AKP, bir taraftan halka gökyüzü kanunlarını işaret edip bir taraftan “ahlaksız” eğlencelerle safahat içinde yaşayan Osmanlı riyakârlığını sergiliyor. Özel alanı dibine kadar cinsiyetlendirip yeniden kadını “mahrem” yapmanın yolunu döşüyor. Reşit bireylerin cinselliği evlilik dışı yaşama hakkına göz dikiyor. Bu saldırıları karşılık vermek için, AKP’nin durduğu ve savunduğu çizgi gibi bizlerin durduğu mevzi de açık olmak zorundadır.
Tayyip Erdoğan’ın açtığı kızlı erkekli tartışması, hükümetin insanların yaşam biçimlerine yapılan müdahale olarak tepki gördü. Bu müdahale muhafazakâr değerlere aykırı yaşayan insanlara verilen bir ayardı. Tartışmanın çeşitli kanallarda yürütülme şekli, bireysel özgürlüklere saldırı ya da toplumsal muhafazakârlaşma boyutlarını bir miktar derinleştirmeyi gerekli kılıyor. Bunu yaparken kullanılacak anahtar kelime öbeği ise AKP sözcüleri tarafından yinelenen “bizim değerlerimiz”.
Egemenlerin ve halkın ahlakı
Bizim değerlerimiz dedikleri muhafazakâr değerlerin referansı çok açık ki Osmanlı dönemine dayanıyor. Fakat Osmanlı toplumunda tek bir değerler kümesinden bahsetmek mümkün değildir. Genel olarak ahlaki değerler bakımından egemenlerin ve halkın değerleri uyuşmaz. Örneğin halk arasında şükretmek makbuldür; egemenler içinse açgözlülük. Kardeşlerin birbirini öldürmesi toplumda ayıplanır; fakat sarayda hayatta kalmak için yapılması gereken budur. Cinsellik de bu açının belirgin olduğu bir meseledir. Halk içinde gerçekleştiğinde bedeli ağır bir biçimde ödetilen zina, Osmanlı saraylarının bir parçasıdır. Hatta “harem“ ile birlikte kurumsallaşmıştır da. Halk içinde cinsellik ayıplanır, göz önünden uzaklaştırılırken Osmanlı saraylarında ulu orta ve türlü sapkınlıklarla yaşanır.
Halk için iktidar egemenleri aracılığı ile gökyüzündedir. Bu anlamda halkın dini değerleri merkeze aldığı, bugünkü anlamıyla muhafazakâr olduğu söylenebilir. Fakat egemenler için iktidar da yaşamları da son derece dünyevidir. Kimse kesilen kardeşlerin, saray içinde çeşitli entrikalarla dökülen onca kanın hesabının öte dünyada nasıl verileceğine bakmaz; çıkarlarının peşinden gider. Kimse küçük yaştaki kız ve erkek çocuklarıyla ya da genç kadınlarla yapılan şehvetli eğlencelerin Allah katında nasıl değerlendirileceğini de düşünmez. Arzular, istekler, hazlar başattır. Egemenlerin iktidarı gibi ahlakı da dünyevi bir temele oturur. Aksi takdirde ne iktidarlarının ne de iktidarlarının sonsuz yetkisiyle sağladıkları hazlarının devam edemeyeceğini bilirler. Benzer bir şekilde bu dünyevi yaşam halk arasında yaygınlık kazanırsa iktidarlarının sona ereceğinin de farkındadırlar. Gökyüzünün kanunlarını dayatır, onun temsilcisi olduğunu söyler fakat yaşam pratiklerinde bunu göz ardı ederler. Halk ile egemenlerin sahip oldukları değerlerin arasındaki açının, egemenlerin riyakârlığının temeli buradadır.
AKP’nin siyasi bir egemen olarak “bizim değerlerimiz” diyip referans verdiği o dönemin yüzünü gökyüzüne dönmüş halkına ait değerlerdir. AKP iktidarını gökyüzünden değil, oy veren halktan aldığı için muhafazakârlığın yanına bir de demokrat koyar ve gökyüzünü işaret etmeye devam eder. Fakat ilham aldığı Osmanlı’nın öteki yüzünü gözlerden uzak tutar. Bu, aynı zamanda kendi riyakârlığını da gözlerden uzak tutma çabasıdır.
Kadını yeniden “mahrem”leştirmek
Yapılan açıklamalara ilişkin bir diğer nokta ise, örnek alınan değerler bütününün kökenidir. Bahsi geçen muhafazakâr değerler, feodal dönemin ürünüdür, çerçevesi tanrının kanunları ile belirlenir. Bu, özellikle kadın hakları ve kadın-erkek ilişkileri göz önüne alındığında önemlidir. Dini kanunlar, anasoylu bir dönemin ardından dümeni eline alan erkek egemenliğinin sağlama alındığı yazılı metinlerdir. Binlerce yıl, kadınların günahkâr, şeytani, akıldan yoksun, eksik sayılmasını gerekçelendiren anlatılarla yüklüdür. Havva’nın şeytana kanıp yasak meyveyi yemesiyle başlayan öykü, şeytan ile işbirliği yapıp cinsellik vasıtasıyla erkekleri doğru yoldan çıkaran kadın imgesine kadar ilerler. Şehvetli ve akılsız kadınlar ancak gizlenerek ve denetim altına tutularak var olmalıdır. Bu anlayış, cinselliğe ilişkin bir yasağı da gündeme getirir. Yalnızca bu kurallara uyup şeytandan uzak tutulan kadınlarla cinsellik makbuldür. Erkek olduğu açık olan tanrının kanunları hemcinslerine bunu öğütler. Tüm tek tanrılı dinlerin tanrıları, kadın ve cinsellik konusunda aynı fikirdedir.
Ortaçağ’da cadı oldukları söylenen kadınlar, şeytanla işbirliği yapmakla suçlanırlar. Yaptıkları, tanrının kanunlarına uymamak, erkeğin denetimine girmemektir. Kadınların eksik ve tehlikeli sayıldığı bu koşullar, onların hak talep etmesini de bu taleplerin karşılık bulmasını da olanaksız kılar. İlk feminist akım olan liberal feministlerin Aydınlanma ile birlikte tarih sahnesine çıkmış olması tesadüf değildir. İktidarın gökyüzünden yeryüzüne inmesi; dini kurumların siyasal olarak geri plana itilmesi ve itibarının azalması kadınların omuzlarından ağır bir yükü kaldırır. Bu süreçte yaşanan devrim pratiklerinde kadınlar, siyasal süreçlere katılımı ve taleplerini eylemliliğe geçirmeyi deneyimler. Delacroix’nın Fransız Devrimi’ni betimlediği ünlü tablosunda bayrağın bir kadın tarafından tutulması bir ilerlemenin göstergesidir. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, devrime aktif olarak katılmış kadınlardan Olympe de Gouges devrim sonrası yalnızca erkekleri dikkate alan Erkek ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’ne karşılık Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Beyannamesi’ni yazdığında ve bunun için mücadele ettiğinde idam edilecektir. Elbette yeni iktidar da erkektir ve kadınlar, yasal olarak dahi erkeklerle eşit konuma gelmek için büyük mücadeleler verir. Fakat feminist mücadelenin de, kazanılan mevzilerin de zeminini insanların kendi tarihlerini ve iktidarlarını eline alması, feodal dönemin kapanması döşer.
Avrupa’da başlayan bu liberal dalga Osmanlı’ya yansıdığı ölçüde bu coğrafyada kadınlar kamusal alanda görünür olmaya başlar. Modernizmin etkisinin yoğunlaştığı İkinci Meşrutiyet sonrası dönem kadınların hak taleplerini yükselttikleri dönemdir. Osmanlı’da kadınların ücretli işçi olarak çalışmaya başlamaları 1897 yılına tarihlenir. 1913’te devlet memuru olarak görev alırlar. Aynı tarihlerde kız çocukları için ilk lise açılır. Fakat kadın ve erkeklerin bir arada bulunmasına ilişkin sınırlamalar da mevcuttur: Toplu taşıma araçlarında, tiyatrolarda, lokantalarda kadınlar kendileri için ayrılmış özel bölümlerde oturur. Kız ve erkek çocuklarının aynı yerde ders alması tartışılmaktadır. Fakat feodal değerlerin Avrupa’da yükselen burjuva değerlerle zayıflaması, kadınları, giyimlerinden toplumsal rollerine kadar etkilemiştir. Kırılma ise şüphesiz ki, cumhuriyet devrimi ile gerçekleşir. Bunu kadınların edindiği siyasal haklar ile açıklamak doğru olmaz. Asıl dönüşüm kamusal alanda kadınlar ve erkeklerin bir arada bulunmasına ilişkin tartışmaların bitirilmesidir. Kırılma, kadının artık “mahrem” olmayışıdır. Başka bir deyişle, muhafazakâr İslami kuralların belirleyiciliğini yitirmesidir. (1)
AKP’nin bizim değerlerimiz dediği feodal dönemin yargılarını ve kadın ile erkek arasındaki ilişkinin yeniden biçimlendirilmesini gündeme getirmesi, bu en temel mevziye saldırarak kadını yeniden “mahrem”leştirmeye yöneliktir. Modern toplumda bir özel alan olarak herhangi bir cinsiyet ayrımına referans taşımayan “mahrem”, İslam’da iki cinsiyeti birbirinden ayırmak üzere kurgulanır. AKP’nin amacı bugünün özel alanlarını, İslam’ın kadını ikincilleştiren mahrem kurgusuyla birleştirmektir. Toplumsal değerler üzerinden yeniden gökyüzünü işaret etmek anlamına gelen bu dönüşüm, hem insanlığın hem de özelde feminist mücadelenin iki yüz yıllık kazanımlarını boşa düşürmekten başka bir şey değildir.
Sözleşme yapmadan sevişme hakkı
Tartışmanın dönüp dolaşıp geldiği başka bir nokta ise cinselliğe ilişkindir. Tartışmalarda Erdoğan’ı savunan anlayışa bakılırsa, kadın ve erkeğin bir araya geldiği durumlarda kaçınılmaz sondur cinsellik. Elbette bu tam da “mahrem” anlayışı ile ilişkilidir. Yalnızca feodal dönemin değil, içinde yaşadığımız toplumun da sahip olduğu cinsellik tabusu erkek egemenliği ile at başı ilerler. Antik Yunan filozoflarından bir kısmı, kadınların aşağı varlıklar olması sebebiyle onlarla yalnızca üreme amaçlı cinsel ilişkiye girilmesini önerir. (Bunlardan biri olan Aristoteles için kadınlar sapmaya uğramış erkeklerdir.) Bazı Yunan filozofları da cinsel ilişkiden alınan dünyevi hazzın uhrevi olana erişimi engelleyeceğinden dem vurur. Musevilik ve Hıristiyanlıkta cinsel ilişkiden haz almak günahtır; zira bu, yalnızca üreme amaçlı yapılan bir eylemdir. İslamiyet ise daha dünyevi bir din olarak cinsellikte hazzı ötelemez; hatta şart koşar. Fakat haz alınan bu eylem, erkeği mülkiyetini devredeceği varisleri konusunda yanıltmayacak ve kadını denetim altına alacak bir sözleşme ile onaylanmak durumundadır. Modern toplum için de aynı gerekçeler geçerlidir. Böylece insanın doğal bir güdüsü, devletin denetimindeki bir sözleşmeyle kontrol edilmeye çalışılır.
Günümüzün toplumu da cinselliğin evlilik sözleşmesi altında yaşanmasını uygun görebilir; fakat yasalar, cinselliklerini yaşama konusunda reşit bireyleri evlenmeye zorlamaz, kararı bireye bırakır. Başka bir deyişle evlilik içi gibi evlilik dışı cinsel deneyimler de reşit bireyler için haktır. AKP gözünü bu hakka dikmiş, yasal olarak reşit sayılan bireylerin, cinselliklerini evlilik ile kayıt altına alarak denetleme telaşına düşmüştür. İşleyen mantık esasında şudur: 18 yaşındaki insan devleti yıkmaya teşebbüs ettiği için asılabilir, eyleme katıldığı için bir sokak köşesinde dövülerek öldürülebilir, okuduğu kitaptan ötürü yıllarca hapiste yatabilir, eline silah tutuşturularak askere gönderilebilir; sadece mesleğini değil yönetenlerini de seçecek kadar kendindedir; ama cinselliğini nasıl yaşayacağı konusunda karar veremez. İşte bütün kuramsal temellerle birlikte AKP’nin içine düştüğü çelişkili pratik budur.
Hangi Batı?
Son olarak yazıda ağırlıklı olarak dayandığım bir savın üzerinde özel olarak durmak için bir parantez açıyorum. Evlerde kızlı-erkekli birlikte oturulması tartışması durulurken AKP hükümetinin temsilcilerinden biri çıkıp karma eğitimin “saçmalığından” ve bu uygulamanın kendi kültürümüze değil Batı kültürüne dayandığından söz etti. Elbette İslami mahremiyet anlayışının saldıracağı bir sonraki noktanın karma eğitim olması şaşırtıcı değildir. Fakat konunun Doğu-Batı karşıtlığı olarak konması sadece hükümetin bir çarpıtması değil, aynı zamanda tarihi kültürel etkileşimlerle açıklamaya çalışan entelektüellerin bir yanılgısı olması bakımından önemli. Batı’nın insanlığın kaderini eline aldığı ve kızlı-erkekli bir kamusal hayatın yolunu döşeyen Aydınlanma Çağı olduğu gibi binlerce yıl süren karanlık bir Ortaçağ’ı da vardır. AKP değerlerinin ise Ortaçağ’ı karşısına almadığı çok açıktır. Aydınlanma ve modernizme karşı, kulluğun ve dini kuralların başat kılındığı, kadının mahrem olduğu; fakat egemenlerin türlü sefahat ve “ahlaksızlık” içinde yoğrulduğu feodal dönemin savunusudur. Elbette sosyalist değerlere sahip çıkacak ve bir gün onları gerçek kılacağız. Fakat bunu yaparken elimizdeki mevzileri de savunmak ve insanlığın kazanımlarından bir adım geri attırmamak zorundayız.
Dipnot:
1) Fransız Devrimi gibi Cumhuriyet döneminde de kadınların mücadelesinin önünü kapatan uygulamalar olur. Çok bilinen bir örneği, 1923 yılında Nezihe Muhiddin önderliğinde kurulup 1924’te kapatılan Kadınlar Halk Fırkası’dır. 1924’te kabul edilen seçim kanunu her erkek Türk vatandaşının seçme ve seçilme hakkına sahip olduğunu söyleyerek kadınlara siyasi temsiliyet hakkı tanımaz. Kadınlar seçme ve seçilme hakkını 1934’te edinirler.