Ana Sayfa Bilim Gündemi Anormallik ihtiyacı

Anormallik ihtiyacı

346
0

Ender Helvacıoğlu

Siyaset dünyasında “normalleşme” lafını duyduğum an tüylerim diken diken olur. Çünkü yaşadığım en kapsamlı normalleştirme harekâtı 12 Eylül faşist darbesi ile başlamıştır. O dönemde toplum, “normal olmayanlar” ezilerek ve yok edilerek normalleştirilmiştir.

“Normal” kadar ideolojik bir kavram az bulunur. Kökünü aldığı “norm” sözcüğü, grup üyelerinin belirli bir bağlamda nasıl davranmaları gerektiğini belirleyen kurallar veya ilkeler bütünü olarak tanımlanır. Bu açıklamadan hareketle “normal” de şöyle tanımlanır: “İnsanın belli bir denetim alanı içinde eylemesini sağlayan, davranışlarını biçimlendiren kural ya da kurallar bütününe verilen ad; toplumbilimlerinde yerleşik ya da beklenen toplumsal davranış biçimi; ne yapılması gerektiğine ilişkin üstü örtük toplumsal kural ya da örnek biçim.” (Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, s.1045)

Bu tanımlardan da anlaşılıyor ki, normları koyan normali de belirler. Toplumda hangi sınıf egemense, normal de onun koyduğu ve benimsediği normlara göre belirlenecektir. Bu, normal kavramının sınıfsal karakteridir.

Öte yandan “normalleştirme”, egemen sınıfın belirlediği sınırlar çerçevesinde ortalamanın alınmasıdır, ortalamalaştırmadır. “Aşırılıkların” törpülenmesi ve toplumun hizaya sokulması operasyonudur. Yani “normalleştirme”, toplumun egemen sisteme boyun eğdirilmesi demektir. Sistemin egemenliği normal olmayanların normalleştirilmesiyle, normalleşmiyorlarsa dışlanmasıyla sürer.

Devlet dediğimiz organ da, sonuç itibarıyla -egemen sınıflar adına- bir normalleştirme mekanizmasıdır. İşlevi budur: normalleştirme.

***

Ama normalleştirme karmaşık bir işlem. Hele bizimki gibi sınıf ilişkileri çeşitlenmiş, demokratik birikimleri olan toplumlarda. Çünkü işin içinde halk da vardır. Halk, işleri karmaşıklaştırır. Ne kadar güçlü olsanız da “ben normları belirledim, herkes buna uyacak” demekle normalleştirme olmaz; öyle bir dünya yok.

Aslında gerek toplumlar (topluluklar) gerekse bireyler anormalliğe, en azından anormalin peşinde gitmeye eğilimlidirler. Böyle olmasaydı, hâlâ Afrika ormanlarında daldan dala atlıyor olurduk. Sürekli değişim içindeki doğa normal değil ki, insanoğlu normal olsun. İki ayak üzerine dikilmek, kendini bilinmezlere vurup tüm dünyaya yayılmak hiç de normal işler değil. Sadece uzak atalarımızın yaşadığı dönemlerde değil, uygarlık (sınıflılık) döneminde ve günümüzde de durum böyledir (hatta daha da böyledir). İnsan anormal bir canlı türüdür. Sürekli normalleştirilme gerekliliği de bu nedenledir.

İnsanoğlunun normalden sapma eğilimi, onu normalleştirmeye çalışanların işini zorlaştırır, karmaşıklaştırır. Bu eğilimle savaşılamaz; normal dayatılamaz. Her aşamada anormalliği normale dönüştürmenin yolunun bulunması gerekir. Dinlerin, felsefe akımlarının, siyaset kuramlarının, genel anlamda toplumbilimin işi gücü de budur zaten. İnsanoğlunun anormallik eğilimi ile egemenlerin normalleştirme çabaları arasındaki çelişki (buna sınıf mücadelesi de diyebiliriz) normalin evrim geçirmesine yol açar. Anormallik eğilimi, normali sürekli değiştirir. Günümüzün normali, on bin yıl önceki, bin yıl önceki, yüz yıl önceki, hatta on yıl önceki normalden çok farklıdır. Dolayısıyla normalleştirmeciler, dinamik normalleştirme yöntemleri bulmak zorundadırlar; yoksa önceki benzerleri gibi tarihin çöplüğündeki yerlerini alırlar.

***

Gelelim günümüz Türkiye’sine… 31 Mart yerel seçimlerinde güzel halkımız yine bir anormallik eğilimi gösterdi; mevcut normale isyan etti. Ne yapacak şimdi egemenler? Normali yeniden belirlemek zorundalar; eski normalde ısrar ederlerse tepetaklak olurlar.

AKP-Erdoğan-Cumhur iktidarının normalleştirme potansiyelinin epey yıprandığı anlaşılıyor. Yeniden bu potansiyeli kazanması zor görünüyor. Bu noktada, halkın anormallik eğiliminin aracısı yaptığı CHP’ye -egemen sınıflar adına- büyük iş düşüyor: Anormallik eğilimine sahip çıkıyor gibi gözüküp (buna mecburdur; egemenler de mecburdur) onu normalleştirmek. Örneğin Taksim’e çıkıyor gibi gözüküp çıkılamayacağını kanıtlamak…

Kısacası, halk son seçimlerde CHP’ye normali değiştirme görevi yükledi; CHP seçimi böyle kazandı. Egemenler de CHP’ye kendi normallerini tamir etme görevi yükledi. Al başına belayı! CHP de tıpkı Mehmet Şimşek gibi “yerel halkı ikna etmek” zorundadır. AKP 20 yıl önce aynı tezgâhtan “başarıyla” geçerek iktidar olmuştu. Bakalım CHP bunu becerebilecek mi? Özgür Özel’in bir öyle bir böyle konuşmasının nedeni bu sıkıntılı durumdur.

Sosyalistler açısından bugün izlenmesi gereken çizgi ise halkın normali değiştirme eğilimini mümkün olduğunca derinleştirmektir. Mevcut iktidar ve sistem o kadar anormalleşmiştir ki, bunun halkın daha da anormalleşmesiyle dengelenmesi gerekir. Egemenler kaynaklı her türlü normalleştirme girişimine karşı çıkılmalıdır. Emekçi halkın talepleri karşılanana kadar…

***

Aslında geniş sürece baktığımızda sosyalistler de bir tür normalin peşindedir. Emeğin normalinin… İnsan-insan ilişkilerinde ve daha ötesi insan-doğa ilişkisinde uyumu oluşturmak. Kolay bir iş değil; anormalliği normalleştirmek (daha doğrusu doğallaştırmak) anlamına geliyor. Doğanın değişimi ile insanın değişimini -doğa yasalarından yararlanarak- uyumlulaştırmak… Birbirimizle ve doğayla uyum içinde sınırsız biçimde değişmek dönüşmek… Bunu beceremezsek, insanoğlunun anormallik eğilimi, onun sonunu getirebilir.

İlerleye ilerleye kurtulamıyor insanlık. Kurtula kurtula ilerleyebilir ancak… Bu da insanoğlunun kaderi. “Akıllı” olmanın bedeli.