Elinizdeki sayıda okuyacağınız birçok dosya ve makale kapak olabilecek değerdeydi. Biz içlerinden Hasan Aydın’ın “Din, ahlak, siyaset” başlıklı makalesini kapak olarak seçtik. Güncelliğinden dolayı. Biliyorsunuz, Savunma Bakanı, üstüne vazifeymiş gibi, eğitimin amacının bilgi değil Allah korkusu edinmek olduğunu söyledi. Öte yandan toplum aylardır tarikat-gerici siyaset karanlığındaki bir köyde işlenen cinayet ve aile dahil köy sakinlerinin korkunç suskunluğu ile yüz yüze. Dinci geçinen pek çok isim ve kurumun yolsuzlukları da cabası. Bu durumda din-ahlak-siyaset ilişkisini ele alan bir dosyayı öne çıkarmanın en doğrusu olacağına karar verdik.
Oysa örneğin İzlem Gözükeleş’in makalesi (“Yurttaşların yapay zekâ süreçlerine katılımı”) yapay zekâ konusuna farklı bir açıdan yaklaşıyor ve “demokratik-halkçı” bir yapay zekânın olasılığını tartışıyor. Bu önemli ve ilginç makale kapak olabilirdi. Yine Okan Kuzhan’ın bir kitaptan yola çıkarak kaleme aldığı “Narsist toplum” başlıklı makalesi de günümüzün önemli bir sorununu ele alıyor; o da kapak olabilirdi. Seydi Çelik ile yakın zamanda yayımlanan kitabından (Tüccarlar, Fatihler ve Zigguratlar – İlkçağda Kent Devletlerinin Ortaya Çıkış Dinamikleri, Sarmal Kitabevi, Eylül 2021) yola çıkarak yapılan ve devletin kökeni meselesini tartışan söyleşi de hem hacmi hem de derinliği dolayısıyla kapak olacak değerdeydi. Uygarlık tarihi ve devletin kökeni meselesi bizim temel konularımızdandır ve daha önce bu konuyu pek çok kez kapaktan işledik.
Dememiz o ki bu sayı, konuları itibarıyla kapak olabilecek pek çok dosyadan ve elbette diğer değerli makalelerden oluşan zengin bir içeriğe sahip. Umarız okurlarımız da böyle düşünecek ve dergiyi ilgiyle okuyacak, tartışacaktır.
***
Geçtiğimiz haftalarda toplumda infial yaratan, hepimizin vicdanını sızlatan ve isyan ettiren iki olay yaşandı. Birincisi, Artvin-Hopa’da Cankurtaran ormanının maden işletmeleri tarafından talan edilmesine karşı mücadele eden köylülere yönelik silahlı saldırı sonucunda Reşit Kibar adlı yurttaşın öldürülmesi. İkincisi, Diyarbakır iline bağlı Tavşantepe köyünde 8 yaşındaki bir kız çocuğunun ailesi de dahil kolektif bir cinayet sonucu katledilmesi, failin ve cinayet nedeninin hâlâ tam olarak aydınlatılamaması. Biri, Türkiye kapitalizminin gelinen noktada nasıl vahşice işlediğinin göstergesi. Diğeri ise Türkiye gericiliğinin, tarikat-aşiret-siyaset düzeninin karanlık çarklarının göstergesi. Tavşantepe köyünün bir tarikat ve yasadışı örgüt üssü olduğu ve bunun yüksek siyaset (ve devlet) tarafından bilindiği, korunup kollandığı açık. Narin, tüm Türkiye’ye işte bu kopkoyu ortaçağını gösterdi; ne yazık ki cesediyle…
Evet, bir karanlığın içindeyiz ama enseyi karartmayalım. Bu tür olaylar daha önce de yaşandı; ama bu kez toplumsal tepki öncekilerden çok daha geniş ve radikaldi. Bu da toplumda iktidara karşı tepkilerin birikmekte ve bardağı taşıran son damlanın yaklaşmakta olduğunu gösteriyor. Bu ülke çürümüştür, bitmiştir, ahlaki çöküntü vardır türünden tespitler gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Evet, madalyonun bir yüzünü ifade ediyorlar. Ama madalyonun diğer yüzü de vardır: bu çürüme ve dağılmaya karşı toplumcu tepki. Bu tepkinin çoğaldığını da görmek gerekir. Dayanacağımız olgu budur.
Bu ülkeyi bir sömürge, bu toplumu köleler ve kullardan oluşan bir ümmet haline dönüştüremeyecekler. Cumhuriyet öncesine döndüremeyecekler. İki cinayet ne yapmak istediklerini gösteriyor; ama cinayetlere karşı tepki de buna izin verilmeyeceğini…
Dostlukla kalın…