Ana Sayfa Dergi Sayıları 137. Sayı Psikopatlık: hepimizde az da olsa var!

Psikopatlık: hepimizde az da olsa var!

1194
0

Psikopati gelişimsel bir problem olarak görülüyor ve yaş ilerledikçe daha da kötüleşiyor. Ayrıca yaş ilerledikçe tedaviye cevap verme oranı da düşüyor. Hastalık hakkında bilinen birçok şey olsa da psikopatların neden şiddete ve cinayete eğilimli olduğu hâlâ merak konusu. Genetik kökenlere ve gelişim problmlerine dikkat çeken tezler var.

Psikopatlıktan söz edildiğinde film severlerin aklına ilk olarak 1960 yılında Alfred Hitchcock’un yönetmenliğini yaptığı “Sapık (Psycho)” filmi gelecektir. Filmdeki motel yöneticisi olan Norman Bates bir seri katil ve aynı zamanda da bir psikopat. Film özetle motele sığınmak zorunda kalan Marion Crane’in Norman Bates ile olan mücadelesini ve ardından gelen seri cinayetleri konu alıyor. Bu film Robert Bloch’un aynı ismi taşıyan “Psycho” kitabının sinemaya uyarlanmış hali. Bloch bu karakteri gerçekte Wisconsin’de yaşayan Ed Gein’den esinlenerek oluşturmuş. Ed Gein bir mezar soyguncusu ve Norman Bates gibi seri katil olmasa da, bir katil ve psikopat.

Bu filme benzer başka bir film ise Matthew Bright’ın yönetmenliğini yaptığı “Ted Bundy”. Fakat bu film bir esinlenme değil, Ted Bundy (Teodor Robert Bundy) isimli kişinin hayat öyküsünü konu alıyor. Ted Bundy vasat bir hukuk öğrencisiydi ve aynı zamanda Washington Üniversitesi Psikoloji bölümünden başarılı bir şekilde mezun oldu. Herkesin takdirini kazanmış bir öğrenciydi, saygılı ve karizmatik oluşuyla da kızların gönlünü kolaylıkla kazanabiliyordu. Bu karakterin hayatını film yapan şey ise 1974-1978 yılları arasında, sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, işlediği 35 cinayet. Yani Bundy bir seri katildi, psikopattı, aynı zamanda da hırsız ve pedofiliydi. Birçok kez yakalanmasına rağmen kaçmayı başardı fakat 1979 yılında son kez yakalanarak ölüm cezasına çarptırıldı. Ayrıca “seri katil” tanımlaması ilk olarak Ted Bundy için kullanıldı.

Psikopatlıktan söz edildiğinde film severlerin aklına ilk olarak 1960 yılında Alfred Hitchcock’un yönetmenliğini yaptığı “Sapık (Psycho)” filmi gelecektir.

Tarih boyunca bu gibi örneklere çokça rastlandı ve bazı biliminsanları bu örnekler üzerinde araştırmalar yaptı. Psikopati gelişimsel bir problem olarak görülüyor ve yaş ilerledikçe daha da kötüleşiyor. Ayrıca yaş ilerledikçe tedaviye cevap verme oranı da düşüyor. Hastalık hakkında bilinen birçok şey olsa da psikopatların neden şiddete ve cinayete eğilimli olduğu hâlâ merak konusu. Ortada birçok tez var fakat henüz genel kabul görmüş bir açıklama yok. Son yapılan bir araştırmada şiddete yatkınlığın ve psikopatlığın genetik olarak aktarıldığı öne sürüldü. Eğer bu doğruysa evrim neden şiddete yatkınlığa destek oldu? Psikopatlar şiddete yatkın olmaları dışında bencil olmaları ve empati kurmada sorun yaşamaları ile de biliniyor. Ayrıca çocukluk yaşlarında travma yaşadıkları da biliniyor fakat bu travmaların neden bazı kişileri ileri yaşlarda şiddete yönlendirdiği bazılarını yönlendirmediği merak konusu. Ayrıca psikopatlık, bireyin toplumdan dışlanması için büyük bir etken, bu halde neden evrimsel süreçte psikopati var olmaya devam etti? Araştırmalar devam ediyor ve ilgi gün geçtikçe artıyor. Son yıllarda birçok makalenin yayınlanması ise bunu kanıtlar nitelikte. ScienceDirect sitesindeki makale sayıları 1900 yılından itibaren incelenecek olursa, 1900-1995 yılları arasında, bu konu hakkında yaklaşık 1335 makale yayınlanmışken 1995-2015 arasında yaklaşık 3000 makale yayınlanmış ve makale sayısı 1995’den günümüze yaklaştıkça, yıldan yıla artıyor.

Evrim ve psikopati

Günümüzden yaklaşık 200 bin yıl önce Kenya-Etiyopya dolaylarında tarih sahnesine çıkmayı başardık ve ayrı bir tür olmaya yeni yeni başladığımızda muhtemelen diğer Homo türlerinden çok da farkımız yoktu. İlerleyen yıllarda uzak bölgelere göç edebilmemiz, orada karşılaştığımız avcılar bizi diğerlerinden ayıran ana faktörler oldu. Göç ettiğimiz yerin iklim koşullarına uyum sağlama becerimiz ya da doğa tarafından doğal seçilim yoluyla uyum sağlamak zorunda kalmamız, bölgenin diyetimizi yani beslenmemizi değiştirmesi ve bu değişimin evrimimize şekil vermesi en önemli dönüm noktalarını oluşturdu. Bu noktada atalarımız birçok zorlukla mücadele etmek zorunda kaldı. Besin bulamadığı zamanlar da oldu, barınamadığı bu yüzden de hava şartlarından fazlaca etkilendiği zamanlar da. Pennsylvania Üniversitesi Psikoloji bölümünden Andrea Glenn ve ekibinin de hipotezi, psikopatinin bu şartlarda nesli aktarmayı destekliyor olması üzerine. Psikopatların hızlı yaşamayı tercih ettikleri yapılan araştırmalarla kanıtlanmış durumda. Hızlı yaşamayı kısa sürede fazla yavru üretmek, üreme ve hayatta kalmak için her türlü riski göze almak şeklinde düşünebiliriz. Hayatta kalmanın kısıtlandığı durumlarda ise hızlı yaşamak bir çözüm olabilir. Bu sayede kısa sürede daha fazla yavru üretilebilir ve nesil bu şekilde devam ettirilebilir. Psikopatiye ve hızlı yaşamaya yatkın olan genler bu şekilde aktarılmış olabilir. Bu açıdan bakıldığında bu teori mantıklı görünüyor.

Bir diğer dönüm noktası ise karşılaştığımız avcıların göç edemeyenlere ya da göç etmeyi tercih etmeyenlere nazaran farklılık göstermesi. Bu da avcılardan korunmak ve hayatta kalmak için bizleri farklı özellikler geliştirmeye yöneltti. Daha hızlı koşabildik, reflekslerimiz hızlandı, daha hızlı düşünebildik, grup içerisinde işbölümü yapabildik… Avcı tarafından uygulanan seçilim baskısı beynimizdeki “serebrum” bölgesinin gelişmesini sağladı. Serebrum, ön beyinde bulunan ve hayvanın hareketlerinden tutun da benliğini fark etmesine kadar birçok olayı düzenleyen bölge ve yapılan araştırmalara göre Homo sapiens’te bu bölge diğer hayvanlara nazaran daha gelişmiş. Bu gelişmişlik bizlere birçok savunma mekanizması kazandırdı ve neslimizi aktarmaya yardımcı oldu.

Hiç kuşkusuz, gelişmiş serebrumun bize kazandırdığı en önemli savunma mekanizması “işbölümü”. İşbölümünün bir kısmı avcıya karşı birlik olmak şeklinde düşünülebilir. Zaten çoğu canlı türünün, özellikle de av olan türlerin sürüler halinde yaşadığı biliniyor. Bu onlar için avcıdan korunma mekanizması. Bizler ise bunu evrimsel süreç içerisinde bir adım öteye taşıdık; işbölümü oluşturduk. Grup içerisindeki eş ya da eşler yavrulara bakarken (ki bunlar genelde dişiler oluyor) diğerleri de yavru bakımını üstlenenleri ve yavrularını beslemek ve korumakla yükümlüydü (bunlar da genelde erkekler oluyor). Bu yükümlülük, koruyacak olan bireyin agresif olmasını gerektiriyor. Agresif olmalı ki çevreden gelecek tehditleri uzaklaştırabilsin ya da tehditle yüzleşebilsin. Yani agresif olma durumu hayatını daha uzun süre devam ettirmeyi sağlıyor, bu da daha fazla yavru üretmek demek. Ayrıca agresif olmak kendine yakın genleri koruma altına almak demek ve bu da o genlerin nesillerini devam ettirmelerine yardımcı oluyor. Bir de cinsel seçilimi işin içine kattığımızda, güçlü olan erkeğin gücünü kullanarak daha fazla dişiyi baştan çıkarması ve dişilerin de yine güçlü bireyi tercih etmesi agresiflik yatkınlığını açıklıyor.
New Mexico Üniversitesi Psikoloji bölümünden Marco Del Gudice ve ekibinin ortaya attığı teori bu görüşten destek alıyor. Ekibe göre hepimizin içerisinde agresifliğe yatkınlık var fakat sosyal becerilerimiz onların üstesinden geliyor. Bu beceriler bizim grup içinde yaşamamız için çok önemli. Her grupta uyulması gereken, yazılı olmasa da, bazı kurallar vardır ve bu kurallara uymayanlar gruptan dışlanır. İşte bu yolla aslında agresiflik yatkınlığı da baskılanıyor. Fakat bu agresiflik yatkınlığı neslimizi devam ettirme içgüdüsünden kaynaklanıyor. Ayrıca bu durum sadece insanlara özgü değil. Washington Üniversitesi Antropoloji bölümünden R.W. Sussman ve ekibinin 2005 yılında yayımladığı makale, içerisinde bulunduğumuz primat takımı üzerinde yapılan bir araştırmadan söz ediyor. Bu araştırmaya göre primatların genelinde bir agresiflik yatkınlığı var fakat sosyal ilişki kurma güdüsü bunu baskılıyor. Ancak insanlardaki psikopati durumunda, agresiflik yatkınlığı sosyal ilişki kurma içgüdüsünün üstüne çıkıyor ve psikopat bireyler bu duruma engel olamıyorlar. Zaten psikopatinin semptomlarından birisi şiddete eğilimken bir diğeri kontrol eksikliği. Ayrıca bu görüş, koruyucu bireyin erkek olması, cinsel seçilimde erkek bireylerin birbirlerine üstünlük kurma çabaları, yani dişinin seçici olması erkek bireylerin agresifliğe daha yatkın olmasını açıklayabilir. 2000 yılında Grann ve ekibinin bu konu üzerinde yaptığı araştırmaya göre erkeklerdeki agresiflik yatkınlığı yüzde 31 iken dişilerde bu oran yüzde11’de kalıyor.

Klasik psikopati sendromu: duygu sorunları

Derby Üniversitesi’nde klinik psikoloji profesörü olan Paul Gilbert “Bizler birçok yeteneğe, sosyal davranışa, duygulara sahibiz ve bunların itme ve çekmelerine maruz kalıyoruz” diyor. Günlük hayatımızdaki bütün motivasyonumuz duygularımız tarafından düzenleniyor. Gilbert bu duyguların beyindeki bölgelerin dışında bir yerde oluşmadığını, bunun yerine dış faktörlerin etkili olduğunu söylüyor. Bu dış faktörler ise genlerimiz, çevremiz, çocukluk deneyimlerimiz ve hayatımızdaki olaylar. Bu duygu motivasyon değişimleri beynin kendini korumak için farklı sistemler evrimleştirmesine neden olmuş. Fakat bu sistemler psikopatlarda düzgün çalışmıyor.

Yönetmen Stanley Kubrick “Shining (Cinnet)” isimli filminden bir kare. Başrolde Jack Nicholson oynuyordu.

Bu sistemlerden birisi olan “yürütme sistemi” beyindeki ödül mekanizması ile ilişkilendirilebilir. Antik insanlarda bu sistem hayatta kalmayı ve en önemlisi de üremeyi destekliyordu. Fakat günümüz insanında artık bu sistem kendi istediklerimizi ve zevk aldığımız şeyleri yapmamızı destekliyor. Psikopatlarda ise bu ödül mekanizmasının normal insanlardan farklı çalıştığı biliniyor fakat yürütme sistemi ile ilgili kesin bir bağlantı kurulmuş değil. New Orleans Üniversitesi’nden Paul Frick’in yürüttüğü bir araştırmada ise psikopatide bu sistemin dengesiz çalıştığı öne sürüldü. Yani, psikopatlığın gereği olan “hızlı yaşama” davranışlarının (risk almak, fazla yavru meydana getirmek gibi davranışlar) yanında bazen de ödül ve zevke yönelik davranışlar da görülüyor. Yani psikopat bireyler bazen risk almaya yatkın oluyor bazen de zevk almaya. Bu konu üzerinde araştırmalara devam ediliyor.

Bir diğeri ise “sakinleştirici sistem”. Psikopatide en çok görülen durum bireylerin olaylara karşı olan tepkisizlikleri. Karşınızda bir psikopat varsa, ona istediğiniz kadar duygusal hikaye anlatın, film izletin ya da karşısında insan öldürün, verecekleri tepki normal bir insandan çok daha az olacak hatta tepki bile vermeyecek. Bunun en büyük nedeni ise sakinleştirici sistemlerinin baskılanmış olması.

Ted Bundy 1974-1978 yılları arasında, sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, 35 cinayet işlemişti. Hakkında verilen idam kararına tepki gösterirken.

Sakinleştirici sistem henüz bebekken aktivitesine başlıyor. Yürütücü sistemi baskılıyor ve çevreye olan güvenimizi sağlıyor, özellikle de annemize. İlerleyen zamanlarda ise hem bu güven sayesinde hem de sakinleştirici sistemin diğer katkılarıyla sosyal bir varlık haline geliyoruz. Empati duygumuz gelişiyor, karşımızdakini anlayabiliyoruz. Sistemin aktivitesini sağlayan temel öğe ise oksitosin kimyasalı. Üzerinde yıllarca yapılan çalışmalar neticesinde oksitosinin bebek ve anne arasında köprü oluşturduğu anlaşılmıştı. Sonraki araştırmalarda ise bebeğin neden anneye güvendiği anlaşıldı; oksitosin sakinleştirici sistemi aktive ediyor ve bebeğin anneye güvenmesini sağlıyor. Fakat bu sistem eğer doğuştan hasarlıysa ya da çevresel etkenler tarafından baskılanırsa bebek anneye güvensiz bir bağlanma yaşıyor. Bu da bebeğin sağlıklı gelişimini etkiliyor. Birey, ileriki hayatında sosyal ilişki kurmakta zorluk çekiyor, çevresine güvenmiyor, bağlanma zorlukları çekiyor ve bunların hepsinin toplamında da sosyal tepkisizlik ortaya çıkıyor. Tıpkı psikopatların da olduğu gibi!

Gelişim problemleri

Psikopatların oksitosin üretiminin normal insanlara nazaran daha az olduğu biliniyor. Fakat sakinleştirici sistem sadece bu yüzden baskılanmak zorunda değil. Birey gayet sağlıklı doğabilir, hormon durumları normal bir bireyle aynı seyredebilir; fakat gelişim sürecinde yaşayacağı travmalar hem hormon salınımını hem de beynin koruyucu sistemlerini etkileyebilir.

Psikopatların çocukluk ve ergenlik dönemleri incelendiğinde en az birinde travma yaşadıkları görülebilir.

İnsan beyni ömür boyunca, özellikle de 20’li yaşların ortalarına kadar, aralıklarla olsa da sürekli gelişmeye devam ediyor. Fakat en büyük gelişim ilk 20 yıl içerisinde oluyor. İlk 3 yıl içerisinde beyin birçok hareketi yapabilir duruma geliyor ve hızlı bir gelişim aşamasından geçiyor. 10-12 yaş arasında tekrar gelişim hızlanıyor ve ergenlik ile birlikte (12-22 yaşlar arası) beynin sosyal davranışlarla ilgili kısmı gelişmeye başlıyor. 20-22 yaşına gelindiğinde ise artık kişilik de oturmaya başlıyor. Beynin en hassas olduğu dönemler bu yaş aralıkları. Bu aralıklarda yaşanan travmalar beynin gelişimini etkileyebiliyor ve beyinde ileriye yönelik kalıcı hasarlar verebiliyor. Psikopatların çocukluk ve ergenlik dönemleri incelendiğinde en az birinde travma yaşadıkları görülebilir. Bazıları çocukken cinsel istismara uğramışken bazıları ergenlikte sosyal çevreleri tarafından dışlanmış olabilir. Zaten psikopatların hayat öykülerinde genelde bu dönemlerde yaşadıkları travmalardan söz edilir.

Aslında genetik köken bir kenara bırakıldığında psikolojide psikopati gelişimsel bir hastalık olarak yorumlanıyor. Bunun temel nedeni ise psikopat bireylerin bazı beyin bölgelerinin normal bireylere göre farklı seviyede gelişim gösteriyor olması.
Psikopatlar ve normal insanlar üzerinde yapılan araştırmalarda psikopat bireylerin öğrenmeyi ve duygusal eylemleri kontrol eden beyin bölgelerinde hasarlar ya da az gelişmişlik tespit edildi. Araştırmaların devamında ise beyin bölgelerinin daha detaylı incelenmesi sonucu hasarlı olan daha özel bölgeler de keşfedildi. Fakat bu bölgeler aslında ergenlik döneminde hızlı bir gelişim süreci geçiriyor. Yani özel bölgelerin bu gelişim sırasında hasar gösteriyor olma ihtimali çok yüksek. Ayrıca, psikopati ve şizofreni arasında da ilişki olduğu biliniyor. Her hastada değil, fakat psikopati hastalarında şizofreniye rastlamak şaşırtıcı değil çünkü şizofreni de çoğunlukla yine ergenlik dönemindeki beyin gelişimi esnasında oluşan sorunlar sonucu ortaya çıkıyor. Geri kalan yüzdenin büyük bir kısmı ise fiziksel travmalar sonucu oluşuyor. Fiziksel travmaların da psikopatiye neden olması şaşırtıcı değil çünkü söz ettiğimiz beyin bölgeleri kazalar sonucu da hasar görebilir.

Değinilmesi gereken başka bir konu ise sosyopati ve psikopatı ayrımı. Genel olarak “psikopat” terimi yerine “sosyopat” terimi kullanılıyor. Fakat aslında bu iki terim arasında bazı farklar var. Sosyopati de bir sosyal davranış bozukluğu fakat sosyopatlar psikopatların aksine bulunduğu bir gruba, bir kişiye ve bir mekana bağlanabiliyorlar. Ayrıca sosyopatların işlediği cinayetler planlı olmuyor. Psikopatlar ise asla bağlanamıyor ve işledikleri cinayetler iyi planlanmış oluyor. Bu farklar göz önüne alındığında suçlunun sosyopat mı psikopat mı olduğu anlaşılabilir.
Bahsedilenler psikopatinin bir davranış bozukluğu hastalığı olmasına neden olan fiziksel hasarlar/sorunlar diyebiliriz. Psikopatların toplumsal incelemesi ise çok ayrı bir yazı konusu olabilecek kadar detaylı. Psikopati bireyin kendi isteği sonucu oluşan bir durum değil; bir hastalık. Tedavileri için ise psikopatiyi çok iyi anlamalıyız ve bu hiç de kolay değil.

Kaynaklar

  1. http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1359178915000075
  2. http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1359178915000075
  3. https://www.psychologytoday.com/blog/wicked-deeds/201401/how-tell-sociopath-psychopath
  4. https://www.psychologytoday.com/blog/wicked-deeds/201401/how-tell-sociopath-psychopath
  5. http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0301051112002062
  6. http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0301051112002062
  7. http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1359178912000730
  8. http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1359178912000730
  9. http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0890623813000828
  10. http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0890623813000828