Ana Sayfa Dergi Sayıları 253. Sayı Boykot günlerinde aşk

Boykot günlerinde aşk

84

Üçüncü tekir şahıs/ Anıl Ceren Altunkanat

Hayda, şimdi aşk da nereden çıktı, diyeceksiniz. Gündem her gün bizi daha da sıkıştırır, daha da öfkelendirir ve yıpratırken. Değil aşka, gülmeye bile derman bulamazken. Çalışmak, okumak, yazmak, konuşmak bile çoğu gün anlamsız gelirken.

Bahardan çıktı, derim size. Soluk alma ihtiyacından çıktı. Uzaklaşıp güç toplama çabasından çıktı. Bir umuttan çıktı.

Şimdilik bir umutla gönlü okşayıp, başka bir yaşamın olanağına inanmak ve hatta o yaşam uğruna savaşmak için güç toplayabiliriz, olmaz mı?

Bakalım, belki olur.

***

Hep düşünürüm, bir aşk kaç aşktan doğar? Kaç aşk yüklenir, kaç yaşamın tortusunu taşır? Bu kadar çoğul ve bu kadar biricik nasıl olur? Bu kadar ıssız ve bu kadar kalabalık nasıl olabilir? Nedir bir aşkı bu kadar inanılmaz ama aynı zamanda tanıdık kılan? Her aşk için söylenen her şeyi, konu o bir aşka gelince yadsımaya zorlayan? Bir aşkı, her aşkın çoğulluğuna hapsedip yine de yalnız ve biricik kılan nedir?

İnsanın dermansız yalnızlığının bir yanılsaması mı? İçteki bulanık aynaların düşsü görüntüleri mi? Büyü mü? Bir büyüye duyulan özlem mi?

“Bu tensel bir düşkünlük değildi, daha derin bir efsundu, sanki hiç aklına getirmediği yeni bir kader şimdi onu çağırıyordu; Antonio’yu adım adım sürükleyerek, karşı konulmaz bir şiddetle meçhul ve karanlık bir yarına çekiyordu. Durumu neresinden ele alırsa alsın bir çıkış yolu bulamıyordu. Onu tek bekleyen bitmek bilmeyen öfke, küçük düşürme, kıskançlık, sıkıntıydı.”

Bir Aşk, bir saplantının romanı. Yılların yığdığı yoksunlukla beslenen bir saplantının; kıskançlıktan, yalnızlıktan, eziklikten – ve ezmekten – beslenip palazlanan bir saplantının romanı. Bir Aşk, içinde her aşkı barındıran, her aşkın içinde barındırdığı çaresizliğin romanı.

Tutkulu kavuşmalara, fısıldanan sevda sözlerine yer yok bu aşkta. Hoyrat. Çoğu karşılıksız. Çıkarcı. Vahşi. Kaypak. Kaçak. Düzenbaz. Umursamaz. Ulaşılmaz.

“Ne kadar gerçekti, ne kadar saftı, ne kadar güzeldi. Ona asla ulaşamayacaktı. Kız dışarıdaydı, yabancıydı, başka bir insanlığa aitti, ulaşılamazdı…”

Ama bir o kadar aşk. Hepimizin bildiği, hepimizin dilini yakan aşk. Çağırdığı uçurumla, kabullenilmiş ama vazgeçilemeyen çaresizliğiyle… Bilinen sonun hep görmezden gelinmesiyle… Bilineni yalancı çıkaracak büyüye koşan özlemiyle…

“Hızla kaçan ağaçlar ifadesi onun aşkının koşullarına uyuyordu: budalaca ve çaresiz aşkına. Şimdi kıza doğru hızla yol alıyordu ama bir yandan da orada onu yeni tedirginlikler, hor görmeler, gözyaşları bekliyordu. Ama o yine de soluk soluğa koşuyor, tek bir dakika kaybetmemek için ayağını bütün gücüyle gaza basıyordu.”

Evet ya, koşmaz mı kişi felaketine bir kurtarıcının kollarına atılırcasına? Bir aşk böyledir işte, her aşk gibi… Ve sonra birden yorulmaz mı insan günlerce yokuş yukarı koşup tam vardım derken bir anda tepe taklak aşağıya yuvarlanmaktan? Yorulmaz mı?

“Hayır artık böyle devam etmek mümkün değil artık yaşamıyorum artık çalışmıyorum artık yemiyorum artık uyumuyorum artık insanlar bana konuşuyor ama ben onları dinlemiyorum robot gibi öylece duruyorum artık ben kendim değilim kendimi mahvediyorum bu kızı terk etmem gerekiyor haydi haydi adam ol bu lanet olası çürük dişi çek at birkaç ay başka bir kız ara iki tane dene üç tane bırak kenara koyduğun üç kuruşu da harca en hayırlı harcadığın para o olacaktır yeter artık dayanamıyorum.”

Dayanır oysa, dayanacak. Zira aşktır, saplantıdır kendini dayatan. Bir kadına, bir erkeğe duyulan ölümcül bağımlılık değildir bu; yaşama duyulan kösnül arzudur. Vazgeçilmez olan, bir aşkı her aşktan ayıran ve her aşkı biricik kılan şey bir bedene değil, yaşama dokunuşudur insanın. Parmaklarını vantuz gibi yaşama, dirime gömmesidir; budur bir başkasına – ulaşılamaz başkasına – yönelik saplantının doğası. En azından budur o büyünün bir kısmı.

“Ve ne pişmanlık ne de utanç hissetti, sadece yeniden nefes almaya ve yaşamaya başladı.”

Kendini öyle böyle kabul ettirir. Yaşamdaki birçok şey gibi; yaşamın dayattığı birçok şey gibi. Seçimlerimizin kasıp kavuran kavrayışı gibi. Herkesin kaybettiği bir oyunda gülümseyerek pes etmek gibi. Yokuşa ve düşüşe alışmak gibi. Saplantının, savaşın ve yaşamın ta kendisi gibi.

“Ah, bunca zaman sonra. Ateşkes. Yenilmiş bile olsa. İkinci ve son yenilgi. Ama bozguna uğramış ordu bile savaş bitince derin bir nefes alır. Sessizlik, kalbi artık güm güm atmıyor, sadece şuradan buradan dumanlar tütüyor.”

Hep düşünürüm, bir aşk kaç aşktan doğar? Kaç aşk yüklenir, kaç yaşamın tortusunu taşır bir aşk? Kaç aşkta kavuşur bir aşka, kaç savaşta var eder kendini? Ve sever diğerini?

Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.

Dino Buzzati, çeviren Eren Cendey, Can Yayınları, s. 280