Ender Helvacıoğlu
Erdoğan’ın otokrat (tartışmasız tek adam) (veya sözlük anlamıyla: siyasal erki tek başına elinde bulunduran kimse, hükümdar) olmak istediği, bunun için her yola başvurabileceği biliniyor. Bu yolda Putin’in örnek alındığını da hem kendisi hem de çevresindekiler zaman zaman ifade ediyorlar.
Ama otokrasinin ve otokratlığın da bir sosyolojisi var.
Otoriter rejimler, gerçek bir başarı öyküsü yaratıp, buradan bir meşruiyet üretip, halkın çoğunluğunun rızasını alarak kurulurlar.
Otoriter rejimler, halkın ileri kesimlerinin bölündüğü, parçalandığı, baskılandığı ve susturulduğu, halkın çoğunluğunun öncüsüz bırakılıp, örgütsüz kılınıp koyunlaştırıldığı koşullarda başarılı olabilirler.
Otoriter rejimler, inisiyatifi kazandığı, ivmeyi arkasına alabildiği, kendi saflarını sıklaştırdığı, muhalefeti parçaladığı ve ara kesimleri kendi lehine tarafsızlaştırdığı koşullarda başarılı olabilirler.
Bizimki gibi ülkelerde otoriter rejimler, ülke içi egemen sınıfları ikna edebildikleri ve emperyalist devletlerden dış destek sağlayabildikleri ölçüde başarılı olabilirler. Ama bu ikna ve destek de ülke halkının çoğunluğunun rızasını almakla olanaklıdır. Yoksa bu güç odakları, halkın rızasını alma potansiyeli daha yüksek kesimleri destekleyebilirler.
Yani otoriter rejimler dahi şu veya bu biçimde halkın çoğunluğunu ikna ederek, desteğini alarak veya halkın çoğunluğunu sindirerek kurulabilirler. İvmenin bir şekilde otoriter rejim taraftarlarından yana olması gerekir.
Kısacası faşizm, sadece baskı ve korku ile kurulamaz, kitlesel rıza da gerekir. Hitler, Mussolini, 12 Eylül vb. rejimlerinin kuruluşlarına baktığımızda bu unsurların varlığını görürüz.
Erdoğan da otoriter bir rejim kurmak istiyor; bu otoriterliğe bir şekilde meşruiyet zemini yaratmaya çalışıyor. Niyet budur. Peki, yukarıda özetlediğimiz niteliklere (potansiyellere) sahip midir veya zorlayarak sahip olabilir mi Erdoğan? Erdoğan bir otokrat olabilir mi? Türkiye rejimi otokrasiye dönüşebilir mi?
Önümüzde böyle bir tehlike vardır. Çünkü bu hedefi güttüğünü artık açıkça ifade eden, kendisini hiçbir hukuk ile kısıtlı görmeyen, muhaliflerini “telef etmekten” söz eden, kazanamayacağı bir seçimi yaptırmamakta ısrarlı bir iktidar vardır. Avantajları bütün devlet olanaklarını ele geçirmiş olmaları ve bu gücü muhalefeti bastırmak için pervasızca kullanmaları.
Ama dezavantajları da vardır.
Birincisi, bir başarı öyküsü üretemediler. “Suriye fatihliği” fos çıktı. Suriye’de iplerin ABD ve İsrail’in elinde olduğu, Türk devletine ancak taşeronluk rolü verilebileceği anlaşıldı. “PKK’nın feshi” ve “Terörsüz Türkiye” hedeflerinin de bir algı operasyonu olduğu, PKK’nın PYD’ye dönüşmesi, yasallık kazanması ve bu dönüşümün Türkiye’ye dayatılması anlamına geldiği ortaya çıkıyor. En önemlisi ekonomiyi düzeltemediler ve yoksulluğun derinleşmesini kısa süreliğine de olsa engelleyecek bir kaynak yaratamadılar. Bütün bu alanlarda başarısızlar, inisiyatif alamadılar ve yönetmekte zorlanıyorlar. Ufukta herhangi bir başarı öyküsü olasılığı da gözükmüyor.
İkincisi, Erdoğan iktidarı halkın çoğunluğunu kaybetti ve artık rıza üretemiyor. Kendi tabanından dahi kan kaybediyor. Dahası bugün halk (ve gençlik) hareket halindedir, korku eşiğini aşıyor ve eylemli olarak muhalefeti destekliyor. Bu eğilimin giderek hız ve güç kazanacağı da görülüyor.
Erdoğan’ın sıkışmışlığı şuradadır: İktidarını korumak zorundadır. Bunu ancak bir otokrat olarak sağlayabilir. Ama mevcut toplumsal ve politik koşullar buna elvermiyor.
Aslında ölüm kalım mücadelesi veren mevcut iktidardır. Türkiye’nin sosyolojisine (modernite ve demokrasi birikimine) karşı savaşmaktadır. Başaramayacaklar. Ama ciddi bir hesaplaşma yaşanması da kaçınılmaz görülüyor.