İstanbul şehrinin ortasında, Büyük Sinan’ın kalfalık eseri Süleymaniye Camii’nin omuzundan Haliç’e sarkan bir zümrüt parçası var ki, burası İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Botanik Anabilim Dalı’na ait Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi’dir.
Bir kısmı asırlık, 400’e yakın ağaç ve çalısı, parsellere yerleşmiş yaklaşık 3000 adet otsu bitkisi, dünyanın dört bir yanından getirilip 7 ayrı seraya yayılmış bitkileri, tatlı su bitki türlerini barındıran, bir kısmı ısı kontrollü, 23 havuzu ve daha nice güzelliğiyle, “şehir denilen” çimento ve taş çölünün ortasında kalmış bir cennet parçasıdır söz konusu mekân. Başka bir yanıyla kuşların, sürüngenlerin, kemirgenlerin, balıkların, sayısız böceğin sığınağı olan yeşil bir vaha.
Eğitim ve bilim merkezi
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde modern biyoloji araştırmaları ve eğitiminin “ilk” başladığı yerdir burası aynı zamanda. Hitler faşizminden kaçıp ülkemize sığınan Ordinaryüs Prof. Dr. Alfred Heilbronn, Prof. Dr. Leo Brauner ve Ordinaryüs Prof. Dr. Curt Kosswig ile İsviçreli Prof. Dr. Edouard André Naville gibi dünya çapındaki biyologların, 1930’ların ortasında kurduğu “Biyoloji Enstitüsü”, bugünkü Biyoloji Bölümü ile Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nün temelini oluşturur.
Enstitüde yetişen bilimciler, daha sonra açılan üniversitelerimizdeki yaşam bilimleriyle ilgili birçok birimin de kurucusu olmuşlardır. Zoologlar: Dr. Saadet Ergene Bayramoğlu, Dr. Atıf Şengün, Dr. Fazıla Şevket Giz, Dr. Fahire Akif Battalgazi, Dr. Melahat Çağlar, Dr. Suat Nigar ve botanikçiler: Dr. Sara Akdik, Dr. Lütfiye Rüştü Irmak, Dr. Nebahat Yakar, Dr. Mehpare Başarman-Heilbronn, Dr. Hüsnü Demiriz, Dr. Metin Bara, Dr. Emine Bilge ve hayatta olmayan daha niceleri, yukarıda adı geçen büyük biyologların yetiştirdiği ilk Türk akademisyenlerdir.
Bu bilim yuvasına kıyılıyor
Ülkemiz onlarca yıldır, hukuksuzluğun, keyfiliğin ve despotluğun hüküm sürdüğü bir yer görünümünde ne yazık ki. Bunun en kötü sonuçlarından biri değerlerimizin ve güzelliklerimizin heba olması. Bugünlerde bunun bir başka örneği daha yaşanmakta.
Üç yıl önce, 2015’te, Yunus Söylet’in rektörlüğü sırasında, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümüne ait olan ve botanikçilerin ofislerinin, laboratuvarların ve dersliklerin bulunduğu Süleymaniye’deki binanın ve botanik bahçesinin İstanbul Müftülüğü’ne devredilmesi kararı alınmıştı. Haziran-2018 seçiminin hemen ardından, ilk iş olarak, kullanan birime birkaç ay içinde mekânı boşaltma talimatı gönderildi Rektörlükten.
Ve şimdi bu kararın uygulamasına geçiliyor.
Müftülüğün ihtiyacı yok
Müftülüğe gelince: Yıllardır, ardı kesilmez bir ısrarla, Botanik Anabilim Dalını buradan çıkartmaya çalışmaktadır. Bu konuda hiçbir haklı gerekçeleri bulunmuyor, çünkü söz konusu mekânı 85 yıldır Biyoloji Bölümü’yle paylaşan Müftülüğün, işini layığıyla yapabilmesi için, botanik binasına ihtiyacı yok, herhangi bir yerde rahatlıkla çalışabilirler. Verdiği hizmete göre aşırı büyük olan bu mekânı Müftülüğün neden istediği de bir başka soru işareti.
Çok geç olmadan…
Sonuç olarak, bitki moleküler biyolojisi ve biyoteknolojisinin çalışıldığı gelişmiş laboratuvarları, zengin kütüphanesi, bir kısmı soyu tükenmiş on binlerce örneğin saklandığı herbaryumu ve tarihsel değerleriyle Botanik Anabilim Dalı’nın yerinden, bahçeden koparılması, bir bilim ve eğitim kurumunun gerçekçilikten uzak, kronik bir ihtirasa kurban edilmesinden başka bir şey değildir.
Öğrenciler ve araştırmacılar için doğal bir laboratuvar olan botanik bahçesi aslında, hücreleri insan eliyle bir araya getirilmiş, dev bir organizma gibidir. Onu oluşturan bütün bitkiler, hayvanlar ve insanlar birbirlerine bağlıdırlar.
Her bir parçası ayrı bir özen ve bilgi gerektiren bu devasa bahçenin, balkonda baktığımız birkaç saksı çiçekten farklı bir şey olduğunu öğrenmek istiyorsanız lütfen gidip, onu ziyaret edin, tropikal seralardaki yüzlerce egzotik bitkinin büyüleyici güzelliğini gözlerinizle görün. Belki de çok geç olmadan…