Ana Sayfa Dergi Sayıları 226. Sayı Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan çıkan ‘Pekünlü Dosyası’nın önsözü

Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan çıkan ‘Pekünlü Dosyası’nın önsözü

192
0

Önsözlerde, genelde kitabın neden yazıldığı anlatılmak istenir, içeriğindeki önemli noktalar hakkında kısa özetlemeler yapılır. Konuyu ve anlatmak istediğimiz davayı bilenler için, bu kitabın adı bir önsözde bulunması gereken tüm ögeleri fazlasıyla kapsıyor: “Pekünlü Dosyası”. Öyle bir davaydı ki, üniversiteyi; hukuku, yargıyı, cumhuriyet devrimini, laikliği yakından ilgilendirdiği gibi; Türkiye’nin muhafazakârlaşmasında ve laiklik ilkesinin yıpratılmasında kilometre taşlarından biri oldu.
Pekünlü Dosyası, oldukça uzun bir süre medyanın gündeminde kalan, birden fazla dava dosyası içeren ve 2012’den sonra yıllarca devam eden -bu arada arkadan gelen davaların halen sürdüğünü söyleyelim- ülkemizde hukukla, siyasetle, üniversiteyle ilgilenen, az çok gündemi takip eden hemen herkesin iyi kötü bildiği, en azından kulağına çalındığı bir dosya.
Biz de, bu dosyanın ayrıntılarını, ülkemizde özellikle hukuka ve laiklik ilkesinin yıpratılmasına etkilerini biraz daha yakından anlatmak, dava sırasında sesimizi yeterince duyuramadığımız için, yaşadığımız, karşılaştığımız hukuksuzlukları bu çalışmayla paylaşmak istedik. Ne kadar biz sesimizi duyuramadık, ne kadar sesimiz duyulmak istenmedi, onun kararını da, bu çalışmayı okuyup değerlendireceklere bırakalım.
Pekünlü Dosyası’nı hukuk ekseninde incelemeye uğraştık bu çalışmada. Ayrıca davayı içinde yaşayan biri olarak, gözlemimize göre bu dosya ile koşut devam eden laiklik ilkesini yıpratan gelişmelere de yer vermeye çalıştık. Ülkemizde laiklik ilkesinin yıpratılması, inişli-çıkışlı, yavaşlanıp-hızlanan ve çok uzun yıllardır devam eden bir süreç. Pekünlü Dosyası da, bu sürece hız kazandıran önemli aşamalardan biri olarak yer alacak tarihte kanımızca.
Vurgulamamız gereken bir konu var. “Pekünlü Dosyası” ülkemizde üniversite kavramının geldiği, sıkıştığı yeri gösteren önemli bir örnek ve bilim kavramıyla yan yana gelemeyeceğini düşündüğümüz akademik sessizliğin kalıcılaşmasında da önemli etkiler yarattı. Bu anlamda, Pekünlü Dosyası’nın üniversiteye/akademiye, bilimsel özgürlüğe etkileri bakımından da incelenmesi gerektiğinin altını çizerek, kendi alanımız dışında ahkâm kesmeye son verelim.
Burada bir ironiye de işaret etmek gerek sanırım. Biz Pekünlü Dosyası’nı kaybettik, müvekkilimiz mahkûm oldu. Bir avukatın kazandığı değil, -deyim yerindeyse- kaybettiği bir davayı yazmak istemesi garipsenebilir. Ama Pekünlü, davanın başından biliyordu kaybedeceğini, bize de duyumsatmıştı, biz de dava aşamalarında fazla gecikmeden anladık kaybetmek dışında bir seçenek olmadığını. O nedenle çalışmamızda da söylediğimiz gibi, “hukuk mücadelemiz artık sonuç almak için değil, tarihe not düşmek için yapılıyordu.” İşin aslı, bu çalışmamız da biraz öyledir, günün birinde merak edildiğinde, Pekünlü Dosyası’nda yaşananlar burada kalsın diye yazılmıştır.
Kendisi bu satırlardan hoşlanmayacaktır ama, bu dava ile tanıdığım Rennan Hoca’nın, erdemleri içselleştiren, alçakgönüllü, soğukkanlı, lafta değil eylemleriyle tüketim toplumuna mesafeli durabilen, inandıkları ile yaşamı uyumlu, entelektüel yanlarından (bir aydın tanımı yaptık sanırım) etkilendiğimi söylemeliyim.
Bu çalışmada, elden geldiğince Rennan Hoca’nın mücadelesine destek veren, uğradığı haksızlıklara tepki gösterenlere yer vermeye çalıştık, işin doğası gereği bu destekleri yazılı olarak kalan dostlara çalışmamızda yer verebildik, onlar içinde de mutlaka atladığımız, unuttuğumuz, gözden kaçırdıklarımız olmuştur, kendilerinden özür diliyorum. Bu arada bizi arayarak, duruşmalara gelerek, etkinliklere katılarak desteklerini esirgemeyen dostlara da ayrıca teşekkür borçluyuz.
Çalışmanın yazımı tamamlandıktan sonra, okuyup, değerlendirip görüşlerini benimle paylaşan Prof. Dr. İzge Günal’a, üstat Av. Senih Özay’a, meslektaşım Av. Hilal Elbüken’e de ayrıca teşekkür borçluyum.
En büyük teşekkürüm de kitabın öznesi Rennan Hoca’ya…