Ana Sayfa Bilim Gündemi ‘İkili toplum’

‘İkili toplum’

2434

Ender Helvacıoğlu

“İkili iktidar” kavramı, bildiğim kadarıyla, ilk kez Lenin tarafından, Rusya’da, 1917 Şubat Devrimi sonrasında, Ekim Devriminin arifesinde, burjuva Geçici Hükümet ile Sovyet iktidarının bir arada bulunması durumunu açıklamak için ortaya atılmıştı. Lenin bu durumun uzun süre devam edemeyeceğini ve devlet iktidarının Sovyetlere verilmesi gerektiğini belirtmişti ve Bolşevikler “Bütün iktidar Sovyetlere” şiarı bu hedefi sloganlaştırmıştı.

Türkiye tarihinde de 1920-1923 yılları arasında net bir ikili iktidar durumu yaşanmıştır: İşgal altındaki İstanbul’da emperyalistlerle işbirliği yapan Osmanlı hükümeti ile 1920’de Ankara’da Mustafa Kemal önderliğinde kurulan ve Kurtuluş Savaşını yöneten Millet Meclisi. Bu ikili durum da kurtuluş savaşının kazanılmasını takiben 1923 yılında cumhuriyetin ilan edilmesi, Osmanlı saltanatına son verilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin resmen kurulmasıyla son bulmuştur.

Çin Devrimi sürecinde de, bu kez daha uzun bir zamana yayılan ikili iktidar durumu yaşanmıştır: Pekin’deki Çan Kay Şek önderliğindeki Guomindang hükümeti ile Mao Zedung önderliğindeki Çin Komünist Partisi’nin halk savaşı vererek Çin kırında yeşerip yayılan “kızıl siyasi iktidarlar”.

Aslında “devrimci durum” koşullarının oluştuğu süreçlerin belirgin özelliğidir bu. Mevcut iktidara karşı yeni bir iktidar odağı doğar ve bu iki iktidar hesaplaşır. Sadece modernite devrimlerinde değil, modernite öncesindeki çatışma süreçlerinde de aynı durumlar görülür.

***

Bugün Türkiye’de de benzer bir durumun yaşandığı söylenebilir mi? Benzerlikler var, ama sanırım günümüz dünya ve ülke koşullarından kaynaklanan yeni bir durum ile karşı karşıyayız. Sadece iki iktidar odağı hesaplaşmıyor, sanki aynı coğrafyada, aynı politik birim içinde iki ülke, iki toplum, iki çağ karşı karşıya; hem de iç içe geçmiş olarak. “İkili iktidar”ın ötesinde “ikili toplum”dan söz edebiliriz. Hatta “ikili iktidar” durumu henüz yok, ama “ikili toplum” durumu giderek keskinleşiyor.

Günümüz dünyasında bir “geri düşüş” dönemi yaşanıyor. Sadece sosyalizmin geri çekilmesinden söz etmiyorum; daha önemlisi -sosyalizm de dahil- modernitenin geri çekilmesi. Modernitenin çok köklü olduğu Avrupa ülkelerinde dahi böyle bir tehlike var. Ama bu süreci en keskin ve çatışmalı biçimde yaşayan ülkenin Türkiye olduğu söylenebilir. Çünkü Türkiye hem çoğu Güney ülkesine göre daha köklü bir modernite birikimine sahiptir hem de Avrupa ülkelerine göre o kadar da sahip değildir. Türkiye’ye benzer bir ülke ABD’dir; benzer gelişmeleri yaşamaya adaydır ABD.

Bu geri düşüş süreci engellenemeyip uzadıkça “ikili toplum” durumu yaşanıyor. İki farklı yaşam biçimi, iki farklı norm ve değerler sistemi, iki farklı çağ, kısacası iki farklı toplum oluşuyor.

Bu tür farklı toplum kesimleri her zaman vardı denebilir. Doğru, her zaman vardı ve hep var olacaktır. Ama fark, geri düşüşü temsil eden politik odağın iktidar olması, kendi toplumunu yaratması ve bütün topluma dayatmasıdır.

Günümüz daha farklıdır ama yakın tarihte benzer durumların Hitler Almanya’sında, Mussolini İtalya’sında, Franco İspanya’sında, Salazar Portekiz’inde de yaşandığı söylenebilir. Kendi toplumunu yaratarak mevcut toplumu baskılayan “geri düşüş iktidarları”dır bunlar.

Bugün Türkiye’de neredeyse iki farklı toplum var. Bir toplum Reis ve tebaasından oluşuyor. Reis’in her dediğini sorgulamadan kabul eden, varlığını onun varlığında, kaderini onun kaderinde gören, kullardan oluşan bir ümmet toplumu. Uzun süreli AKP iktidarı ne yazık ki böyle bir toplum kesimi yarattı ve bu kesim toplumun -giderek daralmasına karşın- hâlâ yüzde 25-30 kadarını kapsıyor. Geri kalan çoğunluk ise şu veya bu ölçüde bir modernite toplumu. Ama sorun yüzde 30’luk kesimi temsil eden odağın iktidar olması, hatta devlet olması ve devletin tüm olanaklarını kullanarak kendini toplumun bütününe dayatması, yani moderniteyi düşman olarak görüp ona savaş açması; bu yönde emperyalist odakların da desteğini alması.

Bu ikili durum uzun süre devam edemez. Ederse, en hafifinden İran, daha kötüsü Irak. Afganistan ve Suriye’deki gibi çatışmalar yaşanabilir. Elbette Türkiye, sözünü ettiğimiz bu ülkelerden farklı. Türkiye’nin 150 yıllık bir modernite birikimi, oturmuş demokratik gelenekleri var ve en önemlisi köklü bir cumhuriyet devrimi yaşanmış. Türkiye, en az 150 yıldır moderniteye yönelmiş, geleceğini bu yönde görmüş bir toplum. Modernitenin tadını almış ve benimsemiş bir toplum. Tüm olanaklarına ve dayatmalarına karşın geri düşüş sürecinin tam olarak başarıya ulaşamaması ve çok güçlü bir dirençle karşılaşmasının nedeni bu.

Önünde sonunda bu iki toplum birleşecek ve bütünleşecektir. Ama hangi yönde? Hangisi galebe çalacak ve diğerini kapsayıp içinde eritecektir? Hangisinin bu yöndeki potansiyeli daha güçlü? Türkiye’de ümmet toplumu, kapsamını artıra artıra, modern toplumu tahrip ede ede, onu ümmete çevirebilir mi veya boyun eğdirebilir mi? Çağımızda böyle bir gelişme ancak çok büyük iç/dış çatışmalarla ve çok aşırı bir zor kullanarak olası; hele Türkiye’de… Ama diğeri, yani modern toplumun ümmet yapısını çözerek, dağıtarak dönüştürmesi ve kapsaması çok daha büyük bir olasılık ve genel gidişata da (bakmayın son 30-40 yıllık zikzağa) uygun. Ve bu ikinci yönelim -elbette zor mekanizmalarını da kullanacaktır ama- nispeten demokratik yöntemlerle hayata geçirilebilir.

Saray iktidarı aslında bu “Türkiye gerçeği”ni görüyor. En yakın örnek 29 Ekim’de milyonların (ve en önemlisi esas olarak gençlerin) al yıldızlı bayraklarla ve Atatürk posterleriyle sokağa dökülmesi, Anıtkabir’e coşkuyla koşması. Tüm baskılara ve tehditlere karşın Saray rejiminin giderek kan kaybetmesi. Onlar açısından çok moral bozucu olmalı… Bakın, Cumhuriyet Bayramı coşkusunu engelleyemiyorlar; yapabildikleri tek şey Atatürk posterinin yanına Erdoğan posterini sokuşturmak; o da çok eğreti duruyor. Saray’ın saldırganlığının ve telaşının nedeni bu.

Ümmet toplumunu oluşturmaya çalışan odakların tek avantajı var: İktidar olmaları. Ümmetin iktidarı var ama modern toplumun iktidarı yok. Bu avantaj ellerinden alınmalı. Bunun için de ilk adım “ikili iktidar” konumuna ulaşılması. Son yerel seçimlerde AKP’nin başta büyük şehirler olmak üzere birçok kentin belediyelerini kaybetmesi, ikili iktidar olgusunu gündeme getirmişti. Saray iktidarının muhalif belediyelere bu denli pervasızca saldırması ve dağıtmaya çalışması bu ikili iktidar durumunu engellemek içindir.

Ama nafile! Türkiye’de modern toplumun muazzam bir tabanı var ve bu olgu seçimle veya başka bir biçimde kendi iktidar yürüyüşünü ve giderek siyasal iktidarını yaratacaktır.

Çeşitli kıstaslara vurarak ayrıca tahlil etmek gerekir ama bence Türkiye toplumu modernite yönelimi açısından “geri döndürülebilirlik eşiğini” aştı. Bunca tahribata ve dayatmaya karşın modern toplumun direncini kıramadılar. 50 yıllık yoğun çatışmalara ve akan bunca kana karşın bir Türk-Kürt iç savaşı yaşamadı Türkiye; Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Türk’e düşman edemediler. Her ülkeye/topluma nasip olmaz bu. Örneğin İran’a ve Yugoslavya’ya nasip olamadı. Demek ki Türkiye’nin sağlam bir mayası var.

Evet, kötümser olmak için çok nedenimiz var. Ama iyimser olmak için daha fazla nedenimiz… Kötümserlikten farkı, iyimserliğin emek istemesi. Bu ülkenin güzelim gençleri ve bu gençlere borcu olan bizler, el birliğiyle o emeği vermek zorundayız.

NOT: “İkili toplum” tahliline sınıf mücadelesini göz ardı ettiği eleştirisi gelebilir. Öyle değildir. Sınıf mücadelesi çok farklı görünümler alabilir ve değişik mecralardan akabilir. Modern toplumun ümmet toplumunu dönüştürerek kapsaması, kendi iktidar yürüyüşünü ve giderek iktidarını oluşturması, hem karşı karşıya hem de kendi içinde yoğun bir sınıf mücadelesi anlamına gelir. 100 yıl öncesinden farklı olarak, yeni modernite atılımı ancak emekçi ağırlığıyla gerçekleşebilir. Bu da kazanımlarla ve tıkanmalarla dolu 150 yıllık modernite serüvenimizden çıkaracağımız en büyük derslerden biri.