Ender Helvacıoğlu
20. yüzyıl başlarında Marksistler, dünyadaki politik gelişmeleri açıklamak için üç temel çelişme tespit etmişlerdi: 1) Burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişme. 2) Emperyalizm ile ezilen halklar arasındaki çelişme. 3) Emperyalist devletler (bloklar) arasındaki çelişmeler. Bunlara bir de, Ekim Devrimi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyalizm yolunu seçen bazı Doğu Avrupa ülkeleri ve Çin Devrimi ile birlikte oluşan Sosyalist Blok sonucunda kapitalizm-sosyalizm çelişmesi eklenmişti.
Lenin, o dönemde, yaşanılan çağı “proletarya devrimleri ve ulusal kurtuluş mücadeleleri çağı” olarak nitelemiş, devrimci stratejiyi “Dünyanın bütün işçileri ve ezilen halklar birleşin” şiarıyla ifade etmişti. Mao Zedung ise stratejiyi “Halklar devrim, uluslar kurtuluş, devletler bağımsızlık istiyor” diye formüle etmişti.
20. yüzyıl boyunca bütün büyük politik süreçleri bu dört temel çelişme belirledi: İki dünya savaşı, sosyalist devrimler, ulusal kurtuluş mücadeleleri, soğuk savaş…
Bu süreç 1990’larda Sovyetler Birliği’nin ve Sosyalist Blokun dağılması ile son buldu. Sosyalizmin geri çekilmesiyle birlikte başka bir dünya oluştu ve günümüze gelindi.
***
Peki, günümüzde hangi temel çelişmeler dünya çapındaki politik süreçleri belirliyor?
Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki bir çelişmeden somut olarak söz edemiyoruz. Belki sadece Çin Halk Cumhuriyeti için böyle bir çelişmeden söz edilebilir, ama dünya çapında böyle bir temel çelişme şimdilik yok.
Emperyalizm (özellikle Batı emperyalizmi) ile dünya halkları arasındaki çelişmenin son derece keskin biçimde sürdüğü ve giderek derinleştiği söylenebilir. 20. yüzyıldan bir fark şu: Emperyalizm ile ezilen halklar arasında değil, (bizzat emperyalist ülke halklarını da dahil ederek) emperyalizm ile dünya halkları arasındaki çelişme olarak formüle etmek gerek bu çelişmeyi.
Dünya çapındaki politik gelişmeleri belirleyen bir diğer temel çelişmenin, Atlantik Bloku (ABD, AB, Japonya, Kanada, Avustralya…) ile Avrasya Bloku (Rusya, Çin, İran…) arasındaki çelişme olduğu söylenebilir. Bu çelişmeyi, emperyalist bloklar arasındaki bir çelişme olarak tanımlamak bence yanlış olur. Günümüze özgü devlet blokları arasındaki bir çelişmedir bu. Çin Halk Cumhuriyeti’nin sosyalist bir ülke olduğundan hareketle bu çelişmeyi kapitalizm-sosyalizm çelişmesi olarak nitelersek gerçeklerden uzaklaşmış oluruz ve yanılgıya düşeriz. Ama emperyalistler arasındaki bir çelişme olarak görürsek de gerçeği yansıtmamış oluruz ve yine yanılgıya düşeriz. Günümüze özgü bir çelişmedir bu, geçmiş kalıplar içine sokmaya çalışmak doğru olmaz. Süreç ilerledikçe belirginleşecektir bu çelişmenin niteliği.
19. ve 20. yüzyılın esas olarak Avrupa’daki politik süreçleri belirleyen burjuvazi-proletarya çelişmesinin benzeri olarak, bu kez dünya çapında, küresel burjuvazi ile dünya emekçileri-yoksulları arasındaki çelişmenin de günümüzün temel çelişmelerinden biri olduğunu tespit etmek gerekir.
Günümüzde sadece sosyalizmin değil modernitenin de geri çekildiği gerçeğiyle birlikte çok daha geniş bir süreci belirleyen modernite ile pre-modernite eğilimleri arasındaki çelişmenin de keskinleştiğini ve temel çelişmeler içinde yer aldığını tespit edebiliriz. Daha anlaşılır olması için, biraz daraltıp kabalaştırarak ifade edersek demokrasi-otokrasi çelişmesi de diyebiliriz buna.
Toparlarsak günümüzde dünya çapındaki politik süreçleri belirleyen temel çelişmeler: 1) Küresel burjuvazi ile dünya emekçileri-yoksulları arasındaki çelişme; 2) Emperyalizm ile dünya halkları arasındaki çelişme; 3) Atlantik ve Avrasya devlet blokları arasındaki çelişme; 4) Modernite (demokrasi) ile pre-modernite (gericilik, otokrasi) arasındaki çelişme olarak özetlenebilir.
***
Bütün bu çelişmeler, kendi başlarına büyük politik süreçlere yol açabiliyor, bazen biri bazen diğeri öne çıkabiliyor. Ama diğerlerini de belirleyen en temeldeki çelişmenin burjuvazi-proletarya (küresel burjuvazi ile dünya emekçileri) çelişmesi olduğunu düşünüyorum. Gerek emperyalizm ile dünya halkları arasındaki çelişme gerekse modernite ile pre-modernite arasındaki çelişme, bu çelişme temelinde yükseliyor. Çünkü bugün pre-modernitenin ve otokrasi eğilimlerinin esas kaynağı ve destekleyicisi küresel burjuvazi ve onun devletleridir. Öte yandan Atlantik-Avrasya çelişmesinin de emperyalizm ile dünya halkları arasındaki çelişmenin devletler düzeyindeki bir türevi olduğu söylenebilir.
“Emekçi modernitesi”, bütün bu çelişmelerin -emekçiler ve yoksullar açısından- sentezini ifade eden bir slogan olarak tespit edilebilir.
***
“Baş çelişme” kavramı ise sosyo-ekonomik değil politik bir kavramdır ve politik gelişmelere göre (ve elbette ülkelere/bölgelere göre) değişebilir. Ama baş çelişme de yukarıda sözünü ettiğimiz temel çelişmeler zemininde yükselir. Örneğin bugün dünya çapında baş çelişme -bence- ABD emperyalizmi ile dünya halkları arasındadır.
Türkiye’deki baş çelişme ise Saray iktidarı ile Türkiye halkı arasındadır. Saray iktidarı, gerek pre-modern eğilimlerin (Türkiye gericiliğinin) gerek küresel burjuvazinin gerekse ABD emperyalizminin Türkiye’deki somutlaşmış ifadesi gibidir.
NOT: Bu tespitlerin tartışılacak pek çok yönü bulunduğunun, bazı boşluklar içerdiğinin farkındayım. Zaten kesin hükümler iddiasıyla değil, tartışılması ve derinleştirilmesi umuduyla yazdım.







