Ana Sayfa Bilim Gündemi Öcalan ısrarının nedeni ve sahibi

Öcalan ısrarının nedeni ve sahibi

2397

Ender Helvacıoğlu

Komisyonun AKP’li, MHP’li ve DEM’li üç üyesi İmralı’ya gidip Abdullah Öcalan ile görüştü. Ama görüşmenin üzerindeki sır perdesi hâlâ kalkmadı. Sırdan kastımız Öcalan’ın temsilci milletvekillerine ne anlattığı değil. Bunu zaten üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Öcalan eskisi gibi kimseyle görüşmesine izin verilmeyen tecrit altında bir hükümlü değil. En az 15 yıldır resmen Türk devletinin muhatabı zaten. “İmralı Notları” kitabını konuyla ilgili herkes okumuştur. Orada HDP’nin kuruluşu bile devlet ve MİT yetkililerinin eşliğinde somut isimlere varana kadar tartışılıyor. Öcalan mektup yolluyor, TRT’den yayınlanıyor, mitinglerde okunuyor, basın açıklaması yapıyor, tüm televizyonlar canlı yayın yapıyor, PKK kongresiyle bile iletişim sağlıyor. DEM heyeti sık sık görüşüp Öcalan’ın fikirlerini diğer partilerle paylaşıyor.

Öcalan’ın -ciddiye alınacak değerde olsun veya olmasın- evrim kuramından kuantum kuramına, eşeyli üremenin kökeninden kadın ezilmişliğinin kökenine, uygarlığın başlangıcından sosyalizm tarihine kadar her konudaki fikirlerini biliyoruz. Cumhuriyet, Lozan vb. konulardaki düşünceleri de herkesi malumu.

Öcalan bilmediğimiz ne anlatacak? Komisyona hangi sırrı açık edecek? Böyle bir şey yok ve birkaç güne görüşmenin içeriğini de öğreneceğiz zaten.

Fakat bilmediğimiz şu: Bu denli Öcalan ısrarı, komisyon üyelerinin Öcalan’la görüşmesinin neredeyse barışın bir şartı haline getirilmesi ve heyete tüm partilerin özellikle CHP’nin katılımının sağlanmaya çalışılması neden?

Demek ki Öcalan ile görüşmenin içeriksel değil simgesel bir önemi var. Öyle bir önem ki bu, Bahçeli perdeyi bu taleple açmıştı. İktidar sürece, Türkiye halkı açısından en tepki çekecek figür ile başlamayı göze aldı. Halkı ikna etme zorunluluğu duyan bir odak sürece bu taktikle başlamaz, ilk şart olarak bunu ileri sürmez, biraz daha zamana yayar.

İki soru var: Görüşme ısrarının nedeni ve bu ısrarın asıl sahibi? Yanıtını somut olarak bilmediğimiz sorular bunlar, yoksa Öcalan’ın ne dediği değil. Ama bazı tahminlerde ve çıkarımlarda bulunabiliriz.

Öcalan’ın muhatap alınmak diye bir sorunu yok. Türk devleti gerek bu süreci gerekse öncekileri esas olarak Öcalan ile yürüttü. Gidip gelen heyetler, kurulan komisyonlar hep aracı ve postacı rolü oynadılar. Bu anlamda zaten etkili bir siyasi figürdür Öcalan. Ama demek ki devletin ve iktidarın muhatap alması yetmiyor; bir bütün olarak meclisin ve özellikle muhalefetin muhatap alması gerekiyor.

Öcalan’ın sadece “Kürtlerin lideri” sıfatı ile anılması yeterli görülmüyor; Türkiye çapında bir lider ve siyasi figür olması isteniyor. Bunun için de Cumhur ittifakı bileşenlerinin ve DEM’in katkısı yetmez, muhalefetin ve özellikle CHP’nin de destek vermesi gerek. Yoksa -Kürt kökenli vatandaşlar belki ikna olacaktır ama- Türk halkının çoğunluğunun sürece ikna olması olanaksız. Israrın nedeninin bu olduğunu düşünüyorum.

Peki, neden ilk figür Öcalan? Türkiye halkının sürece desteği hedefleniyorsa, örneğin Selahattin Demirtaş öne çıkarılabilirdi. Demirtaş’a ne CHP’nin ne de diğer muhalefetin fazla bir itirazı olacağını sanmıyorum. Bugünkü gibi tartışmalar da doğmazdı. Bunu herkes gibi iktidar da görüyordur. Ama demek ki Öcalan’da, Demirtaş veya benzer bir figürde olmayan (daha doğrusu Öcalan’da olduğu kadar olmayan) bir “keramet” var.

Bu kerametin -bazı iyi niyetli arkadaşlar gibi- Öcalan’ın herkesten fazla Kürtlerin doğal lideri olması ve sadece Türkiye’de değil Ortadoğu’daki Kürt oluşumları üzerinde güçlü etkisi bulunması olduğunu sanmıyorum. Süreç rahatlıkla DEM, Kandil ve SDG yöneticileri ile de götürülebilirdi, Öcalan -gelebilecek tepkileri önlemek için- şimdilik daha arka planda bırakılabilirdi.

Bence bu nitelik. Abdullah Öcalan’ın, diğer tüm öne çıkmış Kürt siyasi liderler arasında, Türk devletine, Cumhur iktidarına, AKP’ye ve Erdoğan’a en yakın, en bağlı ve onlar açısından en güvenilir figür olmasıdır. Öcalan ısrarının nedeni bu olsa gerek.

Denilebilir ki, Demirtaş da bu role talip olabilirdi, böyle sinyaller de veriyordu. Demek ki yeteri kadar verememiş. Son yoklamadan da (Arınç vakası) geçer not alamadığı anlaşılıyor. Kaldı ki, Demirtaş’ın Öcalan’a göre tek üstün niteliği AKP’ye muhalif cumhuriyetçi kitleler arasında da belli bir sempati yaratmış olması. Eğer Öcalan kadar “Erdoğancı” olursa bu niteliğini hızla kaybeder ve sıradan bir politik figüre dönüşür.

Bu çıkarımlar doğru ise, ısrarın asıl sahibi de ortaya çıkıyor: Saray ve Erdoğan. Dahası, bu sürecin gerçek niyeti de berraklaşıyor: Erdoğan iktidarının devamı ve bunu garantiye alacak yeni bir anayasanın oluşturulması.

İktidar tarafından sorunun -şimdilik- terörün son bulması (“Terörsüz Türkiye”) olarak formüle edilmesinin nedeni de bu. Mesele Kürt sorununun demokrasi ve eşitlik temelinde çözümü olsaydı, önde gelen figür Öcalan olmazdı. Mesele terörün son bulması olarak konulduğunda elbette önde gelen figür “PKK’nın kurucu lideri” Öcalan olacaktır.

Erdoğan ve Saray, süreci “şark kurnazlığıyla” yürütüyor. Halk tepkisine muhatap olmamak için Öcalan ısrarının sahibi Bahçeli’ymiş gibi gösteriliyor. CHP’nin Öcalan görüşmesine katılmamasına en büyük tepki de Erdoğan’dan değil Kılıçdaroğlu’ndan geldi, ilginç değil mi? Tipik Erdoğan taktikleri. Küçük hesaplar uğruna bu taktiklerin aparatı olmaya istekli “muhalifler” de her zaman bulunabiliyor.

Son bir nokta da şu: Bazıları Türk devletinin Öcalan’ı Suriye’de ABD ve İsrail’e karşı bir koz olarak kullanacağını iddia edebilir. Yani Erdoğan’a “anti-emperyalizm” ve “anti-Amerikancılık” atfeden görüş. Bu tezin de gerçeklerle bağdaştığını düşünmüyorum. Türk devleti de Erdoğan da Öcalan da Suriye ve SDG yönetimlerini ABD-İsrail karşıtı bir konuma çekemeyeceklerini bilirler. Kaldı ki böyle bir niyetleri olduğuna dair hiçbir emare de yok. Hepsi, politikalarını bir şekilde ABD ile uyumlu hale getirmenin peşinde.

***

Bu bıktırıcı İmralı, Öcalan, komisyon vb. tartışmalarının dışına çıkıp sürece daha genel bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümüne ilişkin başlıca iki tez olduğu görülebilir:

Birincisi, Türkleri, Kürtleri -ve artık- Arapları otoriter bir rejim altında İslam ümmeti biçiminde birleştirmek. Bu, ABD-İsrail’in de yol verdiği Erdoğan’ın tezidir.

İkincisi, yeni bir modernite (cumhuriyet) atılımıyla Türk ve Kürt uluslaşmasını demokrasi, eşitlik ve laiklik temelinde ortaklaştırmak. Bu da ancak siyasal İslamcı AKP iktidarının/rejiminin devrilmesi ve anti-emperyalist bir perspektifle olanaklıdır.

Ümmet tezinin yol alabilmesi için iki şart var: Ortadoğu’da ABD-İsrail hedefleriyle tam uyum ve Türkiye’deki cumhuriyetçi birikimin bastırılması ve etkisizleştirilmesi. İkisi için de var güçleriyle uğraşıyorlar. Yoksa, bir yandan ülkeye barış getirileceğinin söylenip diğer yandan en ufak muhalefetin bile zorbalıkla üstüne gidilmesi nasıl açıklanabilir?