Hasan Gören ile
Söyleşi: Nalân Mahsereci
Hasan Gören imzasına Bilim ve Gelecek sayfalarında, ebeveynlikten futbol analizine, postmodernizmden tarihten portreler işleyen Rivayet Muhtelif köşesine kadar geniş bir konu yelpazesindeki makalelerde rastladık. Bilgisayar mühendisi olan Gören’in iş yaşamı boyunca serbest olarak sürdürdüğü yazılım çalışmaları arasında, görme engelliler için ses destekli okuma yazma programları, film ve tiyatro festivalleri ile opera salonlarında kullanılmakta olan altyazı-üstyazı sistemleri ve yerli yabancı futbol kulüpleri ile spor medyası için istatistiksel analiz ürünleri bulunuyor. Hasan Gören’in üretimleri son yıllarda edebi kurguya da uzanıyor: İlk romanı Zan (YKY) 2017’de çıktı. O yıldan bugüne üç roman daha sığdırdı: Altı Yaprak Üstü Bulut (YKY, 2019), Balıksırtı (Everest Yayınları, 2021) ve Eşikteki Kadın (Everest Yayınları, 2023). Gören bu kez, dumanı üstünde tüten Eşikteki Kadın romanı hakkındaki sorularımıza yanıtlarıyla sayfalarımızda.
Roman içre tarih
– Tarihi roman yazmıyorsunuz ama okuduğum her iki romanınızda da tarih önemli bir boyuttu. Altı Yaprak Üstü Bulut’ta, Schliemann’ın Truva kazılarından söz ediyordunuz ve 2. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında, Almanya’nın ve Türkiye’nin sosyopolitik iklimini ve kültürel eğilimlerini kurgu içinde veriyordunuz. Eşikteki Kadın’da ise, ana karakterlerimizden birinin kökleri üstünden Geç Osmanlı, Kurtuluş Savaşı ve genç Cumhuriyet’teki kadın mücadelesinin tarihçesini okuyoruz ve aile zinciri üstünde ilerlerken Cumhuriyet’in siyasi tarihini kat ederek Haziran (Gezi) hareketine kadar geliyoruz. Bilim ve Gelecek okurları, dergiye tarihten portreler yazdığınız köşenizi de anımsayacaktır. Tarihe ilginizi sorsam size… Bir de yazarlığınızı, kurgularınızı ne oranda beslediğini?
– Öncelikle, romanlarıma gösterdiğiniz ilgi için teşekkür etmek istiyorum. Bugünün dünyasında bir yazar için en değerli kazanım, içten, gerçekçi ve sorgulayıcı okurlardır diye düşünüyorum.
Tarihe olan ilgimle tarih üzerine yazmam birbirini besleyen iki unsur sanırım. Yazdıkça ilgim artıyor, daha çok yazıyorum. Bu sarmalın kökeninde ise tarihe bakışımızı toplumsal kavrayışımızın belirleyicisi olarak gören dünya görüşü yatıyor. Bugünü anlayıp yarını düşleyebilmek için tarihe gereksinim duyuyoruz. Diğer yandan, benim edebiyat anlayışım tutarlılık ve sahicilik üzerine kurulu. Karakterlerimi, tüm boyutlarıyla sahici olmasına çalıştığım bir toplumsal yapıya yerleştirirken bu yapının tarihsel gelişimine ilgi göstermememe zaten olanak yok. Dahası, romanlarımda dokunduğum sorunların tarihsel kökenleri var. Yalnızca karakterleri değil, durumları da olayları da ister istemez geçmişle ilişkilendirmek gerekiyor.
– Romanda yan karakterlerden biri olan Cevdet Bey’in yer aldığı her bölümde bir biçimde, Cevdet Bey ve oğulları ve gelinlerinden söz ediliyor. Emekli felsefeci ve bir nevi “öğreten adam” olan Cevdet Bey, Orhan Pamuk’un karakterine pek benzemese de, onun Cevdet Bey ve Oğulları kitabını akla getiriyor oğullarıyla birlikte anılınca. Bir göndermeniz var mı bu esere?
– Orhan Pamuk’un bu ilk romanını üniversite yıllarımda okumuş, beğenmiştim. Ancak benim romanımla ilgisi küçük bir espriden öteye geçmiyor. Romanlarımda sıklıkla başka romanlardan, sinema filmlerinden, tiyatro oyunlarından söz ederim; bu değinmelerin yoğunluğu da söz konusu yapıtların bende bıraktığı etkiyle orantılı olur.
Ebeveynlik yazılıma sığar mı?
– Romanı okuduğum süreçte ebeveynlikle ya da yapay zekânın sınırlarıyla ilgili bir sohbetin içinde yer aldıysam, kurgunuzda geçen ilginç bir yazılımı ve benim bu yazılımla ilgili dikkate değer bulduğum tartışmaları aktardım sohbete. Eğer piçeden (spoiler) saymazsanız, ilk çocuklarını yapmadan önce anne-babalara bir bölümü gerçek zamanlı olacak şekilde ebeveynlik deneyimi yaşatmayı amaçlayan bu yazılım hakkında bir bilgisayar mühendisi olarak görüşlerinizi sorsam? Romandaki tartışmada siz nerede duruyorsunuz?
– Romandaki yazılımcı Suat ile aramdaki tek ilişki, benim tasarılarımı çalmış olması. Bu projeyi de 40 yıla yakın bir zaman önce düşünmüş, hatta o zamanın teknolojisinin elverdiği ölçüde de üzerinde çalışmıştım. Ancak yaşam bana bu tür destekleyici uygulamaların yararları kadar sakıncaları da olacağını gösterdi. Suat ise eşini, çevresini ve giderek yaşamı denetimi altında tutabileceğini, dahası, sınırsız egosuyla yönlendirebileceğini zanneden bir karakter olarak, insanların belki de en önemli kararlarını etkileme görevi üstleniyor. Kendince makul sayılacak gerekçeleri de var, ancak yaşamın temel dinamiklerini duygudan arındırılmış aklın ve faydacı mantığın güdümüne sokmaya çalışarak, bence büyük bir hata yapıyor.

İşte bütün mesele: Anne olmak ya da olmamak
– Romanınızda farklı anneler, annelikler ve annelerle çocukların farklı farklı ilişkiler var; çocuk yapmaya karar vermeden önce hatta çocuk yaptıktan sonra bunun doğru karar olup olmadığını sorgulayan kadınlar var. Anne olmak ya da olmamak. İşte bütün mesele bu mu kadınlar için? Bir de çocuk sahibi olmak kararında büyük oranda annenin payı olduğunu düşünüyormuşsunuz gibi hissettim. Ne dersiniz?
– Ben değil ama Nihal bütün meselenin bu olduğu kanısında ve o kararın eşiğinde. Oysa babaannesinin ya da onun annesinin yaşamlarından yeterli dersleri alsa, belki de içinde olduğu duruma farklı bakacak. Ben de romanımla ona bu soruyu sormaya çalışıyorum.
Çocuk sahibi olma kararına gelince; bu durum aile içindeki kadın-erkek dengelerine göre değişiyor olmalı. Ama ilk kararı verirken kimin sözü daha gür çıkmış olursa olsun, çocuğun asıl yükünü annenin taşıdığı da ortada. Hem bu kararı verirken hem de çocuk büyürken alınacak sorumlulukların dengeli paylaşılacağı bir aile düzeninin, çeşitli nedenlerle çok uzağındayız. Diğer yandan da öyle bir ailenin bugünkü aileye benzemeyeceği, hatta adına da aile denmeyebileceği bir gelecekte, toplumsal düzenin işin içine hem ebeveynler hem de çocuğun yararını gözeterek karışacağını düşünüyorum.
– Romanda sıradışı hayatlar yaşamış, güçlü kadın karakterler var: Nigâr Hanım, Millî Mücadelede bizzat savaşmış; kadın hareketinin öncülerinden Nezihe Muhiddin’in öğrencisi ve yoldaşı aynı zamanda. Münevver Hanım hem özel hem siyasi çok badireler atlatmış, akademisyen/çevirmen bir aydın ve çocuğunu tek başına büyütmeye karar vermiş bir anne. Ama Nihal’e örnek olanlar sadece ataları değil, bir sahafta kitaplarına rastlayıp aldığı Ulrike Meinhof gibi bir eylemci, Leni Riefenstahl gibi bir fotoğrafçı da var… Kadınları sadece çocuk değil, kariyer yapmalarıyla da ele almak istemiş gibisiniz…
– Benim romanlarımın belki de en belirgin ortak yanı, kurgularında güçlü kadınların şu ya da bu şekilde belirleyici olmaları. Bu benim bir insan olarak yetişmemi de gelişmemi de etkilemiş büyük bir şans aslında. Bununla birlikte, insanlığın gelişiminde kadınların taşıdığı devrimci potansiyelin erkeklerden daha büyük olduğu inancındayım.
Metafor karakter sarmalında yılan
– Temelde bir ilişki hikâyesi olan kurgunuza yılanı sokmakla, mitolojiye, dinlere, bunun çevresinde şekillenen tüm o kültürel çağrışımlara selam gönderiyor gibisiniz… Havva’yı Tanrının yasakladığı bilgi ağacının meyvesini yemeye ikna ederek Adem ile birlikte cennetten kovulmalarına yol açan da yılan değil miydi? Romanınızda da “yılanın” varlığı ve çiftimizin kurgu ilerledikçe güvenden şüpheye doğru değişen ilişkisi arasında paralellik var. Bir anlamda kendi cennetlerinden kovulacaklar…
– Romandaki yılan başlangıçta okura olayların gelişiminde daha büyük bir rol oynayacakmış hissi verse de bu biraz kitabın kapağının ve romanın tanıtımının da sonucu sanırım. Yoksa, sayfalar ilerledikçe yumurtadaki yılan yavrusu bir metafor haline gelip rolünü evdeki erkeğe aktarıyor. İşin aslı, yılan bizim türümüzle biyolojik ilişkisi dolayısıyla ortak kültürde çok fazla yer bulmuş bir hayvan. Ben yılan konusuna fazlasıyla girip mitolojik, folklorik, psikolojik boyutlarını didiklemenin bir tür kolaycılık olduğunu da düşünüp, sürüngenimizle fazla haşır neşir olmamayı tercih ettim.
– Teşekkürler Sevgili Hasan Gören, okurunuz, verimleriniz bol olsun…