Miletli Anaksimandros’un düşüncelerinin, bilim anlayışının ve kozmolojide yol açtığı büyük kavramsal değişimin etkileri günümüzde de sürmektedir. Carlo Rovelli irrasyonalizm ve dini düşüncenin yeniden yükselişe geçtiği günümüzde, rasyonalitenin antik kökenlerini neden önemsememiz gerektiğini açıklıyor.
Felsefeye giriş kitapları tarihteki ilk filozoflar olarak Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’ten söz ederler. Ardından bu filozofların, şeylerin özünü ya da ilkesini aradıkları ve Thales’in su’yu, Anaksimandros’un apeiron’u ve Anaksimenes’in hava’yı önerdiği belirtilerek konu kapatılır. Ancak böyle özetten pek bir şey anlaşılmadığı gibi bu üç düşünürün bilimsel/felsefi düşüncenin ilk örneklerini hangi motivasyonla ortaya koydukları da bir muamma olarak kalır.
Carlo Rovelli Miletli Anaksimandros ya da Bilimsel Düşüncenin Doğuşu’nda genel olarak Yunan’ın özel olarak da Anaksimandros’un düşünce tarihindeki değerinin yeterince ortaya konulamadığını göstermeye çalışıyor. Ona göre bu filozofların düşüncelerinin iyi bilinmemesinin ve yanlış anlaşılmasının, yani değerinin tam olarak kavranmasının önündeki başlıca engel, günümüzde geçerliliğini hâlâ sürdüren, fen bilimleri ile beşeri bilimler (ya da bilimsel kültür ile hümanist kültür) arasında yapılan tehlikeli ayrımdır. Bu “tehlikeli dikotomi”; bilim ve felsefe tarihinin ayrı ayrı, tek yönlü ve eksik yazılmasına, yanlış sonuçlar çıkarılmasına neden olmuştur.
Uzmanlık alanı kuantum çekimi olan Rovelli, bilim ve felsefe tarihini başlatan bu üç düşünürün “biricik ilke”si hakkında söylediklerini daha iyi anlayabilmek için bilimsel bir bakış açısının zorunluluğuna işaret ediyor. Tarihî-felsefî formasyona sahip ama bilimsel formasyona sahip olmayan birçok entelektüel, yirmi altı yüzyıl önce yaşamış filozofları kavramaya çalışırken kaçınılmaz olarak zorlanırlar. Daha açık bir deyişle, ilk filozofların son derece “bilimsel” olan düşüncesini anlama ve bu düşüncelerin bilim tarihine katkısının boyutunu ölçme konusunda yetersiz kalırlar. Anaksimandros’un düşüncesinin büyüklüğüne odaklanan Rovelli, kendi bakışını şöyle özetliyor:
“Anaksimandros’a bakışım ne bir tarihçinin ne de bir Yunan felsefesi uzmanının bakışıdır; bilimsel düşüncenin yapısı üzerine ve aynı zamanda da bu düşüncenin uygarlığın gelişimindeki rolü üzerine derinlemesine düşünme kaygısı güden bir günümüz bilim adamının bakışıdır.” (Rovelli: 12)
Bilimsel ve felsefi mirası
Anaksimandros ilk coğrafyacı, ilk biyolog, ilk astronomdur. Ayrıca bilimsel etkinlik için kuramsal düşüncenin önemini ortaya koyan, eleştiri geleneğini başlatan ve bilim tarihinin ilk büyük kavramsal devrimini gerçekleştiren düşünürdür.
Tarihsel bilgilere göre Anaksimandros’a yüklenebilecek düşünceler şöyledir: 1) Meteorolojik olayların doğal nedenleri vardır. Doğada su çevrimi vardır. 2) Yer, uzayda yüzen sınırlı bir cisimdir. Yer hiçbir yere düşmez, çünkü oraya doğru düşeceği belirli bir doğrultusu yoktur. 3) Güneş, Ay ve yıldızlar, dairesel hareketlerle Yer’in etrafında döner; bu cisimler “kağnı tekerleğine” benzer büyük çemberlerle taşınır. Gök cisimlerini taşıyan bu tekerler, yıldızların niçin Yer’e düşmediğini açıklar. Yıldızlar en yakın dairenin üstündedir; Ay ortadaki, Güneş ise en uzaktaki dairenin üstündedir. Bu çemberlerin birbirine uzaklığının oranı 9, 18 ve 27 sayılarıyla formüle edilir. 4) Doğayı oluşturan şeylerin çokluğu/çeşitliliği, “sınırsız”, “tanımsız”, “belirsiz” anlamına gelen bir “ilke”den, yani “apeiron”dan türemiştir. 5) Şeylerin birbirine dönüşmesi, “zorunluluk” tarafından düzenlenir. Zorunluluk, fenomenlerin zamandaki açılıp serilmelerini tayin eder. 6) Dünya, sıcak ve soğuğun, apeiron’dan ayrılmasıyla oluşmuştur. 7) Bütün hayvanlar başlangıçta denizde ya da eskiden yeryüzünü bütünüyle kaplayan suda yaşıyordu. Yani ilk hayvanlar balıklardır ya da balık türünden varlıklardır. Bu canlılar yer kuruyunca karalara yayılmış ve bu yeni ortama uyum sağlamışlardır. İnsanlar şu anki biçimleriyle ortaya çıkmış olamazlar. İnsanlar da, diğerleri gibi balık biçimindeki diğer hayvanlardan türemiştir. 8) Anaksimandros dünyanın ilk coğrafî haritasını çizmiştir. Bu harita daha sonraki kuşaktan bir diğer Miletli olan Hekataios tarafından geliştirilmiş ve bütün antik haritalara temel teşkil etmiştir. 9) Anaksimandros doğal olaylar üzerine ilk düzyazılı kitabı yazmıştır. Daha önce kitapların hepsi şiir formunda yazılmaktaydı. 10) Gnomon’u [güneş saati] Yunan dünyasında kullanan ilk kişidir. Bu aletle Güneş’in karmaşık bir astronomisi geliştirilebilmiştir.
Yer neden düşmüyor?
Yer’in neden düşmediği sorusuna geçmeden önce bir yanılsamayı ortadan kaldırmak gerekir. Ortaçağ’da Yer’in küre biçiminde olduğu biliniyor ve kabul ediliyordu. Hıristiyan Ortaçağı Yer’in küre biçimli olduğu bilgisini Yunan dünyasına borçludur. Önce Aristoteles’in sonra da Batlamyus’un ikna edici kanıtlarıyla Yer’in, grosso modo (kabaca) küre biçiminde olduğu gösterilmiştir. Aslında Aristoteles’ten önceki kuşakta da Yer’in küresel olduğu fikri oldukça yaygındı, ama yeterince kanıt gösterilemiyordu. Platon Phaidon adlı diyalogunda Sokrates’e, “ikna edici kanıtlar öne sürebilecek durumda olmaksızın” Yer’in küre biçiminde olduğuna inandığını söyletir:
“Phaidon düşünce tarihinde en çok okunmuş, yorumlanmış ve tartışılmış metinlerden biridir. Ama genellikle ‘ruhun ölümsüzlüğü’ konusuna takılıp kalınır ve metnin bilim tarihinin hakikî bir mücevherini içinde barındırdığı gözden kaçırılır: Dünya’ya dair yeni bir biçimsel tasarıma yapılmış ilk atıf. Bu gözden kaçırma, günümüzde birbirine aptalca kör kalan iki kültürü, hümanist kültür ile bilimsel kültürü birbirinden ayıran uçurumun alenî bir belirtisidir.” (Rovelli: 67)
Peki, Anaksimandros bu buluşu, daha doğrusu bu kavramsal sıçramayı nasıl yapmıştır? Anaksimandros’un hocası Thales’e göre Yer uçsuz bucaksız bir okyanusun üstünde yüzmekteydi. Anaksimandros ise Yer’i çevreleyen bir okyanusun gerekli olmadığını düşündü. Okyanusu zihninden silince geriye, uzayda yüzen bir disk kaldı. Onun bu akıl yürütme tarzı modern bilimin ‘basitlik ilkesi’ne de uygundur. Yer’in altında da üstünde de boşluk vardır. Asıl kozmolojik devrim budur:
“Küre modeli hiçbir durumda Arz’ın formu meselesine yönelik ‘doğru’ çözüm değildir: Bu yalnızca, silindirik modelden biraz daha fazla ve elipsoid modelden de biraz daha az isabetli bir modeldir. ‘Kozmolojik devrim’ nitelemesi hiç şüphesiz ki Anaksimandros’a yaraşır.” (Rovelli: 70)
Aslında Yer’in uzayda yüzdüğü düşüncesi hemen kabul edilebilecek bir fikir değildi. Çünkü dünya hakkında sahip olduğumuz imgeyle temelden çelişiyordu ve ayrıca eski dünya tasarımına karşı tutarlı ve inandırıcı bir alternatif sunması gerekiyordu. Anaksimandros’un her şeyden önce deneyime dayalı şu ‘basit’ soruyu yanıtlaması gerekiyordu: “Şayet Dünya bir şeyin üstünde durmuyorsa niye düşmüyor?” Rovelli’nin belirttiği gibi bilimde zor olan yeni fikirler üretmek değil onları işlevsel kılmak, yani dünya hakkındaki bilgimizin geri kalanıyla bütünleştirmektir. “Yer neden düşmüyor?” sorusuna Anaksimandros dahice bir yanıt bulmuştur. Bu Aristoteles’in de bir şekilde yararlanacağı kuramdır:
“Eskilerden Anaksimandros gibi kimileri yerin benzerlik, eş uzaklık yüzünden durduğunu söylüyor. Nitekim ortada yerleşen ve sınırlara göre eşit olan şeyin daha çok yukarıya, aşağıya ya da yanlara devinmesi söz konusu değil. Aynı anda karşıt yöne devinmesi ise olanaksız, dolayısıyla duradurması zorunlu. Bu kuram zekice…” (Aristoteles, Gökyüzü Üzerine, B.13, 295b, 10–16, çev. Saffet Babür, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.)
Bu yanıt şöyle sadeleştirilebilir: Yer düşmez, çünkü oraya doğru düşeceği hiçbir belirli yöne sahip değildir. Olağanüstü ve kusursuz biçimde doğru olan bu argüman “Yer neden düşmüyor?” sorusunu, “Niçin düşmesi gereksin?” diye sorarak tersine çevirir. O halde “yukarı” ve “aşağı” gibi yönleri belirleyen Yer’dir. Düşüşün yönünü de Yer belirler.
Kavramsal devrim
Rovelli’ye göre Anaksimandros’un bu kanıtlaması felsefeciler ve tarihçiler için, fazla inceliklidir. Bu nedenle kimi okul kitaplarında halen, “Yer niçin düşmüyor?” sorusunu yanıtlayan kişinin Newton olduğu yazar.
“Einstein’ın teorisinde eşzamanlılığın karmaşıklığını kavramanın zorluğu, Anaksimandros’un kozmolojisinde ‘yukarı’ ve ‘aşağı’ kavramlarının karmaşıklığını kavramanın zorluğuna benzer ve hemen hemen ona paralel bir zorluktur. Şayet bugün ‘yukarı’ ve ‘aşağı’ kavramlarının izafîliği bize kavranması hayli kolay geldiği halde eşzamanlılığın izafîliği, fizikle profesyonel olarak uğraşmayan kimselere gizemli geliyorsa, bunun tek bir sebebi vardır: Anaksimandros’un devrimi tam yirmi altı asırdır hazmedilmiştir, Einstein’ınki ise henüz değil. Ama tam da aynı kavramsal güzergâh söz konusudur.” (Rovelli: 76)
Yunan uygarlığı dışında, bütün uygarlıklarda ortak olan düz ve sabit Yer imgesinin yıkılması süreci, Anaksimandros’un dev adımıyla başlamıştır. Bu yeni dünya imgesi Yunan uygarlığının ve onun mirasını devralan diğer uygarlıkların alâmeti farikası olacaktır. Rovelli, Anaksimandros’un devrimci kozmolojisinin başka bir yeniliğinin altını da çiziyor:
“Onun zamanına dek gökyüzü, dünyanın en son sınırı olarak algılanıyordu. Güneş, Ay ve yıldızlar insanlığın gözünde, dünyamızın tavanı olan aynı gökyüzünde, bizden eşit uzaklıkta yer değiştiren varlıklardı. Anaksimandros gökyüzüne bakarak ilk kez onda bir kubbenin tavanını görmeyip gök cisimlerinin çok farklı uzaklıklarda konumlanabilmiş olacaklarını kafasında canlandırdı. Gökyüzünün derinliğini gördü. … İçi bir kutuya benzeyen bir dünyadan, açık bir dış uzayın içinde yüzen bir dünyaya geçilmiştir. Couprie’nin dediği gibi, Anaksimandros bir bakıma, kozmos’un açık uzayını icat etmiştir. Aşikâr ki bu, çok önemli etkileri olan bir kavramsal yeniliktir.” (Rovelli: 79)
Rovelli’ye göre, Anaksimandros’un her şeyin temelinde yatan bir ilke olarak gösterdiği apeiron’u da yanlış anlaşılmıştır. “İlke”nin anlamı, ilk filozofların metafizik düşüncesine göre değil, onların bu kavramla ne yaptıklarına bakılarak anlaşılmalıdır. İlk filozofların bu kavramla yaptığı şey “gördüğümüz doğa fenomenlerinin uçsuz bucaksız çeşitliliğini, doğaya içsel olan ve birleyici/üniter bir açıklamayla yapılandırmaya çabalamak” olmuştur. Anaksimandros doğal olayların, hem doğal hem de gündelik deneyimlerimize yabancı bir şeye ilişkin terimlerle kavranabileceğini savunmuştur:
“Anaksimenes’in yoğunlaşma ve seyrelme fikrine, İyonyalı filozoflar şu fikri ekleyecektir: Maddenin biçimindeki çeşitlenme, az sayıdaki cevherin değişik kombinasyonlarından doğmuştur. Atomcular, Leukippos ile Demokritos, boşlukta dolaşan elemanter atomlar kavramını geliştirerek bu yoğunlaşma ve seyrelme fikrini çok daha somut ve anlaşılır kılacaktır.” (Rovelli: 86)
Anaksimandros devriminin trajik sonuçları da olmuştur. Yunan dinine göre gökyüzü, tanrısallığa özgü bir yer olduğundan meteorolojik olaylar da, yaygın olarak tanrıların dışavurumları olarak görülmüştür. Anaksimandros’dan iki yüzyıl sonra Sokrates ile aynı dönemde yaşamış olan Aristofanes’in yazdığı Bulutlar komedyası, bu türden natüralist açıklamaların hâlâ Zeus’un kutsallığına bir hakaret gibi algılandığını gösterir. Bulutlar, ilginç bir öngörüyle, tanrılara hakaret etmekle ve gençlerin ahlâkını bozmakla suçlanan Sokrates ve arkadaşlarına dayak atılmasıyla son bulur:
“Ama yirmi yıl sonra Sokrates Atina’da mahkemeye çıkar ve Yunan tanrılarını tanımadığından dolayı, öğretileriyle gençlerin ahlâkını bozduğu gerekçesiyle (tam da Aristofanes’in komedyasında ona yöneltilen suçlamalarla) ölüme mahkûm edilir. Sokrates’in suçu, tıpkı Anaksimandros gibi, atmosferik olayların, tanrılara göndermede bulunmaksızın doğal olgular olarak kavranabileceğini düşünmektir.” (Rovelli: 61)
Bilim tarihinden bilim felsefesine
- yüzyılda “İyi bilimsel teorilerin nihaî olduğu, sonsuza kadar kesin surette geçerli olduğu” yolundaki epistemolojik hata yaygındı. 20. yüzyılda ise Carnap, Bachelard, Popper, Kuhn, Feyerabend ve Lakatos gibi filozoflar bilimsel etkinliğin ne olduğuna dair anlayışımızı kökten dönüştürmüştür. Bu dönüşümü tetikleyen gelişme 20. yüzyılın başında gerçekleşen, “Newton fiziğinin beklenmedik çöküşü” olmuştur.
“On dokuzuncu asrın tipik bilimine inanç ve bilimin dünya hakkındaki nihaî bilgi olarak pozitivist yüceltilişi günümüzde çöktü. Bu çöküşün ilk sorumlusu, inanılmaz etkililiğine rağmen, Newton fiziğinin çok kesin bir anlamda yanlış olduğunu açığa çıkaran yirminci asır fiziğindeki devrimdir. Bunun ardından gelen bilim felsefesi de büyük bölümüyle, bilimin yapısını bu tabula rasa üstünde yeniden tanımlama girişimleri gibi okunabilir.” (Rovelli: 13)
Newton fiziğinin Einstein tarafından sorgulanması, -bir anlamda çöküşü- dünyanın işleyişinin nasıl olduğunu anlama olanağını da yıkmış değildir. Tersine o olanağın yeni bir kullanımıdır. Böylece her yeni kuram, bize dünyayı biraz daha iyi anlatan yeni bir gerçeklik haritasından başka bir şey değildir. Günümüzde çok az kişi, “nihaî yasalar olduğuna” inanır. Bununla birlikte, bilimciler arasında bile “Her Şeyin Teorisi”ni bulmak üzere olduğumuza inananlar az da olsa bulunur.
Bilimin ne olduğunu anlamak istiyorsak bilim hakkında üretilmiş imgelere değil, her şeyden önce bilimin pratiğine bakmalıyız. Pratiğine baktığımızda bilimin doğrulanabilir öngörülere indirgenemeyeceği de görülür. Eğer bilimi “belirli bir yaklaşıklık içinde bazı fiziksel sonuçları hesaplamaya uyarlanmış bir denklem kümesi” olarak tanımlarsak, bu durumda bilimin dünyayı kavrama kapasitesini göz ardı etmiş oluruz.
“Bir bilme etkinliği olarak bilim ile test edilebilir öngörüler üretimi olarak bilim arasında sık sık yapılan karıştırma öte yandan ‘tekniğin baskınlığı’nın mahkûm edilmesi adına bilime yönelik yeni bir eleştiriye çanak tutar. Almanya ve İtalya gibi ülkelerde yaygın olan bu eleştiri, bilime ‘araçlar krallığı’ olarak şüpheyle yaklaşır ve asıl probleme, yani bilimin amaçları problemine kör kalır. Bilim sadece araçları görmekle, amaçları görmemekle suçlanır. Ama bilimin araçlarıyla amaçlarını karıştıran bu eleştirinin ta kendisidir. Bilimi, onun teknik veçheleri bakımından eleştirmek, tutup da bir şair hakkında, yazı yazarken kullandığı dolma kalemin tipinden dolayı yargıda bulunmaya benzer.” (Rovelli: 133)
Antik Yunan ‘Batı’ değildir
Yunan uygarlığı hariç bütün uygarlıklar, dünyanın/evrenin üstteki Gök’ten ve alttaki Yer’den ibaret olduğuna inanmışlardır. Bu nedenle, örneğin Yer’in altında, Yer düşmesin diye sonsuzca Yer (ya da Kitabı Mukaddes’te bahsedilen dev sütunlar) olduğu düşünülmüştür. Miletli Anaksimandros ise “doğanın kapılarını” açarak, etkileri günümüzde de süren büyük bir kültürel çatışma başlatmıştır. Rovelli’ye göre Yunan uygarlığını savunmak Avrupa-merkezcilik değildir. Çünkü kökleri antik Yunanistan’a dayanan “Avrupa’nın üstünlüğü” düşüncesi artık terk edilmeye başlanan “budalaca” bir varsayımdır:
“İşin aslının, Maurice Godelier’in yazdığı gibi [1974] olduğuna inanmıyorum: ‘Yunanistan’da doğan, uygarlık değildir, yalnızca Batı’dır.’ Hayır! Batı, Yunanistan’da doğmadı: Yunan, Mısır, Mezopotamya, Galya, Cermen, Sâmi, Arap, vb. sayısız etkilerin bileşiminden doğmuştur. Yunanistan’da doğan evrensel bir şeydir.” (Rovelli: 164)
Miletli Anaksimandros’un başlattığı büyük kültürel çatışma nitelikçe farklı olan iki bilgi türü arasındadır. Bu bilgilerden biri, “merak üstünde, kesinliklere karşı başkaldırı üstünde, yani değişim üstünde temellenen”, evren/doğa hakkındaki görece yeni bir bilgidir. Diğeriyse “baskın, esasen mistik-dinî ve büyük oranda yapısı gereği tartışılamaz olan” boş kesinliklere dayalı on binlerce yıllık bir düşüncedir. Bu çatışma ortaya çıkışından bu yana hiç dinmemiş, zaman zaman biri diğeri üzerinde egemenlik kurarak tüm uygarlık tarihini kat etmiştir. Çatışmanın günümüzde alevlenmesinin kökeninde ise “Newton fiziğinin beklenmedik çöküşü” ve ondan çıkarılan yanlış sonuçlar vardır.
“Bu iki rakip düşünce formunun engin bir bir-arada mevcudiyet formuna kavuşur gibi göründüğü bir dönemin ardından bugün için söz konusu çatışma yeniden başlıyora benzer. Hayli farklı siyasal ve kültürel kökenden gelen çok sayıda ses, irrasyonalizm ve dinî düşüncenin önceliği şarkısını yeniden söylüyor. Fransa şimdilik, ABD, Hindistan, İslâm ülkeleri ya da İtalya gibi birbirinden hayli farklı ülkeleri istilâ eden bu büyük dalgaya kısmen mesafeli kalmayı bildi; ama Fransa’da da rasyonel düşünceye güven halk nezdinde aşınıyor ve ülke dünyanın bir bölümünde gözlemlediğimiz ‘dine geri dönüş’ten yakasını kurtaramayacak gibi.” (Rovelli: 16–17)
Newton fiziğinin çöküşünün ve bilimsel düşüncenin kimi temel özelliklerinin yanlış değerlendirilmesinin sonuçlarından biri “sapkın rölativizm”dir. Newton fiziğinin çöküşü, bilimsel bilgiyle özdeşleştirilen mutlak ve kesin bilginin çöküşü olarak algılanmış -aslında çöken on 19. yüzyılda üretilmiş yanlış bir bilim imgesidir-, bilimsel tartışmanın kendisi de tüm farklı düşüncelerin aynı statüde olduğu biçiminde anlaşılmıştır. Bu yorumlar “farklı kanaatlerin bizimkilerden daha iyi olabileceğini kabul etmek ile bütün kanaatlerin birbirine denk olduğunu düşünmek arasındaki kafa karışıklığına” yol açmıştır. Bu kafa karışıklığı, birçok kişinin çözümü “tartışılamayan mutlak bir Hakikat düşüncesinin diriltilmesinde” bulduğu tuhaf bir rölativizme neden olmuştur. Bu çözümün, özellikle, günümüzde güçlü bir ruhban sınıfının bulunduğu İran ve İtalya gibi ülkelerde öne çıkması rastlantı değildir. Hiçbir kesinlik bırakmayan bu sapkın rölativizm, yaygın Hakikat’in yanılmazlığına duyulan inancı beslemiştir. Oysa insanlık sapkın rölativizm ile dinsel Hakikat arasına sıkışmak zorunda değildir:
“Bu tezi savunan kimse, kendi hakikatinin kesinliği ile bütün bakış açılarının birbirine denk olduğu faraziyesi arasında bir üçüncü yol bulunduğunu görmez: Tartışma ve eleştiri yolu.” (Rovelli: 165)
Anaksimandros’un sorunsalı günümüzde de geçerlidir ve uygarlığımızı belirlemeye devam etmektedir. Dünyayı ve yaşamı açıklamak için tanrıların kaprislerine (ya da bir Tanrı’nın iradesine) ihtiyacımız olup olmadığına karar vermeliyiz.