Ender Helvacıoğlu
Toplumsal davranışları zekâ düzeyleri (aptallık-akıllılık) ile tanımlamaya her zaman mesafeliyimdir. Eğer bir espri değilse “halkın şu kadarı aptaldır” türünden saptamaları, “devlet aklı”, “üst akıl” gibi kavramları pek doğru bulmam ve kullanmamaya çalışırım.
Hiçbir toplumsal kesim, hiçbir sınıf, hiçbir devlet aptal değildir. Ama “aptallaşabilirler”, “aptallaştırılabilirler”. Bu tür aptallaşmalar toplumsal olgulardır, toplumsal mücadelelerin sonuçları olarak ortaya çıkarlar.
Politik aklın kaynağı halktır. Politik akıl, sıradan insanlarla kurulan bağların düzeyi ile ilişkilidir (teorinin kaynağının toplumsal pratik olması gibi). İktidarların (hatta her türlü politik yönetimin) akıllarının kaynağı tabanlarıdır, halktır. Tabandan koptukça politik zekâlarının besin kaynağı da kesilmiş olur ve aptallaşmaya başlarlar.
Halktan kopan yönetimler aptallaşır. Kendi aleyhlerine sonuçlar veren hamleler yapmaya başlarlar. Yaptıkları hesaplar tutmamaya, öngörüleri yanlış çıkmaya başlar. İç çelişkileri artar ve keskinleşir; bölünmeler, giderek kopmalar görülür. Bunun nedeni aptal olmaları değildir, aptallaşmalarıdır; aptallaşmalarının nedeni de dediğim gibi besin kaynaklarını (halkı, tabanlarını) yitirmeleridir.
Böyle yönetimler için “Murphy kanunları” işlemeye başlar: “Ters gidebilecek her şey, ters gider.” Şimdi, normalde, böyle bir önermenin hiçbir bilimsel tarafı yoktur. Çeşitli olasılıklar içinde niye her zaman en olumsuzu gerçekleşsin ki? Ama -genelde bilimsel olmayan- Murphy kanunlarının bile geçerli olduğu bazı durumlar vardır: Eğik düzleme girildiği durumlar. Zaten bir olumsuzluk girdabına kapılmışsınızdır. Fren yapmaya da çalışsanız, gaza da bassanız kâr etmeyecek, sonuç sizin için olumsuz olacaktır. Şahin olmayı da güvercin olmayı da seçseniz her şey ters gidecektir; çünkü bir olumsuzluk evreni içindesiniz.
Yaptığınız her şey “aptalca” olacaktır. Eski denenmiş ve doğrulukları kanıtlanmış doğrular bile yanlış olmaya, olumsuz sonuçlar vermeye başlar. Doğrular bile yanlışa dönüşür, eğilir bükülür. Çünkü eğik düzleme girmişsinizdir.
Kısacası, eğik düzleme giren iktidar aptallaşır; halkı yitiren aklını da yitirir.
AKP iktidarı, hızla böyle bir duruma doğru ilerliyor. Bir yandan fren mekanizmasını yitiriyor, diğer yandan durmaya kalkarsa halk hareketi dalgasının altında kalacağını hissediyor. Örneğin, halk hareketi tam da istim üzerindeyken, bir de liselilerin sokağa dökülmesine neden olan bir uygulamayı hayata geçirmek hangi “akıl” ile açıklanabilir? Ancak halkın ruh halinden kopmakla, halkta biriken öfkenin düzeyini ve korku eşiğinin aşılmakta olduğunu değerlendirememekle, eski “doğru”ların artık yanlışa dönüştüğünü anlayamamakla açıklanabilir.
“Biz yaptık oldu” diyorlardı; gerçekten de oluyordu. “Güç bizde” diyorlardı; gerçekten de onlardaydı. Yaptıkları her şey yanlarına kâr kalıyordu. Ama artık öyle değildir. Artık yaptıkları her şey ters gidiyor, aleyhlerine sonuç veriyor (Murphy kanunu).
Halk korku eşiğini aşmaya başlıyor. İktidar, halkı yeniden eşiğin altına sürüklemek için korkutucu hamleler yapıyor. Ama halk daha da korkusuzlaşıyor. Çok ileri gittik frene basalım diyorlar; halk bu fren girişimlerini zafer olarak niteliyor ve daha da korkusuzlaşıyor.
Öyle gözüküyor ki, iktidar da bir eşiği aşmıştır. Hadi buna “Makyavel eşiği” diyelim. Machiavelli hükümdara öğütler verirken “gaye, vasıtaları meşru kılar” demiş midir; evet demiştir. Ama eklemiştir: “Güç sendeyse”. Machiavelli gücün kaynağını da çok net belirler: Halk! Devlet gücünün, -ondan kaynaklanacak yerde- halk üzerinde kullanılması durumunda artık güçten değil, ancak zaaftan söz edileceğini vurgular. Machiavelli, yönetirken korkulmak mı daha iyidir sevilmek mi sorusunu uzun uzun tartışır ve “korkulmayı” yeğler. Ama bir uyarı yapar: Sakın ola nefret edilme! İşte bu noktaya “Makyavel eşiği” diyebiliriz. Bu noktaya gelen yönetimler için artık ne gaye meşrudur ne de vasıtaları.
Erdoğan iktidarı bu eşiği aşmıştır.
Totaliter yönetimlerin bu eşiği aştıklarını fark etmeleri hemen hemen imkânsızdır. Daha doğrusu fark ettiklerinde artık iş işten geçmiştir; halk kapıya dayanmıştır. Tarih böyle örneklerle dolu.
***
Fazla iyimser bir tahlil yaptığım söylenebilir. Tüm anketlerde AKP’nin hâlâ yüzde 30’luk oyunu koruduğu, Erdoğan’ın gireceği bir yarışta yüzde 40’ın üzerinde bir oyu bulunduğu, bunlara ek olarak AKP’nin devletin tüm gücünü kendi hedefleri doğrultusunda kullandığı ve kullanacağı, yani hâlâ güçlü olduğu hatırlatılabilir. Bunların hepsi doğru; bu nedenle iktidardan kurtulmanın kolay olmayacağını hepimiz biliyoruz.
Bizi iyimser yapan, esas olarak “kütle” değil “ivme”dir. Machiavelli (1469-1527) ile Newton (1643-1727) arasında tam iki yüzyıl var. Biri siyaset bilimcisi, diğeri ise fizikçi. Ama ikisi de kendi alanlarında “güç” kavramı üzerinde kafa yormuşlar. Newton’un ünlü formülü: F=ma (güç eşittir kütle çarpı ivme). Yani güç, ivmeye bağlı.
Toplumsal hareketleri fizik yasalarıyla açıklayamayız elbet. Ama ivme kavramını (bir hareketlinin birim zamandaki hız değişimi) toplumsal hareketlerde de kullanabiliriz. Halk hareket halindedir ve bu hareket giderek artmaktadır; yani ivmelenmektedir. İktidarın ivmesi ise azalmaktadır (eksidedir). Son iki yıla bile baktığımızda bu gerçeği görebiliriz.
Newton’un güç formülünden esinlenerek şunu söyleyebiliriz: İvmeyi (hareketin hız değişimini) düşürmeyelim. Bu taktirde muhalefetin gücü artarken iktidarınki azalacaktır. Burada ivmenin subjektif bir unsura, öncüye bağlı olduğunu da unutmayalım.
Son bir nokta da şu: Halk hareketinin ivmesinin artması, devlet ile iktidar arasındaki farkı ortaya çıkarma potansiyeline de sahiptir. Öyle bir noktaya gelinebilir ki, devlet kendini kurtarmak için iktidarı kusabilir. Gemiyi terk eden farelerin ortaya çıkması bu iç çelişkinin bir göstergesi olacaktır. Henüz böyle belirgin bir eğilim yok, ayrıca buna fazlaca bel bağlamayalım; ama bu da -ek bir tahlil unsuru olarak- bir kenarda dursun.
Toparlarsak, bugün halk mı aptaldır, yoksa iktidar mı? Tamamen ivmeye bağlı…
NOT: Halk hareketi iyice ivmelenirse, Einstein’ın E=mc2 formülünü (enerji eşittir kütle çarpı ışık hızının karesi) konuşacağımız günler de gelebilir. Ama sonrası da var: Heisenberg’in belirsizlik ilkesi! Yani süreç uzun, iktidarın gitmesiyle de bitmiyor. Dinamik ve kaotik bir ülke Türkiye. Durulmuyor, derdi bitmiyor. Güzelliği de burada…