Ana Sayfa Bilim Gündemi Marksizmin kaynakları

Marksizmin kaynakları

1647

Ender Helvacıoğlu

Marksizmin kaynakları meselesi tartışıldığında genellikle Lenin’in “Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Öğesi” adlı makalesine atıf yapılır. Mart 1913 tarihli bu makalede Lenin, “Onun (Marx’ın) öğretisi, felsefenin, ekonomi politiğin ve sosyalizmin en büyük temsilcilerinin öğretilerinin, dolaysız ve doğrudan bir devamı olarak doğmuştur.” diye yazar ve bu öğretileri şöyle sıralar: “Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizminin temsil ettiği, insanlığın 19. yüzyılda yarattığı en iyi ürünlerin, meşru mirasçısıdır.” (V. I. Lenin, Marx Engels Marksizm, Çev. Vahap Erdoğdu, Sol Yayınları, üçüncü baskı, Ankara 1997, s.83)

Peki, bugün Marksizmin kaynakları meselesini ele alırken Lenin’in 112 yıl önce yaptığı analizle yetinebilir miyiz? Bugün konuyu nasıl ve hangi kapsamda tartışmalıyız?

Lenin’in de makalesinde vurguladığı gibi, sayılan kaynaklar “insanlığın 19. yüzyılda yarattığı en iyi ürünler”dir. Yani 19. yüzyıl ile sınırlıdır. Makalenin yazıldığı tarih 1913’tür. Henüz Sovyet Devrimi yaşanmamıştır. Başta Çin devrimi olmak üzere Asya, Afrika ve Latin Amerika’da 20. yüzyılda gerçekleşen sosyalist devrimler ve anti-emperyalist kurtuluş hareketleri de yaşanmamıştır. Marksizm esas olarak 20. yüzyıldaki bu büyük devrimlerdeki yüz milyonların pratiği ile Avrupa toplumlarının sınırını aşar ve küreselleşir. Marksizmin kaynakları meselesini 20. yüzyılın başından bugüne yaşanan muazzam pratik göz önüne alınmadan değerlendirmenin eksik kalacağı açıktır. Marx ve Engels’in geliştirdiği kuramı, sadece devrim ve sosyalizm modelleri açısından değil düşünsel kaynakları açısından da “19. yüzyıl Marksizmi” olarak nitelemek yanlış olmaz. Kısacası kaynaklar meselesinin kapsamı kat kat artmıştır.

En önemlisi, bugün, Marksist kuramın geniş tarihsel ve düşünsel süreçler içindeki yerini, hangi geniş toplumsal süreçlerin halkası (veya köşe taşı) olduğunu çok daha kapsamlı biçimde değerlendirebilecek bilgi birikimine/derinliğine sahibiz. Geldiğimiz noktada Marksizmin kaynaklarını 19. yüzyıl Avrupa’sının doruk akımlarıyla sınırlamak fazlaca Avrupa-merkezci kalır ve Rusya steplerinden Çin kırlarına, dünyanın tüm halklarının anti-kapitalist ve anti-emperyalist atılımlarına esin kaynağı olabilmiş bir kurama haksızlık anlamına gelir. Marksizm, çok daha derin tarihsel süreçler ve tüm dünya emekçilerini kapsayacak çapta küresel süreçler içinde yer sahibidir.

***

Modernite sürecine giren ve emekçi hareketlerinin yeşerdiği her toplumun sosyalistleri, Marksist kuramı, kendi tarihsel ve kültürel birikimlerinin eleştirisi ile yeniden üretmek zorundadır.

Marksizm küreselleşirken, kapsamı çok daha genişlemiş, çok farklı damarlardan beslenmiş ve içeriği zenginleşmiştir. Başarılı sosyalizm pratikleri (özellikle Sovyet ve Çin deneyleri) incelendiğinde bu durum net olarak saptanabilir. Şöyle de söyleyebiliriz: Marksizmi kendi tarihsel ve kültürel birikimlerinin eleştirisi ile yeniden üretebilen, yerelleştirirken daha da evrenselleştiren pratikler başarıya ulaşabilmişlerdir. Marksizmi bir dogma olarak kavrayan ve 19. yüzyıl Marksizmine takılıp kalan sosyalist akımlar ise gelişememişler, Avrupa-merkezcilik illetinden kurtulamamışlar, kendi emekçileriyle birleşememişler ve başarısız olmuşlardır.

Ülkemiz bağlamında tartışalım. Türkiye’de Marksist bir politik hareket ve fikir odağı geliştirmek isteyenler 19. yüzyıl Marksizmiyle yetinebilirler mi? Marksizmlerinin kaynağı olarak sadece klasik Alman felsefesini, İngiliz ekonomi politiğini ve Fransız sosyalizmini göstererek Türkiye emekçileriyle birleşebilirler mi? Hatta Sovyet, Çin veya Küba pratiklerinin çıkarımlarıyla Türkiye’ye özgü bir Marksizm oluşturulabilir mi? Kesinlikle olanaksızdır. Türkiye’de İslam’la, Osmanlıyla, Türk-İslam senteziyle hesaplaşmadan, Kemalizmi ve Türkiye’nin modernite birikimini damıtmadan, hatta tarihimizdeki halk isyanlarını miras almadan bir Marksist kuram ve başarılı bir sosyalist politik hareket geliştirilemez. Böyle bir yönelim Marksizmi yerelleştirmek veya millileştirmek değildir; tam tersine evrenselleştirilmesine Türkiye’den katkı yapmak anlamına gelir. Bizim Marksizmimiz ne 19. yüzyıl Marksizmiyle ne de onun kaynaklarıyla yetinebilir. Bunlara ek olarak kendi toplumumuzun tarihiyle ve kültürel birikimiyle de hesaplaşmamız ve eleştirerek aşmamız gerekir. Böyle bir perspektif geliştirilemezse, gericilerin Marksizmi “yabancı ideoloji” olarak niteleyen saldırılarının önüne geçilemez. Örneğin bugün kimse -sosyalizm geri çekilmiş dahi olsa- Rusya’da, Çin’de, Küba’da vb. Marksizmi “yabancı ideoloji” olarak niteleyemez, böyleleri çıksa dahi ciddiye alınmaz; ama Türkiyeli sosyalistler olarak henüz bu noktada değiliz.

Marksizm işte böyle bir düşünsel ve toplumsal yeniden üretim pratiği içinde, farklı kaynaklardan da beslenerek çeşitlenmiş ve zenginleşmiştir. Böylece Avrupa-merkezcilikten kurtulabilmiş ve küreselleşebilmiştir. 20. yüzyıl pratikleri ve bu pratiklerden çıkan düşünsel birikim Marksizme yapılan gençlik aşısıdır.

***

İki yüzyıl boyunca tüm dünyaya yayılan bunca emekçi pratiğinden sonra, bu pratiklere yön veren Marksist kuramı, farklı toplumların tarihsel birikimlerinin damıtıldığı çok daha geniş toplumsal süreçlerin bir halkası olarak konumlandırabiliriz.

Marksizm bir modernite akımıdır, modernite sürecinin dinamikleri sonucunda ortaya çıkmıştır. Modernite sürecini, burjuva modernitesiyle veya genel anlamda Avrupa-Batı modernitesiyle sınırlamıyoruz elbette. Modernite hareketi ve düşüncesinin, belli tarihsel koşulların oluşmasıyla ilk kez Avrupa’da şekillenmiş olması bir tarihsel olgudur; ama özellikle 20. yüzyılla birlikte Avrupa’dan çok daha geniş ve farklı coğrafyalar, çok daha geniş kitleler, kendilerine özgü yollarla bu sürece katılmıştır. Başta Sovyet ve Çin devrimleri olmak üzere sosyalist devrimler, anti-emperyalist kurtuluş hareketleri, tıpkı İngiliz, Amerikan, Fransız, Alman vb. demokratik devrimleri gibi modernite atılımlarıdır. Hepsinde kendilerine özgü nitelikler, izledikleri farklı yollar, farklı sınıfların ağırlığı vardır ama geniş süreç perspektifiyle ele alındığında hepsi “modernite devrimleri” başlığı altında toplanabilirler. Marksizm, hem Batı’da burjuvazi tarafından -deyim yerindeyse- el konulmuş modernite sürecine sahip çıkarak onu geliştiren esas akım olması, hem de Doğu modernitesinin başat ideolojisi olması dolayısıyla geniş modernite süreci içinde özel ve öncü bir role sahiptir. Bunu şuradan da anlıyoruz: Marksizmin ve sosyalist hareketlerin geri çekildiği günümüzde, sadece sosyalizmin değil modernite sürecinin de kesintiye uğradığı, dünyanın hem Batı’da hem de Doğu’da kimilerinin -abartılı da olsa- “yeni ortaçağ” veya “tekno-ortaçağ” diye nitelediği, benim “başıboş modernite” olarak tanımladığım bir ara sürece evrildiği görülüyor. Ayrı bir tartışma başlığıdır ama değinmeden geçmeyelim: bugün esas olarak burjuva modernitesinin çökmeye başladığı bir döneme giriyoruz.

Konumuza dönersek, Marksizmi tüm dünya toplumlarına yayılmış geniş modernite sürecinin bir halkası olarak kavradığımızda kaynaklar meselesinin de o kapsamda ele alınmasının gerekliliği açıklığa kavuşur.

***

Sosyalist kuram sadece burjuvaziyi devirmek ve kapitalizmi aşmak ile sınırlı değildir. Sınıflılıktan ve tüm toplumsal eşitliksizliklerden kurtulma (uygarlıktan kurtulma) ideolojisidir. Bunu, 70 günlük Paris Komünü pratiğini saymazsak hiçbir sosyalizm deneyimi bulunmayan Marx ve Engels de ilkesel olarak ortaya koymuşlardı: Proletarya kendisiyle birlikte tüm sınıfları ortadan kaldıracak, sınıfsız toplumu kuracaktır. Geleceğe ilişkin “komünizme ulaşmak” olarak adlandırılan bu süreci geriye doğru da işletebiliriz. Sınıflılığa ve ezilmişliğe karşı tarih boyunca verilmiş tüm mücadeleler ve halk isyanları, sonuçları ne olursa olsun modernite birikiminin (köken anlamında) parçasıdırlar ve Marksizmin uzak kaynaklarını oluştururlar.

Bütün halk isyanları ve sosyal devrimler içlerinde derin bir tarihsel potansiyel taşırlar. Bu potansiyel, her türlü sömürüye, ezilmişliğe, eşitsizliğe karşı çıkmayı ve ortadan kaldırmayı içerir. Çoğunun sonuçları böyle olsa da hiçbiri gelsin başka bir sömürücü sınıf egemen olsun diye yapılmaz. Her büyük toplumsal devrim (modernite devrimi), içinde tohum olarak uygarlıktan (sınıflılıktan) kopuşu barındırır. Her halk isyanı içinde bir “komünizm potansiyeli” taşır.

Uygarlık tarihi egemenler açısından yazıldığında her türden sömürücünün yapıp ettikleridir. Ama tarihi sınıf mücadeleleri tarihi olarak okursak, ki Marksizm bunu önerir, uygarlık tarihi sömürülenlerin ve ezilenlerin sınıflılıktan (yani uygarlıktan) kopma ve kurtulma hedefinin tarihi olarak da yazılabilir. Marksizm bütün bu mücadelelerin mirasçısıdır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, yazımızın başında sözünü ettiğimiz Lenin’in makalesinde özetlenen “19. yüzyıl Marksizmi”, günümüz Marksizminin kaynaklarından sadece biridir.

NOT: Bu yazı Bilim ve Gelecek dergisinin Mart sayısında yayımlanacak olan geniş makalenin özeti.