Ana Sayfa Bilim Gündemi Türkiye modernitesinin özgünlüğü

Türkiye modernitesinin özgünlüğü

1959

Ender Helvacıoğlu

Türkiye modernitesinin kendine özgü bazı nitelikleri var.

– Modernitenin anavatanları sayılan Avrupa ve ABD ile Batı tarafından oluşturulmuş Kanada ve Avustralya dışındaki ülkeler arasında modernite birikimi en güçlü olanlardan biri Türkiye. Buradaki ölçüt sadece ekonomik gelişmişlik, sanayileşme düzeyi ve kapitalist yolda ilerlemiş olmak değil. Esas ölçütümüz modernite değerlerinin ve normlarının (parlamento, seçme-seçilme hakkı, insan hakları, kadın hakları, hukuk düzeni vb.) toplumsal olarak ne kadar benimsendiği ve içselleştirildiği.

Modernite atılımlarını esas olarak sosyalizm ile yapmış Rusya, Çin gibi büyük çaplı ülkelerden, Japonya gibi kapitalizm trenine son anda atlamış olanlardan bile daha derin modernite birikimi olduğu söylenebilir Türkiye’nin; en azından onlarla yarışabilir. İslam ülkeleri içinde ise bir modernite kalesidir Türkiye.

Bu 150 yıllık toplumsal birikimi ve cumhuriyet devrimleriyle yaptığımız büyük atılımı zaman zaman unutuyor ve karamsarlığa düşebiliyoruz. Ama işte bugün olduğu gibi bu birikim kendini kritik dönemeçlerde anımsatıyor, ağırlığını koyuyor ve hepimize umut aşılıyor.

– İkincisi, Türkiye’de modernitenin büyük soruları hâlâ bir tartışma konusu, henüz nokta konulmuş değil. Modernite sürecini tüm sıcaklığıyla yaşıyoruz. Dolayısıyla diri ve istim üzerinde bir modernitemiz var bizim. Türkiye modernitesi, çoğu Batı ülkesinde olduğu gibi henüz müzelik değil, tarih değil; arazide savaşıyor. Cumhuriyetin kazanımları ile Mustafa Kemal ve al yıldızlı bayrak gibi (hatta Namık Kemal, Tevfik Fikret gibi) simgeleri hâlâ mücadelenin ön saflarında, cephede savaşıyorlar. Türkiye halkı gericiliğe karşı bir mücadeleye atıldığı zaman yine bu simgelere başvuruyor, onları bayrak ediniyor. Dünyada “Cromwell”in askerleriyiz”, “Robespierre’in askerleriyiz”, “George Washington’un askerleriyiz” diye bir slogan (şimdilik!) yok (Hatta “Büyük Petro’nun ve Katerina’nın askerleriyiz”, “Sun Yat Sen’in askerleriyiz” diye sloganlar da yok. Ama neyse ki onların hâlâ arazide olan Lenin’leri ve Mao’ları var); ama “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bir slogan var, hem de halk mücadelelerinde, barikatlarda, tüm baskılara ve tedbirlere karşın harp okullarında… Mustafa Kemal, modernite müzesinin nadide bir köşesinde durmuyor, savaşıyor hâlâ!

Modernite atılımı simgelerinin hâlâ müzeye kaldırılmamış olmasının bir gerilik olduğu düşünülebilir. Geniş süreçlere çizgisel ve düz bir mantıkla bakarsak bu tespit doğru gibi gözükebilir. Ama dünyanın bugün yaşadığı süreç göz önüne alındığında bu “geri kalmışlık” bir ilerilik anlamına geliyor (diyalektik!). Modernitenin anavatanlarında dahi geri çekildiği koşullarda, biz modernitemizi müzelerde aramak zorunda kalmıyoruz; bizimkiler yanı başımızda.

Tamamlanmamış olmak, tehlikede olmak ve dolayısıyla diri olmak bir üstünlüktür bugün; Türkiye modernitesinin üstünlüğü… Cromwell’i, Robespierre’i, George Washington’ı ara ki bulasın (emin olun bulmak zorunda kalacaklar); kim bilir nerede, hangi müzede… Ama Mustafa Kemal Türkiye’nin sokaklarında, meydanlarında, yanımızda… Hatta şunu bile söyleyebiliriz: Cromwell, Robespierre, George Washington bizim sokaklarımızda hayat bulabilir ancak, Mustafa Kemal ile kol kola. Marx, Engels, Lenin ve Mao’nun da bizim sokaklara iltica etmeleri yakındır.

Kısacası Türkiye modernitesinin müzelik olmaması bir gerilik değil üstünlüktür bugün ve bu dünya çapında bir öneme sahiptir.

– Modernite, anavatanlarında, artık temizlenemeyecek ölçüde kirlendi. Amerikan yerlilerine karşı soykırım, yeniden hortlatılan kölecilik, sömürgecilik, vahşi kapitalizm, emperyalizm, faşizm, Nazizm, milyonlarca insanın yaşamını kaybettiği paylaşım savaşları vb. modernitenin bu burjuva versiyonunu çürüttü. Türkiye modernitesi de pirüpak değil; 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, Doğu’daki kirli savaşı göz önüne alırsak… Ama Batı’daki kadar kirli ve çürümüş değil. Dahası bu kirlerin faturası, Türkiye modernitesinin atılım dönemine (yani genç cumhuriyet ve Atatürk dönemine) fatura edilmedi; tam tersine pre-modern eğilimli Türk sağına fatura edildi. Bu nedenle kimse “Menderes’in, Demirel’in, Kenan Evren’in, Özal’ın askerleriyiz” demiyor; onlar modernitenin simgeleri olarak görülmüyorlar. Dolayısıyla Türkiye modernitesi nispeten temizdir ve bu nedenle hâlâ diridir ve simgeleri arazidedir.

Dünyada başka böyle bir ülke var mıdır? Belki Çin; orada da Sun Yat Sen ve Mao hâlâ ayakta. Gelecekte eminim modernitesini anımsayan toplumlar artacaktır; ama şimdilik başka bir ülke aklıma gelmedi (küçük ölçekli bir ülke ama Küba’yı da anmadan geçmeyelim). Bu nedenle Türkiye modernitesi, henüz fethedilememiş az sayıda moderniteden biridir ve ayağa kalkmış haliyle dünya modernitesinin de öncüsüdür. Türkiye’deki istim üzerindeki halk hareketi dünyadaki mevcut pre-modern eğilimleri bile tersine döndürebilecek potansiyele sahiptir.

– Temel bir özellik de Türkiye modernite akımının Türk devleti veya Türk burjuvazisi kanalıyla değil Türkiye halkı ve emekçileri kanalıyla yeşermesi ve gelişmesidir (Çin’den farkımız bu). Türkiye modernitesi bir halk hareketidir ve aşağıdan yukarıyadır. Bu bir avantaj mıdır yoksa dezavantaj mı, kestirmek güç; belki ikisi birden…

Türkiye modernitesinin -şimdilik- silahlı gücü, devlet gücü ve büyük sermayesi yok (dezavantaj). Ama müthiş bir kitlesel halk ve emek gücü var. Bugün bu iki güç karşı karşıya. Kim kimden parça koparabilir? Devleti ele geçirmiş iktidar halkı ancak bastırabilir; ama halk devletten parça koparabilir (avantaj). Bence gidişat ikinci eğilimden yana. Hareket ne kadar gelişirse bu eğilim de o kadar güçlenecektir.

Türkiye’deki halk hareketinin rengi turuncu değil, kıpkırmızı. Bu, Türkiye modernitesinin tartışılmaz anti-emperyalist kökeninden geliyor. Başka ülkelerde olduğu gibi liberalizm, post-modernizm ve emperyalist işbirlikçiliğiyle kirlenmiş bir hareket değil (bu konuyu Mehmet Ali Güller dostum Cumhuriyet’te 23 Mart tarihli köşe yazısında çok güzel tespit etmiş (https://mehmetaliguller.com/2025/03/23/turuncu-darbe-degil-kirmizi-savunma/).

Halk hareketinin bu niteliğini sosyalistlerin de hissetmesi ve belirlemesi gerekir. Türkiye halk hareketi, yan yana gelindiğinde kirletecek bir hareket değil, tersine arındıracak bir harekettir. Bunu da Maltepe’deki büyük mitinge katılmayıp Kadıköy’de kendi küçük mitinglerini düzenleyen (bence büyük bir hatadır) TKP’li dostlara naçizane bir uyarı olarak yazıyorum. Maltepe kirletmez, tersine arındırır. Kaldı ki varsa bir kirlilik, içine girerek temizlenebilir ancak, dışında kalarak değil. Marie Curie’nin devrimci yöntemidir bu: Bir ton çamurdan bir gram radyumu damıtmak. Radyum o bir ton çamurun içindedir, başka hiçbir yerde değil; devrimcilik de onunla haşır neşir olup damıtabilmektir.

Kısacası, şimdilik halk ve emek gücüyle ilerleyen Türkiye modernitesi, devleti fethetme potansiyeline de sahiptir. Moderniteden kopmuş devlet halkı bastıramayacak, ama halk devleti yeniden fethedecek. Tarihte birçok zikzaklar yaşanmış ama sonuç hep böyle olmuş. Bugün esas mesele, halk hareketinin tutarlı ve uzun soluklu bir önderliğe kavuşması ve organize olması, örgütlenmesidir (bu konuyu ayrı bir yazıda tartışacağız).

– Son bir nokta, Türkiye modernite hareketinin içinde sosyalizmin etkisidir. Bu hareketin diri kalabilmesinde Türkiye sosyalizminin rolü büyüktür. Türkiye modernitesinin çürümesini Türkiye sosyalizmi engelledi dersek abartmış olmayız. Türkiye sosyalizmi, Türkiye modernitesinin çok önemli (ve en temiz) bileşenidir. Mustafa Kemal simgesinin yanı sıra, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Doğan Avcıoğlu, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney vb. simgeleriyle şekilleniyor Türkiye modernitesi.

Türkiye modernitesi ayakta kalacaksa, başarıya ulaşacaksa ve Siyasal İslam illetinden kurtulacaksa, burada Türkiye sosyalizminin de rolü olacaktır. Belirleyici bir rolleri olabilir mi, onların basiretine bağlı (bu konuyu da ayrı bir yazıda tartışacağız).

Türkiye modernitesinin iki bileşeni var: Devrimci Kemalizm ve sosyalizm. Türkiye Kemalizmi, anti-komünizmden sıyrılıp sosyalizme açılabildiği oranda diri kalabilir. Tersi de doğrudur: Türkiye sosyalizmi, devrimci Kemalizme sahip çıkıp miras kabul ettiği oranda diri kalabilir ve kendini geliştirebilir.

Bugün meydanlarda işte bu iki diri güç bulunuyor.

– Toparlarsak, özel bir ülkedir Türkiye. Türkiye’deki halk hareketi tüm dünyayı etkileyebilir.

NOT: Bizim tarafı tartıştık bu yazıda. Peki, karşı taraf ne kadar ileri gidebilir? İleri gidebilme potansiyeli ne kadardır? Türkiye ve dünya konjonktürü ne kadarına elverebilir? Bunu da sonraki bir yazımızda tartışırız.