Nalân Mahsereci
Bir görüntüye rastlarsınız, unutamazsınız bir daha. Belleğinize kazınmıştır. “Siyah kadın şarkıcı” denince aklıma gelen öylesi: Nina Simone bir yandan piyano çalarken kafasını çevirmiş, tam cepheden dinleyicilerinin yüzlerini tarıyor ve gözlerinin içine içine bakıyor. Bakışları yabani, karanlık; afallamış ama mağrur; çaresiz belki ama aynı zamanda tehditkâr, içindeki tüm yırtıcılığın ve gücün bir anda serbest kalmasından ürküyormuş gibi… Haykıran sorular var gözlerinde. Kaotik bir ezgiyi parmaklarıyla dizginleyebiliyor ama dili bağlanmış, söyleyemiyor. Şatafatlı konser salonunun parlak sahne ışıklarının altında ne aradığını bilemiyor sanki: “Buraya, beni sıkıştırdığınız bu köşeye ait miyim gerçekten?”(1)
Nina Simone, sanatını toplumsal gerçekleri yansıtmaya ve mücadeleye adamış bir devrimci. Siyah halkın eşitlik kavgasında önemli yeri olan Sivil Haklar ve Siyah Güç Hareketlerine destek verdi. Irk ayrımcılığına, toplumsal adaletsizliklere karşı tavizsizdi. Polis eskisi kocasından fiziksel ve psikolojik şiddet görüyordu. Aynı zamanda menajeri olan kocası, Nina’nın hem profesyonel hem kişisel yaşamını kontrolü altına almaya uğraşıyordu. Nina müziğiyle zincirlerini kırmaya çalışıyordu ama müzik endüstrisi içinde kapana kısıldığını hissediyordu.
Başlık sizi yanıltmasın; “haddi bildirilememek” tanımı onu içerse de, Nina Simone’un sanatı tek kategoriye sığdırılabilir değil. Müziğinde, caz, blues, gospel, soul, folk ve klasik müziği harmanladığı söylenir. Nina Simone’u blues kadınlarına bağlayan, yaşam koşulları ve şarkı temalarındaki benzerliklerdir. Simone’un sesi, hem kolektif hem bireysel acıların, direnmenin, özgürlük ve eşitlik arayışının yankısı oldu. Susturulmuş haykırışları duyurmaya, görmezden gelineni görünür kılmaya adandı. Tıpkı kendinden önceki ve sonraki blues şarkıcılarının sesleri gibi.
Benan Dinçtürk’ün, Bilim ve Gelecek Kitaplığı’ndan çıkan taze kitabı, Sağanak Yağmurlar Gibi Blues: Siyah Amerika’nın Şarkıları, blues göğünde duyulmuş benzer seslerin ardına düşüyor. Dergi okurlarının moleküler biyoloji profesörü olarak tanıdığı Benan Dinçtürk, blues şarkıları söyleyen bir müzisyen aynı zamanda. Gezip gördüğü blues diyarlarını, bu müzik hakkında okuduklarını, dinlediği ve söylediği blues şarkılarından öğrendiklerini anlatıyor bizlere. Blues’u siyah halkın hayatta kalma, varoluşuna sahip çıkma ve direnme yolu olarak değerlendiriyor. Bu müziği ortaya çıkaran toplumsal koşulları, coğrafyayı, öne çıkan temalarını, köklerini, unutulmaz müzisyenlerini, blues erkeklerini ve bu müzik geleneğindeki yerlerinin altını çizerek blues kadınlarını anlatıyor. Kiliselerden gelen armonik sesleri, hapishanelerden taşan umut çığlıklarını; pamuk tarlalarındaki zorlu emeği anlatan; demiryolları döşenir, nehir bentleri inşa edilirken balyozu aynı anda vurabilmek için ritmi sağlayan; çamaşırhanelerde, ev içlerinde, sokaklarda, yeraltı kulüplerinde, genelevlerde özgürlüğe duyulan özlemi ve ayrılığın hüznünü dile getiren şarkıları…
Siyah halkın kölelik ortadan kalktığında elde ettiği özgürlük, toplumsal ve ekonomik eşitliklerle desteklenmedi, eğitimsiz ve toplumun en altında bırakılmaya devam ettiler. Bir bölümü eski köle sahiplerinin topraklarında, kölelikten çok da farklı olmayan koşullarda çalışmak zorunda kaldı. Kamusal alanda ikinci sınıf sayılmalarına yol açan ayrımcılık yasalarıyla, Ku Klux Klan gibi ırkçı grupların şiddetiyle karşı karşıya kaldılar. 20. yüzyılın başında milyonlarca siyah, güney eyaletlerindeki ayrımcılık ve yoksulluktan kaçarak kuzeye göçtü. Buralarda gettolaştılar, şehirlerin yeraltına hapsoldular. Blues’un güneyde ortaya çıkışı ve kuzeyde gelişmesi bu koşullarda oldu.
Blues’un başlangıcı kulübesinin önünde gitar çalıp söyleyen “yalnız adam” imgesi üzerinden efsaneleştirilse de, “İlk blues şarkısını kaydeden bir kadındı” diyor Benan Dinçtürk. Mamie Smith’in, Ağustos 1920’de Okeh Records etiketiyle kaydedilen Crazy Blues şarkısı, aynı zamanda siyah bir sanatçının kaydettiği ilk vokal blues kaydı oldu. Yazar Toni Morrison, kitapta yer verilen bir alıntıda, blues kadınlarının gerçekliğinin blues erkeklerince deneyimlenmeyen özel bir hal olduğunu belirtiyor: “Doğru! Siyah kadın ev işlerini ve tüm angarya işleri yaptı. Doğru! Çocuklarını çoğunlukla tek başına büyüttü. Ancak eşinin bulamadığı veya gururundan kabul etmediği işlerde çalışarak hep işgücünün bir parçası oldu. Güvenebileceği hiçbir şeyi yoktu: Ne erkeklik, ne beyazlık, ne hanımefendilik, ne de başka bir şey! Ve gerçekliğinin derin ıssızlığında kendisini baştan yarattı.”(2)
Dinçtürk de blues kadınlarını, yaşadıkları zorluklar her ne olursa olsun, kendilerini güçlü bir biçimde var edişleriyle anlatıyor. Bu kadınlar ırksal, sınıfsal ve cinsiyet temelinde karşılaştıkları adaletsizliklere müzikleriyle direnmenin yanı sıra, düzene ve yerine göre erkeklere de eyvallahları olmadığını netlikle ifade etmişler. Öte yandan, cinsel arzularını ve gereksinimlerini sansürlemeden anlatma cesaretini göstermiş, duygusallıklarını özgürce ortaya koyarak ardıllarına güçlü bir miras bırakmışlar. Kitapta ele alınan blues müzisyenlerinden Billie Holliday’in zorlu yaşamını ve onun “ırkçılığa karşı kişisel protestom” diye tanımladığı sarsıcı Garip Bir Meyve şarkısının öyküsünü derginin bu sayısında da okuyabilirsiniz.
Blues kadınlarının mirasını takip ettiğimizde, yakın zamanlarda albümler çıkarmış olan Saffire-Uppity Blues Woman adlı gruba geliyoruz. İlginç şarkıları var: Emekçi kadınların yaşadıklarını anlatıyor; şiddete maruz kalan kadınlar için kadın sığınma evinin telefon numarasını nakarat olarak söylüyor ya da jinekolojik muayene esnasında bir kadının hissedebileceklerinden söz ediyorlar. Adlarının neden “Haddini Bilmez Blues Kadınları” olduğunu şöyle açıklıyorlar: “Kadının yerinin neresi olduğunu bildiğini sanan bazı insanlar, bizi o yere yerleştirmekte epey zorlanacaklar da ondan.”(3)
DİPNOTLAR
1) Yönetmen: Liz Garbus, What Happened, Miss Simone?, belgesel.
2) Benan Dinçtürk, Sağanak Yağmurlar Gibi Blues: Siyah Amerika’nın Şarkıları, Bilim ve Gelecek, Ekim 2025, s.89.
3) Age, s.133.







