Işıl Kızılırmak
İçinden geçtiğimiz günlerin tarihe devredeceği bakiye üzerine çok şey söylendi, çok daha fazlası söylenecek elbette. İşgaller, savaşlar, ekonomik krizler, teknolojik hâkimiyetin mutlaklaşması, sağda hizalanan iktidarlar, “öteki”ne yaşam hakkı tanımayan egemen söylemin yaygınlaşması… Ve ben plastik kirliliğinin sonuçlarını şenlikli maceralar içinden anlatan bir çocuk kitabından söz edeceğim bu yazıda. İlk cümlede sıraladıklarımdan bir milim uzakta değilim aslında. Çünkü Plastik Kasaba ormanı, denizi, havayı, insan zihnini sinsice kirleten plastik atıklara kapitalist sistemin nasıl işlediğini de anlatarak bakıyor ve bu bakışla, çevre kirliğini, yaşam hakkının tarumar edilişini konu edinirken güncel siyasi dinamikleri aşan bir soruna işaret edildiğini vurgulayan benzer temadaki çocuk kitaplarından ayrılarak, olduğu varsayılan mesafeyi kapatıyor.
Plastik Kasaba, tiyatro sanatının soluk aldığı, aile içi tartışmaların Shakespeare replikleriyle sürdürüldüğü bir roman olduğu için Ophelia’yı başrol olarak adlandırmak uygunsuz olmaz sanırım. Gezici tiyatro yaptıkları için hayatlarını bir kamyon kasasında sürdüren anne babası sevdiği karakterleri kızlarında yaşatmayı seçtiğinden 9 ada sahip. Harikulade hafızasının yardımıyla tiyatro klasikleri ezberinde, edebiyata hâkim, sıklıkla anne babasının ebeveyni olmak durumunda kaldığından problem çözmeyi, hayatı işler hâle getirmeyi iyi biliyor. Cesur, meraklı ve mizahı kendine has. Okula gidip yaşıtlarıyla temas kuramadığından bu haslık pek de şaşırtıcı değildir belki. Çağa uyum sağlamayı zül sayan babası ve yüklerinden yorulup biraz “normal”leşmeyi arzulayan annesinin çatışmaları arasında, onları idare etmekle kendini yetiştirmek arasında kalarak büyüyor.
Dev kamyonları Stopford’a giriyor bir gün ve Ophelia (kısa adıyla Fee) gördüklerine hayran kalıyor: Parıltılı mağazalar, tertemiz sokaklarda tıpatıp aynı evler, evleri gibi diğerinin aynı insanlar; bakanı şaşırtan ama daha ziyade büyüleyen, ışıltılı bir dünya. Halk ne kadar mutlu bilmiyor Fee, kasabanın ışıltısının bâki olduğu hissi yeterli geliyor ona ilk anda. Hayatındaki köhnemişliğin zıddı ne varsa burada çünkü, her şey kusursuz, sürekli üretip tüketiyor bu insanlar, hep daha yenisini arzuluyorlar ve tepedeki fabrikanın bacası hiç durmadan duman salıyor kasabanın üzerine. Açık ki Stopford, 8-12 yaş aralığındaki okurlar için kurgulanmış bir kapitalizm alegorisi. Bir kasaba dolusu insan, varlıklarını fabrikanın kurduğu sisteme bahşetmiş zira onlara hayatlarını bahşedenin bu fabrika olduğuna inanmaktalar. Ancak metin, annesinin zoruyla başladığı okulda aşağılanıp dışlanan, kasabada istenmediklerini bildiren tehdit notları alan Fee’yi hızlıca uyandırıyor bu büyülü bahşedilme rüyasından. Onu merak dolu bir maceranın kahramanı yaparken okurunu da parlak ışıkların ardına; üretim bantlarına, itaatin rıza hâline getirilişine, pompalanan tüketim arzusuna, çocukların yegâne gelecek tahayyülünün verimli işçiler olmaya sabitlenişine bakmaya çağırıyor. Takip edilen ayak izleri, plastik atıklarıyla kaplanmış koydaki gizemli canavar, “Plastik gelecektir. İnsandan bile daha iyidir… Yok edilemezdir.” sayıklamalarıyla çılgın deneyler yapan Profesör Potkettle ve “Plasticus stupendus est/Diversus periculosus est”1 mottosu tüm kasabada yankılanan, gidenlerin geri dönmediği dev fabrika. Elbette, klonlama makineleri, plastik insan prototipleri ve çözülmesi gereken şifreler! Ophelia, tıkır tıkır işler görünen bu sistemdeki aksaklığın gizemini çözebilecek mi? Cesaretle çıkılan yollar yeni arkadaşlıkların, neşeli dayanışmaların davetiyesi olabilir mi? Fabrikanın külleyicisi harıl harıl çalışırken elde bir dolu ipucu, kurtarılması gereken çok insan ve ritmi hiç azalmayan bir macera var.
Doğa tahribatının sorumluluğunu insana yıkıp faili muğlaklaştırarak yeni bir pazar oluşturan sistemin keyifli bir eleştirisi Plastik Kasaba ve bence bu eksen onu, aynı temaya odaklanan çocuk kitaplarından net biçimde ayırıyor.2 İhtiyacımızdan fazlasına sahipken neden dahasını arzularız? Neden tüm temel ihtiyaçlarımızı en hızlı şekilde çözecek gereçlere bağımlıyız? Herkesinkine benzeyen, kusursuz evleri, düzenleri, duruşları neden arzularız? Sorular çoğalabilir ve yanıtları yükü sırtımıza bırakmış “bilinçli tüketici” söyleminde ararsak insanlığı, üretme, tüketme, tektipleşme hırsıyla bilenmiş bir açgözlü sürüsü olarak kavramamız zor olmaz. Oysa fazlasını arzulamazsak hayatta kalamayacağımızı, yetişkinlerin çocuklarını dahi göremedikleri vardiyalarla çalıştığı bir dünyada yaşamsal ihtiyaçlara en hızlı şekilde çözüm üretmenin zorunlu olduğunu; herkese benzemeyeni, dahası herkese benzeme dayatmasını reddedeni türlü biçimde cezalandıracağını bize yine bu sistem öğretti. Kitap da Fee’nin arkaik addedilen bir sanatı zorlukla icra eden, bir gün çalışmasa ertesi gün aç kalacak ailesi ile arkadaşı Seal’in modern imkânlara sırt çevirip doğada, ürettikleriyle yaşayan ekolojist ailesini yeni tüketici kimliğinin manifestosuna ses veren fantastik karakterler olarak değil, hayalleri için mücadele eden, çağına aykırı ama “gerçek” insanlar olarak kurgulayarak, insanlığın tüketim döngüsüne hapsoluşunun kaynağını fısıldıyor okuruna.
Kurumlar ve sistemler üzerine düşündüren, tartıştıran, katmanı bol bir çevre sorunu eleştirisini, aileyi, arkadaşlığı, kendini keşfetme gibi duygu yoğun insan öyküleriyle, çocukların inisiyatif aldıkları, hayal gücünün verdiği cesaret ve dayanışmayla hareket ettikleri bir maceranın içinden okuduğum için Susie Bower’a müteşekkirim. Sorunun derinliğini, doğaya mistik anlamlar atfederek ya da tahribatın biricik sorumlusu olarak konumlandırdığı bireye yeni tüketim kültürlerini işaret ederek anlatmak yerine, hayvana, insana, doğaya, işine yaradığı sürece yaşam hakkı tanıyan sisteme dair sorular yönelten Plastik Kasaba’nın okurları, ilk anda yalnızca eşsiz bir macera romanı okuyacak belki ama, görme ve tartışma biçimlerini dönüştürecek bir kitapla tanışmış olacaklar bence. Çevre kirliliği, tüketim döngüsü üzerine soruları olan her çocuğa neşeyle önereceğim bu şahane maceranın özellikle Potkettle Enstitüsü sayesinde genç okuru bilimkurguyla tanışmaya heveslendireceğini de düşünüyorum.
Bitirirken, gittiği yeri geri dönüşsüz biçimde başkalaştırıp doğaya hükmeden fabrika imgesi ile kasabanın adına yalnızca değinebildiğimi ama daha çok konuşmak gerektiğini not düşmek isterim. Aynı şekilde, Fee’nin babası Ar’ın özgür zihni bulandırıp insanı tektipleştiren bir kurum olarak gördüğü okulun, özellikle çocukluğu terk ederek arkadaşlarına düzenli, itaatkâr, bencil ve hırslı olmayı belleten gözetmenlerin anlamları da genç okurla uzun sohbetlere kapı aralamaya çok elverişli. Geleceğin üretken işçileri olmayı örgütlerken dahi eğlenceli olan bu okul bana Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur?’un (E.A. Rauter, Gözlem Yayınları, 1976) çocukların öğrenci olarak girdikleri okulun arka kapısından bacası tüten bir fabrikanın işçileri olarak çıktıkları kapağının hayat bulmuş hali gibi göründü.
DİPNOTLAR
1) Plastik harikadır / Farklı olan tehlikelidir.
2) Bilim ve Gelecek’in 226. sayısı için Prof. Dr. Sedat Gündoğdu ile Plastiksiz Bir Hayat Mümkün başlıklı bir söyleşi yapmıştık. Plastiğin yol açtığı tahribatın sorumluluğunun bireye yüklendiği, daha az tüketmek/ bilinçli tüketmek söylemiyle inşa edilen yeni tüketim kültürünün gerçekliği üzerine konuşurken Gündoğdu, “elimizle büyüttüğümüz bu canavar”ın üzerindeki “geri dönüştürebilir” simgesinin tüketim güdümüzü beslediğine, döngünün daha sorunsuz çalışmasına hizmet eden bir işlevi olduğuna değinmişti.
Plastik Kasaba, Susie Bower, Çeviren: Azade Aslan, Günışığı Kitaplığı, 2025. 311 s.