Ana Sayfa Bilim Gündemi Gazze: uygulamalı emperyalizm ve faşizm dersi

Gazze: uygulamalı emperyalizm ve faşizm dersi

5242

Ender Helvacıoğlu

Gazze olayı çok büyük derslerle dolu.

Birincisi, 21. yüzyılda emperyalizmin ve faşizmin ne olduğunun en berrak biçimde görülmesi açısından büyük bir ders.

Genç kuşaklar Hitler Nazizm’ini, Mussolini faşizmini, ABD emperyalizminin (ve işbirlikçilerinin) Vietnam’da, Kore’de, Şili’de vb. yaptıklarını kitaplardan okuyup belgesel filmlerden izleyebildiler. Ama iki yıllık Gazze süreci bu iki kavramı (emperyalizm ve faşizm) genç devrimcilerin gözüne, yüreğine ve beynine sokarak kavrattı. Bizim gibi eski kuşaklara da yeniden anımsattı. Gençlerde bir kin birikimi, bizlerde ise kin tazelenmesi yarattı.

Trump’a ve Netanyahu’ya teşekkür etmeliyiz. Emperyalizm ve faşizm dersini bütün boyutlarıyla son derece net biçimde, uygulamalı olarak verdiler ve vermeye devam ediyorlar.

Emperyalizm ve faşizm açısından halklar (insanlar da diyebiliriz) birer böcektirler. Hani evimizde gördüğümüzde üzerlerine basıp ezdiğimiz hamam böcekleri var ya, onlar gibi… Evimizdeki böceklerin yaşam hakkı, hukuku vs. var mıdır; onlar yok edilmelidir. İşte Gazzeliler, Trump ve Netanyahu açısından yok edilmesi gereken hamam böcekleri gibidirler. Abartısız söylüyorum, bakış açıları budur. Bu bakış açısı yeni de değildir, 500 yıldır böyle. Bunların ataları zamanında Amerikalı yerlilere, Afrikalı siyahilere, Asyalı köylülere, hatta kendi ülkelerindeki işçilere, yoksullara, kadın ve çocuklara da aynı şekilde bakmışlar ve aynı biçimde davranmışlardı.

Görüyorsunuz, yılışık Trump, bölgedeki işbirlikçileriyle de dalga geçip laf atarak, Gazze’ye barış getirdiğini söylüyor. Ne pahasına? En az 70 bin Gazzeli “hamam böceğinin” katli pahasına!

Öte yandan emperyalizm açısından “vatan” diye bir kavram kalmamıştır. Hiç oldu mu, bu bir tartışma konusu. “Vatan”, “yurt”, “ulus”, “vatandaş”, “yurttaş” gibi kavramlar, Avrupa’da, aristokrasinin tasfiyesi ve kapitalizmin pekiştirilmesi sürecinde ortaya çıktılar. Ama sadece Avrupa’da. O çok “demokratik”, çok “insan haklarcı”, çok “ilerlemeci” kapitalistler, Avrupa dışındaki coğrafyalara gelindiğinde, oraların da birilerinin vatanı, yurdu olduğunu düşünmediler bile. Oralar yağmalanacak, talan edilecek, çökülecek, zenginliklerine el konulacak, sömürülecek coğrafyalardı her zaman. Ezilen dünya açısından kapitalizm başından itibaren emperyalizmdi.

Trump gibileri için Gazze kocaman bir rant alanıdır. Irak, Suriye gibi ülkeler ise ağız sulandıran petrol kaynakları… Emperyalizm ve küresel burjuvazi vatan/yurt ve vatandaş/yurttaş düşmanıdır. Ülkemizde de görüyoruz: Gazze nasıl Filistinliler için bir vatansa, Kaz Dağları, Ege’nin zeytinlikleri, Karadeniz’in suları, Anadolu’nun ve Trakya’nın ekip biçtiğimiz ovaları, yaylaları, tarlaları, madenleri de bizim vatanımızdır. Ama emperyalistler oraları talan edilecek toprak parçaları olarak görür. 100 yıldır geçerli olan bir tunç kanunu: Ezilen halklar açısından vatan, emperyalizmden kurtarılmış ve daima emperyalistlerden korunması gereken toprak parçasıdır.

İşte Trump ve Netanyahu -Gazze’de uygulamalı olarak- bize bu dersleri verdiler ve anımsattılar.

Devam edecekleri anlaşılıyor. Bölgedeki işbirlikçileriyle birlikte güle oynaya ilan ettikleri “barış”, emperyalist savaşı daha da genişletme hedefinin adımıdır. İran’a saldırının yolunun döşenmesidir. (Bu yazı yazılırken İsrail Lübnan’daki Hizbullah hedeflerine saldırdı. İran’a yönelik saldırgan söylem de yoğunlaşmakta.)

***

İki yıllık Gazze sürecinden farklı bir ders de çıkarabiliriz.

7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrailli sivillere yönelik saldırısından sonra ABD destekli İsrail’in, Ortadoğu’daki “terör odaklarına” karşı saldırı süreci başladı. Gazze’ye, Lübnan Hizbullah’ına, Suriye’deki Esat yönetimine, bölgedeki İran destekli gruplara, Yemen’de Husilere ve İran’a saldırıldı. Ortadoğu’daki anti-İsrail ve anti-Amerikan odaklar yok edildi ve etkisizleştirildi. Hamas’ın 7 Ekim eylemi sonuçları itibarıyla ABD’nin ve İsrail’in dünyada ve bölgede hegemonyalarını yeniden tesis etme yönündeki saldırgan politikalarının gerekçesini oluşturdu.

Anımsayalım: 11 Eylül 2001’de Usame bin Ladin liderliğindeki El-Kaide örgütünün İkiz Kulelere ve Pentagon’a yapılan uçaklı saldırıları sonrasında ABD’nin “terörizme karşı savaş” adı altında İran, Irak, Afganistan, Suriye gibi ülkelere yönelik saldırı süreci başlamıştı. Bu süreç hâlâ devam ediyor.

Bu eylemler birer “yanlış hesap” ürünü müydüler yoksa “komplo” mu, kesin bir yargıya varamıyoruz; ama sonuçta ABD ve İsrail için bulunmaz “lütuflara” dönüştükleri ortada.

Türkiye tarihi de bu tür karanlık olaylarla doludur. En yakın örnek: 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi, zayıflayan AKP iktidarının yeniden pekişmesinin, devletin yeniden dizayn edilmesinin, ülkedeki rejimin değiştirilerek başkanlık sisteminin getirilmesinin ve tek adam diktatörlüğünün gerekçesini oluşturmuştu. Bilindiği gibi Erdoğan bu olayı “Tanrı’nın lütfu” olarak nitelemişti.

En ünlü örneklerden biri de Hitler iktidarının yolunu açan ve Nazi saldırganlığının gerekçesini oluşturan Reichstag yangınıdır.

Komplo teorisyenliği, toplumsal gelişmeleri, tarihselliği, sınıf mücadelesini reddeden yanlış bir düşünce tarzı; fazla ısrar edildiğinde şarlatanlığa kadar varabilir. Ama bu, komploların olmadığı anlamına gelmez. Tıpkı savaş gibi komplo ve kışkırtmalar da politikanın devamı ve aracıdırlar; tarih boyu özellikle egemen sınıflar tarafından kullanılmışlardır.

Komplolara, provokasyonlara, kışkırtmalara karşı uyanık olmak ve fırsat vermemek, olgun bir önderliğin en az savaşmak kadar belirleyici bir niteliğidir.