“Hayatlarında somut bir şeyler yaratmaya çalışan insanlar var. Biz bu insanların varlığına tutunuyoruz.”
Kırklareli’de bulunan Anka Kitabevi’nin demir kapısını açtığınızda sizi yaşlı ahşap bir bina ve şirin bir bahçe karşılıyor. Yazları açık hava sinemasına dönüşen, kışları kitaplarla kaplı duvarlar arasında ya da bahçedeki şöminenin başında koyu, sımsıcak sohbetlerin yapıldığı bir yer burası. Nostaljik eşyalarla dekore edilen bu mekân, misafirlerini adeta geçmişte bir yolculuğa çıkartıyor. Kitabevinin sahipleri Süheyla ve Cem Çağlak kitabevinin dekorasyonunu, duvar renklerini ve masa örtülerini Zapatista’lardan ilham alarak yaptıklarını belirtiyorlar.
Süheyla ve Cem evlendikten sonra aynı isimli kitabevini devralıyorlar. Anka’nın hikâyesi de böylelikle 2015 yılında başlamış oluyor. “İşe ilk olarak başka bir mekânda başlamıştık ama daha sonra daha içimize sinen, hayalimizdeki mekâna kavuştuk” diye ekliyor Süheyla.
Merak ediyorum. Nasıldı hayalinizdeki mekân? “Devraldığımız zaman raflar istediğimiz şekilde dolu değildi ve bütün kitaplar yeniydi. Bizim isteğimiz yeni kitap bulundurmanın yanı sıra ikinci el kitaplara da yer ayırabilmekti. Alan yetersizliği ve dükkân sahibinin tutumundan dolayı başka bir dükkân bularak oraya taşındık. Böylelikle isteğimize bir adım daha yaklaşmış olduk.”
Hayallerini gerçekleştiren Süheyla ve Cem’e yaşadıkları gerçek ve kurdukları hayaller arasındaki açıyı sorduğumda ise tahmin edebildiğim cevabı alıyorum. Anka Kitabevi’nin sahipleri Trakya’nın okuma oranı en yüksek bölgelerinden birisi olduğunu fakat buna rağmen burada kitapçılara ya da kitap kafelere hak edilen ilginin gösterilmediğini düşünüyorlar ve ekliyorlar “Elbette mevcut kitlemizin niteliğinden memnunuz fakat bu sayının çok daha yüksek olması gerektiğini düşünüyoruz.” Kitabevlerinin genelinde işler mevcut kitle ile yürüyor. Peki Anka’nın mevcut kitlesi nasıl Süheyla? “Ziyaretçilerimizin büyük çoğunluğunu -özellikle eğitim dönemi içerisinde- üniversite öğrencileri oluşturuyor, onlar dışında her yaştan ve çevreden misafirlerimiz var. İçlerinde okumayı yeni öğreneninden yaşlısına, ilköğretim mezunundan yüksek tahsil almış olanına kadar her kesimden insan var. Onlar da başlarda kitap sormak ya da almak için gelmişlerdir.” Araya girerek soruyorum: Hangi kitapları alıyorlar genellikle? En çok sorulan kitaplar bu işi yapmaya başladığımızdan bugüne pek değişmedi diyebiliriz. Sabahattin Ali’den Kürk Mantolu Madonna, Antonie de Saint-Exupery’den Küçük Prens, Paulo Coelho’dan Simyacı, Albert Camus’den Yabancı, Oğuz Atay’dan Tutunamayanlar, Vasconcelos’tan Şeker Portakalı” diyerek devam ediyor Süheyla “burada daimi olan ziyaretçilerimiz, mekânı kendilerine ait hissettikleri için her gün bizimle birlikte burada olurlar. Biz, dükkânımıza gelen insanlara müşteri gözüyle bakmaktan hoşlanmıyoruz. Bu işe girerken hayalimiz kolektif bir mekân yaratmak, dayanışma alanı oluşturmaktı. Anka’da işler diğer yerlere göre biraz farklı ilerleyebilir. Mesela bugün kitap almak için geldiyseniz iki hafta sonra bir başkasına çay verirken bulabilirsiniz kendinizi.”
Kolektif bir mekân oluşturmayı amaçlayan Anka Kitabevi, insanları yalnızlaştıran, sosyal ortamlardan ayıran pandemi sürecinde sosyal medya üzerinden satış yapmaya ağırlık veren kitabevlerinden. “Pandemi sürecinde kafe bölümümüzü kapatmak durumunda kaldık ne yazık ki ama kitaplarımız satışa açıktı. O dönemde insanlar pandemi nedeniyle tedirgin oldukları için ihtiyaçları dışında fazla dışarıya çıkamadılar ve elbette bizler de çok olumsuz etkilendik bu süreçten. İş yapamadığımızdan dolayı eksilen kitaplarımızı bile yerine koymakta zorlandığımız bir dönem oldu. Boş zamanımız kaldığı için raflarımızda ufak değişikler yapmanın ve rahatça kitap okuyabilmenin dışında hareket alanımız oluşmadı.” diye anlatıyor Anka’nın sahipleri geçirdikleri süreci.
Söz dönüp dolaşıp yeni yılla beraber hemen hemen her üründeki yüksek fiyat artışlarına geliyor. Bu artışın kitap fiyatlarına da yansıdığını dile getirirken ekliyor Süheyla “Kitap fiyatlarının yüksek olduğu konusunda hem fikiriz. Fakat bu konuda kitap fiyatlarında iyileştirme yapmak ne yazık ki bizlerin elinde olan bir durum değil. Bizler kitapçı olarak kitapların okuyucuya ulaşmasında bir aracıyız. Kimi zaman okuyucularımız kitapların internetteki bazı sitelerde daha uygun olduğunu ve bizim pahalıya sattığımızı düşünerek yakınıyorlar. Onlara uzun uzun niçin böyle olduğunun açıklamasını yapıyoruz. Hatta bu durum kendimizi kimi zaman dolandırıcı gibi hissetmemize sebep oluyor. Kitapta Sabit Fiyat Yasası çıkarsa okuyucu için olumsuz bir durum olabilir fakat kitap satışı yaparak ayakta kalmaya çalışan işletmeler için olumlu bir adım olduğunu düşünüyoruz. Bizler internet satışı yapan büyük firmalarla rekabet edebilecek yerler değiliz, kitapları alış fiyatımız büyük firmaların alış fiyatı kadar uygun değil ne yazık ki ve haliyle indirim paylarımız da sınırlı oluyor. Bu durum okuyucularımız tarafından farklı yerlere çekilebiliyor. Sabit Fiyat Yasası ile birlikte bu eşitsiz durumun ortadan kalkabileceğini düşünüyoruz. Ama yine de internetten kimi zaman daha uygun fiyata alabilme imkânı varken kitapçılardan kitap almak isteyen insanlar hâlâ var. Onların da farklı birçok sebebi olabilir fakat kendi kitlemiz için konuşmam gerekirse Anka’yı seviyorlar, burası onlara da ait bir yer ve bu yerin ayakta kalmasını istiyorlar. Buna destek olmaları gerektiğini düşünüyorlar diyebilirim. “
Sohbetimizin başında Anka Kitabevi’nin raflarının eski ve yeni kitaplarla dolu olmasını hayal ettiğinizden bahsetmiştiniz. Şu andaki durumu nasıl raflarda bulunan kitaplarınızın? “Genel olarak raflarımızı en çok edebiyat ve felsefe kitapları dolduruyor ama diğer bölümlerimiz de -şehrin potansiyelini göz önüne alarak konuşacak olursak- nitelikli şekilde seçilmiş, sayıca doyurucu kitaplardan oluşmakta. Elimizde bulunan en nadide eserlerden biri 13 Kasım 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesi.
Son olarak neler söylemek istersiniz? “Tüketim çağındayız. Bu çağda insanlar artık kafasının ya da kalbinin dolu olmasından ziyade kıyafet dolabının dolu olmasına daha çok önem veriyor. Bu sebeple genel olarak yöneldikleri yerler kendilerini fiziksel anlamda gösterebilecekleri yerler oluyor. Okumak, anlamak, öğrenmek ve bunları paylaşmak da fazlasıyla geri plana itilmiş oluyor. Bu üzücü bir durum çünkü kitaba ayrılan bütçenin yerini cafcaflı mekânlarda içilen bir fincan kahve almış oluyor. Bazı insanlar hayatlarını bu şekilde yaşamaya başlayıp kitapları yalnızca içeceklerinin yanında dekor olarak kullanırken, -bizim umut kaynağımız da olan- kimileri ise gerçek bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Gerçek okurlar diye adlandırdığımız da aslında bu insanlar. Hayatlarında somut bir şeyler yaratmaya çalışanlar. Biz bu insanların varlığına tutunuyoruz. Amacımız hayatımızı bu işi yaparak idame ettirebilmenin yanı sıra kitapçıların, kitap kafelerin ve buralardaki samimiyetin de gelecek günlere taşınması. Kendimizi aydınlık günlere giden merdivenin bir basamağı olarak görüyoruz. Bu yoldaki ağır aksak yürüyüş de bizi diri durmaya, dirençli olmaya zorluyor.”