Ender Helvacıoğlu
Erdoğan, seçimsiz bir Türkiye ister. Yani cumhuriyet yönetimi yerine kendi hükümranlığında bir monarşi rejimi arzular. Niyet bu olabilir ama böylesi bir geri dönüşü başarabilecek güce sahip değil. Türkiye’nin dinamikleri buna izin vermez. Fakat seçimlerin formalite haline geldiği ve Erdoğan’ın hayatının sonuna dek “seçilerek” başkan kaldığı bir Türkiye rejimi yaratabilirler. Dünyada Rusya, Azerbaycan gibi örnekleri var. Hedefleri de budur.
Erdoğan, anayasasız bir Türkiye ister. Ülkeyi buyruklarla yönetmek varken, kendini bir toplum sözleşmesiyle bağlamak istemez. Siyasal İslamcıların yönetim anlayışları böyledir. Ama bunu da başaramazlar; Türkiye gibi bir ülke böyle dar bir kalıba sığdırılamaz. Fakat “kendileri için” ve “kendi rejimleri için” göstermelik anayasaya sahip bir rejimi gerçekleştirebilirler. Zaten hedefleri budur ve epey yol aldılar.
Erdoğan, eşit haklara ve sorumluluklara sahip vatandaşlardan oluşan bir toplum yerine ümmeti tercih eder. Fakat Siyasal İslamcılar (örneğin Suriye’deki gibi) yıkıcı bir iç savaş ve bölünme yaşanmadan Türkiye’de böyle bir hedefi de gerçekleştiremezler. Ama bu yönde epey yol aldıklarını ve toplumun bir bölümünü dilencileştirip ümmet haline getirdiklerini de göz ardı etmemek gerekir. Dahası, Türkiye ile herhangi bir tarihsel-toplumsal bağı bulunmayan bir kitleyi dışardan getirip topluma şırınga ettiklerini, etmeye devam niyetinde olduklarını ve toplumun demografik yapısıyla oynadıklarını görüyoruz.
***
Erdoğan’ın bu hedeflerinin önüne set çekecek herhangi bir devlet kurumu (parlamento, ordu, yargı vb.) kalmadı. Çeşitli operasyonlarla bu devlet kurumlarını ya etkisizleştirdiler ya da ele geçirip kendi aparatlarına dönüştürdüler. Türkiye burjuvazisinin de bu hedeflere karşı çıkmaya niyeti yok. Kaldı ki Erdoğan iktidarı, varlığı bu iktidara bağlı olan talancı-yağmacı bir burjuvazi de yarattı. Bu girişimleri engelleyebilecek tek bir güç var: HALK. Türkiye’nin emekçileri ve aydınlık yüzü. Bu gerçeği son aylarda çok daha net biçimde görüyoruz.
Ama halk kendiliğinden bir kurum değildir. Modernite değerleri ışığında çağdaş bir biçimde örgütlenebilirse bir kurum haline gelebilir. Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez, doğru, ama örgütsüz bir halkı örgütlü azınlıklar dahi bastırabilir ve daha kötüsü yönlendirebilir.
Bugün Türkiye halkının etkili tek bir kurumu (örgütü) var: CHP. Sosyalist örgütlerin, sendikaların, meslek kuruluşlarının, demokratik kitle örgütlerinin -devlet ile halkın karşı karşıya geldiği- bu çaptaki bir çatışmada belirleyici olabilecek güçleri, konumları ve etkileri -şimdilik- yok ne yazık ki. Sadece büyük kentlerdeki üniversite öğrencileri biraz olsun kurumsallaşma yolunda ilerliyorlar ve ne kadar etkili olduklarını gördük yakın geçmişte ve bugün.
Bu nedenle iktidar var gücüyle CHP örgütlerine ve temsilcilerine yükleniyor, parçalamaya, etkisizleştirmeye çalışıyor. Çatışma bugün CHP mevziinde yaşanıyor. CHP’nin mevcut yönetimi de bu tehlikeyi gördüğü için yaslanabileceği tek gücü yani halk hareketini istim üzerinde tutmaya çalışıyor.
CHP mevziinin sağlam durması hayatidir. Halk da bunu hissettiği ve kavradığı için CHP mevziine yığınak yapmaktadır bugün. 19 Mart sonrası İstanbul halkının ve gençliğinin Saraçhane’ye akması, CHP’nin geleneksel olarak muhafazakâr kitleye sahip Anadolu illerinde dahi çok güçlü mitingler yapması ve belki de en önemlisi Manisa Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in cenazesi bunun göstergeleri.
Ama bunlar da yeterli olmayabilir. Halk hareketinin sürekliliğinin ve daha önemlisi bir şekilde kurumsallaşmasının yolları bulunmalıdır. Fazla zaman da yok. Sanırım bunu gördüğü için Özgür Özel de iktidarın yeni bir hamlesine “dağılmamak üzere toplanarak” yanıt verilebileceğinden söz etti. Bu, acil bir kurumsallaşma yöntemidir. Ama sonuç almak zorundadır, çünkü bir “son çare” yöntemidir.
***
Peki, bir ölüm-kalım noktasına doğru ilerleyen süreçte sosyalistler ne yapabilirler? “Sosyalistler siyaset sahnesinde değiller, neden bu konuya kafayı yoruyorsun?” diye soranlar olabilir. Öyle değil. Sosyalistler örgüt olarak siyaset sahnesinin uzağında olabilirler, ama halk hareketine önderlik etme potansiyeline sahip çok sayıda seçkin sosyalist kadro vardır; hem de başka hiçbir örgütte olmadığı kadar. Bunlar fedakâr, dinamik ve deneyimli kadrolardır.
Bugün büyük bir “Türkiye Cephesi”ne, “Cumhuriyet ve Emek Cephesi”ne ve mücadele hangi mevzide veriliyorsa orada konuşlanmaya ihtiyaç var. Elbette içinde eriyerek ve CHP’nin kuyruğuna takılarak değil, kendi bağımsız yönelimini ve yapısını koruyarak.
Bununla birlikte olmam, şununla yan yana gelmem, onunla yan yana gelenle de yan yana gelmem türünden söylemler, ülkenin hangi noktaya doğru sürüklendiğini kavramıyor. İdeolojik düzlem ile politik düzlemi birbirine karıştırıyor. Normal bir ülkede, normal koşullar altında yaşamıyoruz. Uçurumun kıyısında olan bir ülkedir Türkiye. Bu koşullarda “Nasıl ayrışırız?” değil “Nasıl bir araya geliriz?” teması üzerinde kafa yorulmalıdır. İttifak yapmak, ittifak yapılan gücün kuyruğuna takılmak anlamına gelmez.
İktidar hangi mevzie saldırıyorsa, emekçi halk hangi mevzide toplanıp direniyorsa, sosyalistler de o mevzide yerlerini almalıdır ve kendi bağımsız yapılarıyla mücadeleye önderlik etmeye çalışmalıdır.
Bir an için o mevziin düştüğü bir ülkenin nasıl bir ülke olabileceğini düşünelim, nesnel çıtanın hangi noktada olduğunu kavrayalım ve ona göre konuşlanalım.







