Ana Sayfa Bilim Gündemi Türkiye devrimciliğinin kaynakları

Türkiye devrimciliğinin kaynakları

1006

Ender Helvacıoğlu

Çeyrek asırlık Siyasal İslam iktidarı altında Türkiye toplumunun ne kadar tahrip edildiğini, ciddi bir insan kirliliği yaşandığını, demokratik kurumlarının nasıl dağıtıldığını, ülkenin zenginliklerinin nasıl yağmalandığını, halkın ne kadar yoksullaştırıldığını, dilencileştirildiğini, laiklikten ne kadar taviz verildiğini vb. biliyoruz, yazıp çiziyoruz. Bütün bunlar bu ülkede yapılacak bir devrimciliğin işini zorlaştıran unsurlardır.

Fakat tüm bu tahribata karşın, Türkiye toplumunun “demokratik birikimi” veya “aydınlık yüzü” dediğimiz bir kesim vardır ve ne yaparlarsa yapsınlar yok edilememektedir; hatta yeni kuşaklardan da anlaşılıyor ki kendini yeniden üretecek dinamizme de sahiptir. Türkiye devrimciliğinin yaslanacağı esas güç de budur.

***

Bu gücün temel niteliklerini kısaca tahlil etmeye çalışalım.

– Türkiye, Rusya ve Çin ile birlikte, 20. yüzyılın ilk yarısında Batı emperyalizmine karşı mücadele ve farklı bir modernite yolunu inşa etme yönünde ileri atılımlar yapmış üç ülkeden biri. Sovyet, Çin ve Türkiye devrimleri, dünyaya model olabilecek ölçekte devrimler. Öte yandan Türkiye, mazlumlar dünyasında -zaman zaman kıyısına da gelseler- hiçbir zaman sömürgeleştirilememiş, buna karşı direnç göstermiş üç ülkeden biri: Türkiye, Çin ve İran. Bu tarihsel olgular toplumlara bir karakter (bağımsızlık tutkusu, dik başlılık ve boyun eğmeme gibi) kazandırır.

Elbette ciddi bir karşılaştırmalı akademik çalışma yapmak gerekir ama kanım odur ki, bu dört ülke (Rusya, Türkiye, İran, Çin) arasında modernite birikimi (modernite değerlerinin toplumsallaşması açısından) en güçlü ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin en az 150 yıllık bir modernite birikimi vardır ve bu birikim, sadece evrimsel değildir devrimleri de içerir. Demokratik kurumların, parlamentonun, anayasacılığın, seçimlerin 150 yıllık bir geçmişi vardır Türkiye’de. Türkiye’nin turuncu devriminin, yani AKP iktidarının, seçimlerle gelme ve seçimlerle devam edebilme, ancak seçim yoluyla meşruiyet kazanabilme zorunluluğunun nedeni de budur.

Türkiye devrimciliğinin dayanak noktalarından, güç kaynaklarından biridir bu nitelik.

– Türkiye devrimi, dolayısıyla Türkiye modernite birikimi, Batılı mı Doğulu mu? Kadim bir tartışmadır bu, hâlâ devam eder ve daha da devam edecek gibi görünüyor. Yazımızın hedefi bu noktada derinleşmek değil, başka yerlerde yazdık; sadece şunu söyleyebiliriz: Türkiye devrimi başlangıç itibarıyla iki tarafın da devrimci yönünü almaya çalışmıştır: Batı’nın aydınlanma birikimi ve Doğu’nun Avrupa-merkezcilik karşıtlığı ve anti-emperyalizmi. Bu sentez çabası ne kadar ilerleyebilmiş ve başarıya ulaşabilmiştir, ayrı bir tartışma konusu. Ama bu çaba, Türkiye toplumunda çok önemli bir birikim yaratmıştır.

Modernite ile birlikte ortaya çıkmış değerleri ve normları, bilimsel düşünce ve yöntemi, aydınlanma hareketinin katkılarını, demokratik devrimlerin kazanımlarını ve giderek sosyalizmi, ilk kez Batı’da/Avrupa’da ortaya çıkmış bütün bu evrensel insanlık atılımlarını savunma ve sahip çıkma anlamında “Batıcıyız”. Yine ilk kez Batı’da/Avrupa’da yeşermiş kapitalizme, sömürgeciliğe ve emperyalizme ise karşıyız. Bu anlamda Batı modeline karşı mücadele ediyoruz.

İşte bu -tamamlanmamış olsa da- sentez çabası, Türkiye devrimciliği için bir pusula niteliğindedir, rota çizer ve çok önemli bir birikim anlamını taşır.

– Türkiye modernitesinin anti-emperyalist yönü güçlüdür. Bunun birinci nedeni, kuşkusuz, en büyük modernite atılımının Batı emperyalizmine karşı bir kurtuluş savaşı (Çanakkale savunması ile başlamıştır) sonucu oluşmasıdır. Cumhuriyetimiz, emperyalizme rağmen kurulmuştur. Bizim vatanımız emperyalizmden koparılmış toprak parçasıdır.

İkinci nedeni, pre-modern odakların ve İslamcıların her dönemde emperyalizmle işbirliği yapmış olmalarıdır. Yani yakın tarihimiz boyunca anti-emperyalizm ile anti-feodalizm birleşmiştir. Türkiye’de hiçbir zaman anti-emperyalist bir İslamcı hareket çıkmamıştır (bu Türkiye’ye özgü bir nitelik, örneğin İran veya Filistin böyle değil).

Anti-emperyalizm Türkiye devrimciliğinin (ilericiliğinin, cumhuriyetçiliğinin, modernitesinin) mayasında vardır. Elbette bu anti-emperyalizm homojen bir yapıda değil; zaman zaman kendini milliyetçilik, hatta etnik milliyetçilik, yabancı düşmanlığı biçiminde de gösterebiliyor. Fakat yakın tarih yine gösteriyor ki, bu tür eğilimler anti-emperyalizmden uzaklaşıyorlar, hatta emperyalizmin aparatı haline dönüşüyorlar, dahası moderniteden de kopuyorlar (bu önerme sadece Türk milliyetçiliği için değil Kürt milliyetçiliği için de doğrudur).

Türkiye’de devrimci olan anti-emperyalist oluyor; anti-emperyalist olan da devrimci. Tersi de doğru: Devrimcilikten uzaklaşan anti-emperyalist kalamıyor; anti-emperyalizmi bırakan da devrimci kalamıyor. Dünyada, bu netlikte, çok az ülkede görülen bir özelliktir bu.

– Türkiye devrimciliğinin anti-kapitalist yönü de giderek güçleniyor. Genç Cumhuriyet döneminin devrimciliği anti-emperyalistti belki ama anti-kapitalist değildi. Dönemin liderliği, Türkiye’yi bir köylü toplumundan çağdaş bir endüstri toplumuna dönüştürmenin yolunun kapitalistleşmekten geçtiği yanılgısına düştü. Batı yolunu (esas olarak Fransız Devrimi yolunu) zorladılar, ama bu yolun geçmişte kaldığını, bizim gibi ülkeler için geçerli olmadığını ve artık bizzat Batı tarafından tıkanmış olduğunu fark edemediler. Ama bu tartışmayı geçelim…

Günümüzde ise Türkiye toplumu, yoksul bir köylü toplumu olmaktan çıktı, yoksul bir proleter ve yarı-proleter toplum haline dönüştü. Bu dönüşüm, Avrupa toplumlarının tarihinde veya Çin’in son döneminde yaşandığı gibi endüstri devrimleriyle olmadı. Deyim yerindeyse apar topar oldu. Yapıcılıkla değil, yıkıcılıkla oldu. Sonuç olarak Türkiye’nin orta sınıfı da proleterleşti. Ülkemizin beyaz yakalılarının büyük çoğunluğu da birer proleterdir artık. Üniversite öğrencileri de ya yarı-proleterdir ya da birer proleter adayıdır, en iyi olasılıkla…

Bu durumun nedeni yağmacı-talancı mafyatik bir burjuvazinin palazlanması adına toplumun büyük çoğunluğunun yoksullaştırılmasıdır. Dolayısıyla Türkiye devrimciliği, bu yağmacı burjuvaziye yontan çarkı tersine çevirmek, emekçiler lehine müdahale etmek, yağmalanan zenginliklere kamu adına el koymak, kısacası anti-kapitalist olmak zorundadır, yoksa devrimci olarak kalamaz.

– Otoriterleşmenin, otokrat bir rejim kurmanın İslamcı-dinci bir iktidar eliyle yapılıyor olması, aslında Türkiye karşı-devrimciliğinin handikabıdır. Türkiye toplumunun en az yüzde 50’sinin ikna olmasını baştan engelleyen bir niteliktir bu. Modernist ambalajlı seküler görünümlü bir otokrat daha şanslı olabilirdi, ama AKP iktidarının böyle bir şansı yoktur. Zirvede olduğu dönemlerde dahi toplumun en az yarısı tarafından reddedilmiştir Erdoğan iktidarı. Günümüzde ise bu reddiye oranı çok daha artmıştır.

Bu olgu, Türkiye devrimciliğinin tabanının ne kadar geniş ve potansiyelli olduğunu gösterir.

– Türkiye devrimciliği her zaman ciddi bir gençlik hareketine sahip oldu. Jön-Türk döneminde, Kurtuluş Savaşında, Cumhuriyet kurulurken, 27 Mayıs devrimi öncesinde, 60’lı ve 70’li yıllarda, Haziran Direnişinde, günümüzde… Gençler, özellikle üniversite öğrencileri, her zaman Türkiye devrimciliğinin öncü/vurucu gücünü oluşturdular. Üniversite öğrencilerinden Harp Okulu öğrencilerine kadar bu niteliği görüyoruz.

Türkiye devrimciliği, bir gençlik hareketidir.

Öte yandan, özellikle 80 sonrasında kadın hareketi de Türkiye devrimciliğinin çok önemli bir bileşeni olarak ortaya çıktı. Doğaldır, çünkü modernite, özellikle Siyasal İslam’ın etkin olduğu ülkelerde, ister istemez bir kadın özgürlüğü hareketidir.

Türkiye devrimciliği, bir kadın hareketidir aynı zamanda.

– Çok önemli bir nitelik de şu: Türkiye’nin aydınlık yüzü, toplumun öncü, yapıcı ve üretken kesimini oluşturuyor. Türkiye devrimciliği (modernite güçleri), toplumun diğer kesimlerini ardından sürükleyebilme potansiyeline sahip. Pre-modern odakların, İslamcıların ve etnik milliyetçilerin böyle bir potansiyelleri yok. Onlar ancak karşı tarafı tahrip ederek ilerlemeye çalışıyorlar. Yapıcı değiller, yıkıcılar. Yani akıntıya kürek çekmek zorundalar.

Türkiye devrimciliği, toplumun doğal akışına uyum sağlayabilme potansiyeline sahiptir. Türkiye karşı-devrimciliğinin ise böyle bir potansiyeli yok.

***

Türkiye’nin bu tarihsel ve toplumsal birikimleri (aslında Türkiye’nin adı konmamış “toplum sözleşmesi”dir bu), ülkemizin, örneğin Irak, Suriye, Libya, Afganistan gibi çözülmesini ve dağılmasını şimdiye dek engelledi. Şimdiye dek diyoruz, çünkü Erdoğan iktidarının devamı yakın tarihimizin gördüğü en ağır saldırıyla karşı karşıya bırakabilir ülkemizin bu toplum sözleşmesini. Çünkü onlar, mezheplere, tarikatlara, aşiretlere, etnik kimliklere göre bölünmüş, yurttaşlar topluluğu olmaktan çıkıp ümmet haline gelmiş ve modernite güçleri ezilmiş bir toplumda iktidarlarını koruyabilirler ancak.

Elbette emekçi halka, tarihsel kazanımlarımıza, toplumsal birikimimize yaslanacağız ve güveneceğiz. Hiçbir zaman karamsarlığa düşmeyeceğiz. Ama bu vurdumduymaz bir iyimserlik değil; tehlikenin bilincinde olan, uyanık ve kararlı bir iyimserlik olacak.

Türkiye, çağın bütün temel çelişmelerinin yoğunlaştığı ve çatışmalı olarak yaşandığı bir ülke. Bu nitelikteki belki de tek ülke (İran da benziyor bize). Bu keskin çelişmelerin çözümü sürecinde hep yeni sentezler oluşturmak zorunda kalmış Türkiye toplumu: Doğu-Batı sentezi, Kuzey-Güney sentezi, aydınlanmacılık ve devrimcilik ile anti-emperyalizmin sentezi, Türk-Kürt uluslaşmasının sentezi… Sentezler ülkesiyiz biz. Bazen başarılı olmuş, bazen yarım kalmış, tıkanmış bu çabalar. Toplumsal birikimimiz de bu deneyimlerle oluşmuş zaten. Öyle gözüküyor ki, yeni ve daha üstün bir sentezi yapmak zorunda kalacak Türkiye toplumu ve başarılı olursa bir kez daha tüm dünyaya örnek olabilecek.

Bir de sosyalistler olarak bizler, sosyalizm ile Türkiye devrimciliğini (sadece söylemde değil, eylemli olarak) sentezleyebilsek…