı denen bastırılmış düşüncelerden oluşan bir dünyanın daha olduğunu, üstelik sanılanın aksine bilinçli olarak yaptığımızı düşündüğümüz şeylerin kökenlerinin bilinçdışında yattığını söylemesiyle vuku bulmuştur. Her gün terapi odalarında bu son darbenin, Freud’un varlığına işaret ettiği bilinçdışının, bilimsel peri masallarını dinleyip yorumlamaya ve danışanlarımızı rüyalarından uyandırmaya çalışmaktayız.
Didik Didik Freud’u ister dinleyin ister okuyun, içinizdeki bir şeylere bazı darbeler ineceği kesin. Bunu yumuşatmaya Şenol Hanım’ın ipek gibi sesi bile yetmiyor. Ancak tıpkı bu insanlığın narsisizmine ve kendini beğenmişliğine gelen üç büyük darbe gibi, bazı darbeler insana çarparak onu yıkarak geliştirip büyütüyor.
Şenol Ayla, Didik Didik Freud’un önsözünde, Serol Teber kendisine bu programdan bahsettiğinde ve programı onunla birlikte yapmayı teklif ettiğinde hissettiği “yapamam” kaygısını içtenlikle anlatıyor. Kendisine açık açık “Hayır ben yapamam” dediğini, sonradan bundan ne kadar utandığını söylüyor. Ancak Serol Bey’in bilgisi ve bilgisini aktarmadaki alçakgönüllü halini duyunca veya okuyunca buna hak vermemek mümkün değil. Şenol Hanım’ın da ipek gibi sesi, programı çekip çevirmedeki ustalığı, işaret etmek istediği yerlerdeki net ve sakin tavrı sizi kendisine çekiyor. Kitapta tüm bu tavrı korumayı başardıklarını söyleyebilirim. Podcast’in ardından çıkacak bir kitabın bu ruhu ve tavrı yansıtamayacağı kaygısının aklınızdan geçmemesi pek mümkün değil. Fakat kitabın esas başarısı belki de bu üslubun fazla eksilip kırpılmadan yazıya dökülebilmiş olmasıdır. Şenol Hanım’ın kaygıları, “Hayır kitap yapmayalım”ları belki de gerçekten kendisinin yazdığı gibi bir “hazır olma sorunu”ymuş. Bu arada benim bu yazıyla ilgili kaygılarıma gelince, hala yeteri kadar iyi bir yazı yazabileceğime inanmıyorum.

Didik Didik Freud, Serol Teber, Şenol Ayla, Can Yayınları, 2021

Bilimsel Bir Peri Masalı, Serol Teber, Okuyan Us Yayınları, 2004

Önceki İçerikPişmanlıklar Kitabı
Sonraki İçerikBu yarışmayı kazanabilir misiniz?