Leman Atalay
İngiliz yazar Herbert George Wells (1866-1946), kitaplarında adını “H. G. Wells” olarak kullanmayı tercih eder. 19. yüzyıl İngiltere’sinde yetişmiş, sınıf çatışmaları ve toplumsal eşitsizlikleri derinlemesine gözlemlemiş bir yazardır. Bilimkurgu türünün öncüsü olarak tanınsa da, eserleri yalnızca hayal gücüyle sınırlı değildir; aynı zamanda toplumsal gerçekliğe güçlü bir eleştiri niteliği taşır. Sosyalist düşüncelerle yoğrulmuş bir yazar olarak Wells, modern toplumun birey üzerindeki baskısını ve özgürlüğün sınırlarını nasıl daralttığını ustalıkla işler.
Wells’in kaleminden çıkan Körler Ülkesi, yalnızca bir hikâye değil, insan doğasının ve toplumun zihinsel sınırlarının ele alındığı derin bir alegoridir. Hikâye, And Dağları’nın zirvelerinde, dış dünyayla tamamen bağı kopmuş bir vadide geçer. Bir zamanlar İspanyol zulmünden kaçan insanların sığındığı bu yer, zamanla dünyayla tüm bağlarını kaybetmiş, unutulmuş bir diyar haline gelmiştir. Vadinin halkı, doğuştan kördür ve bu körlük, nesiller boyunca süregelmektedir. Onların dünyasında, görme yetisi diye bir şey yoktur; gözler, yalnızca yüzlerinde bir deformasyondan ibarettir. Bu vadi, tamamen körlerin algısıyla şekillenmiş, kendi kuralları, normları ve değerleri olan kapalı bir toplumdur.
Hikâyenin ana karakteri Nunez, And Dağları’nda çıktığı bir keşif sırasında uçurumdan düşerek bu vadide mahsur kalır. Dünyanın geri kalanından izole olmuş bu vadide, gören bir insan olarak büyük bir avantaja sahip olduğunu düşünür. Ancak kısa sürede vadinin normlarının, dış dünyadaki gerçeklikten tamamen farklı olduğunu fark eder. Vadinin insanları, görme yetisini bir hastalık, bir sapkınlık olarak kabul ederler. Nunez’in gördüğü dünyayı anlatma çabaları, vadinin sakinleri tarafından anlaşılmaz ve saçma olarak değerlendirilir. Onlar için, Nunez’in gördüğünü iddia ettiği şeyler birer hayalden, bir tür akıl hastalığından başka bir şey değildir.
Vadinin sakinleri, Nunez’in “hastalığından” kurtulması için gözlerini kör etmeyi önerirler. Bu öneriyi başlangıçta reddeden Nunez, zamanla bu toplumun normlarına uyum sağlamanın zorunluluğunu hissetmeye başlar. Aşkını kazandığı bir kadın için gözlerinden vazgeçmeyi bile düşünür; fakat sonunda vadinin gerçek doğasını ve kendisinin bu yerle uyum içinde olamayacağını fark eder. Nihayetinde, gözlerini kaybetmek yerine, vadiden kaçmayı ve özgürlüğünü yeniden kazanmayı seçer.
Nunez’in bu kaçışı, yalnızca fiziksel bir kaçış değil, aynı zamanda zihinsel bir özgürlüğün simgesidir. Bu hikâye, aslında modern toplumların içine düştüğü zihinsel körlüğü eleştirir.
Tam da günümüze uygun, ülkemizi, günümüzü ve bizleri anlatan bir öykü Körler Ülkesi.
Türkiye de bu metaforun güçlü bir yansımasıdır. Türkiye, medya ve siyasi söylemlerle şekillendirilen dar bir bakış açısına sıkışmış durumdadır. Tıpkı Körler Ülkesi’ndeki toplumun gerçekleri reddetmesi gibi, Türkiye’de de eleştirel düşünce ve farkındalık, toplumun büyük bir kesimi tarafından dışlanmış ve marjinalize edilmiştir.
Medya ve siyasi güçler, Türkiye’de toplumu adeta bir vadinin içine hapsederek, gerçeklikten kopuk bir dünya yaratmıştır. Eleştirel düşünce, toplumun büyük bir kesimi için tehlikeli ve kabul edilemez bir “hastalık” olarak görülmektedir. Toplumun çoğunluğu, tıpkı Körler Ülkesi’ndeki insanlar gibi, kendilerine sunulan bu dar perspektife uyum sağlamış, ancak bu süreçte gerçekleri görme yetisini kaybetmiştir.
Türkiye’de eleştirel düşünceye sahip bireylerin zihinsel özgürlük arayışı, Nunez’in vadiden kaçışını simgeler. Bu bireyler, toplumun dayattığı dar bakış açısına uyum sağlamak yerine, kendi yollarını aramaktadır. Ancak bu süreç, büyük bir cesaret ve kararlılık gerektirir. Çünkü vadinin karanlığından kurtulmak, toplumsal normlara meydan okumayı ve kendi yolunu çizmeyi gerektirir.
Sonuç olarak, Körler Ülkesi hikâyesi, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısını anlamak ve eleştirel bir gözle değerlendirmek için güçlü bir alegoridir. Bu hikâye, Türkiye’nin karanlık bir vadiye benzer hale gelen toplumsal yapısını sorgulamak ve toplumu bu körlükten kurtarmak için bir çağrıdır. Türkiye’de gerçekleri görebilen, sorgulayan ve eleştirel düşünen bireylerin çabaları, toplumun gözlerini yeniden açmak için hayati öneme sahiptir. Bu mücadele, toplumsal körlükten aydınlığa geçişin yolunu açabilir. Türkiye’nin vadiden çıkışı, ancak bu toplumsal uyanışla mümkün olacaktır. Çünkü gözlerimizi kapatıp karanlıkta kaybolmak yerine, hep birlikte ışığı aramak ve gerçekleri görmek zorundayız.
Ve sözü H.G. Wells’in Zaman Makinesi adlı eserinde geçen ve tam da günümüzü anlatan bir sözüyle bitireyim:
“İnsan hayatı evrenin akışı içindeki bir girdap gibi, yanıltıcı bir şekilde sakindir; bilimse insanın karanlığa yaktığı bir kibrittir ve kibritin ateşi karanlığın sandığımızdan daha da karanlık olduğunu gösterir.”
-Körler Ülkesi, H.G. Wells, Çev. Evrim Öncül, Kolektif Kitap