Ana Sayfa Bilim Gündemi Asya’nın Batı’ya isyanının filizlenme dönemi

Asya’nın Batı’ya isyanının filizlenme dönemi

318
0

Ender Helvacıoğlu

Toplumsal mücadeleler açısından 20. yüzyılın temel niteliği neydi? Bu konuda netleşmek, 21. yüzyılın temel süreçlerini kavrayabilmek için kilit önemdedir.

Çoğu kişi, bütün dünyayı yakan iki emperyalist paylaşım savaşının, Sovyet devriminin ve İkinci Dünya Savaşından sonra girilen Soğuk Savaş sürecinin, 20. yüzyılı belirleyen olaylar olduğunu düşünür. Bunlar çok büyük olaylar elbette. Ama 20. yüzyılın ilk yıllarında yavaş yavaş başlayan, aslında yukarıda saydığımız olayların içeriğini de belirleyen ve yüzyılın ikinci yarısında dünya siyaset sahnesini değiştiren bir başka süreç vardır: Ezilen dünya halklarının emperyalizme karşı başkaldırışı.

20. yüzyıl esas olarak, başta Asyalı halklar olmak üzere, Afrikalı ve Latin Amerikalı halkların uyanışı ve tarih sahnesine çıkıp ağırlıklarını koydukları bir yüzyıldır. 20. yüzyıla asıl niteliğini veren ve tarihi bir kırılmayı temsil eden süreç budur. Bu büyük kırılmanın simge olayları Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyet devrimleri, Çin sosyalist devrimi, Kore, Vietnam vb. Uzakdoğu devrimleri, Küba devrimi ve tüm ezilen dünyayı saran ulusal kurtuluş mücadeleleridir. 20. yüzyıl, Avrupa-merkezciliğin tarihin çöp sepetine atıldığı, “Avrupa yolu”ndan farklı bir modernite yolunun filizlendiği, pratiğe geçtiği ve başarıya ulaştığı bir yüzyıldır.

Sovyet Devrimi de bir 19. yüzyıl (daha doğrusu 19,5. yüzyıl) devrimi olarak başlamış, Avrupa’ya yayılacağı öngörülmüş, ama bu öngörü yanlışlanmış ve bir 20. yüzyıl devrimine dönüşmüştür. 20. yüzyılın başında Rusya, Avrupa’nın bir parçasıydı; 1917 Devrimi sırasında da bu durum değişmemişti. Fakat devrimden 10-15 yıl sonrasından itibaren ve bugün artık net olarak Rusya, Avrupa’nın ve Batı’nın değil Doğu’nun bir parçasıdır.

Bu büyük süreç, Sovyet Devrimi ve Çin Devrimi ile birlikte sosyalizmin içeriğini de belirlemiştir.

Biz bu tarihi sürecin, iyice belirginleştiği, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki dalgalarını biliriz: Çin Devrimi, Kore, Vietnam, Laos, Kamboçya, Küba devrimleri vb. Ama sürecin filizlenme dönemi, yani 20. yüzyılın ilk yarısında mazlumlar dünyasında neler olup bittiği konusunda fazla bilgimiz yoktur. (Sovyet ve Türk devrimlerini biliriz elbette, ama bir kısmımız onları da bu büyük sürecin bir parçası olarak değil, tersine Avrupa devrimlerinin parçası olarak görme eğilimindedir. Düşünsel ufukları Urallardan öteye geçemeyen, Avrupa-merkezci bir solculuktan kurtulamamış kişilerdir.)

Hasan Aksakal’ın derlediği, Ahmet Fethi Yıldırım’ın Türkçeleştirdiği “19. Yüzyılın Sonundan 1945’e: Modern Asya Entelektüel Tarihi” adlı yeni yayımlanan kitap (Beyoğlu Kitabevi) bu eksikliği(mizi) bir nebze de olsa giderecek içeriğe sahip.

Kitabın ilk makalesi (Pankaj Mishra, “İmparatorluğun Yıkıntıları Arasında Asya’nın Batı’ya İsyanı”) şu çarpıcı cümle ile başlıyor: “Çağdaş dünya kesin şeklini ilk kez 1905’te, iki gün içinde, Tsuşima Boğazının dar sularında almaya başladı.”

Bugüne kadar hiç duymadığım (belki benim cahilliğimdir) kışkırtıcı bir tespit. Yukarıda büyük büyük laflarla anlattığım tarihi sürecin ilk işaret fişeği yaşanmış, ama benim bugüne dek haberim bile yok. Söz konusu olay, Amiral Tögo’nun komuta ettiği Japon filosunun Rus donanmasını imha ettiği savaş. Bu “sıradan” savaşın sonucu, dünyanın iki bölümünde de (Batı’da ve Asya’da) heyecanla karşılanıyor; çünkü “Ortaçağ’dan beri ilk kez Avrupalı olmayan bir ülke, büyük bir savaşta bir Avrupa gücünü yenmişti”. İşte bu savaşın, günümüzü dahi belirleyen bir sürecin işaret fişeği olma niteliği bundan dolayı. “Beyaz adamlar, dünyanın fatihleri, artık yenilmez değildi. Ülkeleri üzerindeki Avrupa otoritesine kasvetle katlanan yüreklerde ve zihinlerde yüzlerce fantezi -ulusal özgürlük, ırksal asalet, ya da basit intikamcılık- tomurcuklandı.”

Yazarın aktardığına göre, o yıllarda genç bir Osmanlı subayı olan Mustafa Kemal, 16 yaşında devrimci bir delikanlı olan Nehru, o sıralar Londra’da bulunan Çinli anti-emperyalist Sun Yat Sen bu olayı büyük bir heyecanla karşılamışlar. Sun Yat Sen gemiyle Çin’e dönerken, Süveyş Kanalında onu Japon sanan Arap liman işçileri tarafından selamlanmış. Hintli şair Tagore (sonraları Nobel Edebiyat Ödülünü alacak), haberi alınca, kırsal Bengal’deki okulunda öğrencilerine zafer yürüyüşü yaptırmış.

Savaş, karşı tarafta da -telaş anlamında- aynı etkiyi yapıyor: Britanya İmparatorluğunun Hindistan genel valisi Lord Curzon “bu zaferin yankılarının, bir gök gürültüsü gibi Doğu’nun fısıltı koridorlarından geçmesinden” korkuyor. Alman Kayzeri “bir yüz yıl önceki Trafalgar’dan beri en önemli deniz savaşı” olarak niteliyor. Dönemin ABD Başkanı Theodore Roosevelt, “dünyanın bugüne kadar gördüğü en büyük fenomen” olarak tanımlıyor.

Evet, dünyanın ikiye bölünüşü başlamıştır. Ve ben de 120 yıl gecikmeyle heyecanlanıyorum! İnsana -hele ilgilendiği ve çalıştığı konularda- yeni şeyler öğreten kitap çok değerli bir kitaptır.

Michael Adas’ın makalesinde, bazı Hintli ve Afrikalı düşünürlerin Batı’nın hem saldırgan “uygarlaştırma misyonu”na hem de daha genel anlamda uygarlık anlayışına yönelik eleştirileri özetlenmiş. “Sanayi ve bilimi uygarlıkla karıştırdılar ve ilerlemenin, refahın ve iyiliğin saatte 100 kilometre hızla yol alabilmekle eşit olabildiği yanılgısına düştüler.” O dönemde mistik yönleri bulunsa da, günümüzde burjuva modernitesine ve bu modernite anlayışından kopamadığı ölçüde sosyalizm pratiklerine yönelik eleştiriler yöneltirken benzer temaları işlemiyor muyuz?

1907’de Çinli entelektüellerin Japon sosyalistleri ve sürgündeki Hindistanlı, Filipinli ve Vietnamlı aktivistlerle birlikte Tokyo’da örgütlediği Asya Dayanışma Derneği (örgüte katılmanın tek açık ölçütü emperyalizm karşıtlığı ve dayanışmayı korumak) bünyesinde yapılan tartışmalar; Madam Cama olarak da bilinen ve Paris’te yaşayan Hindistanlı sömürgecilik karşıtı Bhikaiji Rustom Cama’nın (1861-1936) yaşamı, düşünceleri ve Rus sosyalistlerle ortak mücadelesi diğer bazı makalelerin konuları.

Kısacası, bu kitap okunmalı. Sadece yeni bilgiler edinmek için değil, günümüz dünyasını daha derinlikli anlayabilmek için. Çünkü kitabın anlattığı dönemde filizlenen olgular, bugünkü dünyanın belirleyici süreçlerinin tohumlarıdır.