Leman Atalay
Bugün Türkiye, sadece iç politikalarla değil, aynı zamanda toplumsal yapısının, tarihsel köklerinin, kültürel değerlerinin ve sınıfsal çatlaklarının derin bir sorgulamasına tanık oluyor. Bunu sadece bir siyasi gerilim ya da ekonomik kriz olarak görmek yanıltıcıdır; zira burada, toplumsal bir değişimin arifesinde bir halk hareketi yükselmektedir. Ve bu hareket, kendini bir dizi farklı biçimde, ancak güçlü bir kavramsal çerçevede ortaya koyuyor: Gençlik ve halkın sokaklarda birleşen gücü, yalnızca bir tepkiden ibaret değildir. Bu, toplumsal düzenin yeniden şekillendirilmesine dair bir mücadeledir.
19 Mart 2025 tarihi, bir dönüm noktasıdır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın gözaltına alınması, iktidarın belirli bir noktada halkla, doğrudan ve açık bir şekilde hesaplaşmaya girmesi anlamına gelmektedir. Ama burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Bu olay, sadece İstanbul’da bir krizin patlak vermesi değildir. O, aynı zamanda sistemin içinde var olan derin kırılmaların, bireysel öznelerin ötesinde toplumsal sınıfların etkisiyle nasıl görünür hale geldiğinin somut bir ifadesidir.
Peki, bu patlama neden oldu?
Toplumsal olayların, yalnızca bireysel hareketler ya da tesadüfi gelişmeler olarak değerlendirilmesi, her zaman gözden kaçan bir boyutun olmasına yol açar: Sosyal yapı, her bir bireyin ya da grubun tavırlarının ötesinde, birden fazla sınıfsal dinamiğin etkisi altındadır. İktidarın gençliği ve halkı bastırmaya yönelik politikaları, sadece belirli bir sınıfın değil, aslında toplumun genel yapısının temellerini tehdit etmektedir. Gençler, sadece eğitim hakları ya da özgürlükleri için sokağa çıkmıyorlar; onlar, bağımsızlık, eşitlik ve adalet taleplerinin simgesi haline gelmiş durumdalar.
19 Mart’ta biriktikçe biriken öfkenin dışa vurumu olarak başlayan halk direnişi, hızla bir toplumsal bilinç sıçramasına dönüştü. İşte bu sıçramada belirleyici olan bir kavram vardır: Toplumsal sınıfın ortak iradesi. Bireysel taleplerin ötesinde, sokaklara dökülen insanlar artık bir sınıfın isyanını temsil etmektedir. İktidarın baskıcı ve yozlaştırıcı politikalarına karşı, halkın ve gençliğin sokaklarda kurduğu ortak direnç, toplumsal yapının yeniden şekillendirileceği bir sürecin habercisidir.
Süregeldiğimiz bu süreç, aslında modernleşme yolunda atılmış her adımın bir sorunu haline gelmiş olan “halkın egemenliği” meselesini yeniden gözler önüne seriyor. Türkiye’deki üniversiteler, çok uzun bir zamandır bilimsel bağımsızlıklarını yitirmiş, laik ve özgürlükçü temelleri zayıflamıştır. Ancak, bu sönükleşmiş akademik yapıya karşı gençlerin gösterdiği tepkiler, yalnızca üniversitelerin içinde seslendirilen bir itiraz olmaktan çıkmış; daha geniş bir toplumsal yapı içinde, halkla birleşen bir direnç şekline dönüşmüştür.
Neden halk ve gençlik bu kadar güçlü bir karşı çıkış içinde?
Sadece bugünkü hükümet politikalarına karşı değil, daha büyük bir tarihsel anlatının parçası olarak hareket etmektedirler. Zira, bu isyan, sadece bugünün sorunu değil; dünya kapitalizminin ve emperyalizminin halkları nasıl sömürdüğüne, kültürel ve toplumsal değerleri nasıl aşındırdığına karşı verilmiş bir savaştır. Gençlik, yalnızca kendi geleceği için değil, toplumun daha adil, daha özgür ve daha eşit bir yapıya kavuşması için sokaklara çıkmaktadır.
Ve bir kez daha, 2 Nisan 2025 tarihi, toplumsal bilincin patladığı bir anı işaret eder. Bu tarih, halkın ve gençliğin sadece İstanbul’da değil, tüm Türkiye’de birleştiği, ekonomik ve siyasal baskılara karşı kitlesel bir tepki gösterdiği bir gündür. Bu hareket, bir sınıfsal mücadele olmanın ötesine geçer. O, daha geniş bir toplumsal değişim, bir yeni toplumsal sözleşmenin inşa edilmesinin arayışıdır.
Bu direniş, öne çıkan bir liderlikten yoksundur. Çünkü burada söz konusu olan, bireysel bir kahramanlık değil, toplumun kolektif iradesidir. Halk, kendi gücüyle örgütlenmiş ve bu direnişi yönetiyor. Yani, bu süreç aslında halkın kendi özgür iradesini yeniden inşa etme sürecidir.
Sonuç olarak, neyi savunuyoruz?
Halkın sokağa çıkmasının, yalnızca mevcut sistemin krizinin bir yansıması değil, aslında bu krize karşı alternatif bir toplumsal düzenin inşası anlamına geldiğini görmemiz gerekiyor. Gençlik, bu toplumsal yapının en dinamik ve dönüşümcü öğesi olarak tarihsel bir sorumluluk taşımaktadır. Ancak bu sorumluluk yalnızca gençliğin değil; tüm toplumun ortak sorumluluğudur.
Bugün, sokakta birleşen halk ve gençlik, yalnızca iktidarın baskılarına karşı bir direnç göstermiyor. Aynı zamanda, tarihin, toplumun ve sınıfın kendisiyle hesaplaştığı bir dönemin başlangıcını müjdeliyor. Çünkü her sokak hareketi, kendi özneleşmiş toplumsal sınıfını yaratır. Bu, sadece geçmişin değil, aynı zamanda geleceğin de inşasıdır.
Sonuç, en net biçimde şudur: Bu toplumsal hareket, yalnızca bugünün çatışmalarına karşı değil; toplumsal yapının yeniden inşa edilmesi ve bu toplumun kendi geleceğiyle hesaplaşması için gerekli olan tarihi bir adımın atılmasıdır. Gençlik ve halk, bu noktada tarihsel bir sorumluluğu yerine getirmektedir.