Einstein, ivme ve kütleçekiminin birbirine denk olduğunu kavradıktan sonra, sekiz yıl boyunca özel görelilik teorisini genelleştirmekle uğraştı. Teorisinin doğru matematik denklemlerini elde etmek için matematikçi David Hilbert ile çekişti ve sonunda galip geldi. Bu dönemde özel hayatında da birçok zorlukla boğuşuyordu. Eşinden ayrılmış, çocuklarından ayrı düşmüştü ve daha sonra evleneceği kuzeniyle bir ilişki yürütmeye çabalıyordu. Böyle zorluklar içeren bir süreçte, gelmiş geçmiş en önemli bilimsel çalışmalardan biri olan genel görelilik teorisini ortaya koymayı başardı.
Walter Isaacson
Aspen Enstitüsü Genel Müdürü, CNN ve Time Magazine’de Eskiden Yönetici
Genel görelilik teorisi; kişisel sorunlar, politik gerilimler ve neredeyse Einstein’in zaferine mal olabilecek bilimsel rekabet içerisinde basit bir fikirden doğdu. Özel görelilik teorisini ve ışığın kuantalı olduğu fikrini ortaya koyduğu mucize yıldan iki sene sonra, 1907’de Einstein halen patent ofisinde çalışmaktaydı. Birgün Bern’deki ofisinde otururken, daha sonraları “hayatımın en mutlu düşüncesi” olarak tanımlayacağı o fikir kafasında belirdi: “Serbest düşen biri kendi ağırlığını hissetmeyecektir.” (Çevirmenin notu –ç.n.-; serbest düşme, kütleçekimi dışında bir kuvvetin etki etmediği düşüş şeklidir. Tüm sürtünmelerin ihmal edildiği ortamda Dünya’ya düşen bir cisim serbest düşme yapar).
Nasıl ki Galileo’nun bulguları, Pisa Kulesi’nden yaptığı deneylerle; Newton’un keşfi, kafasına düşen elmayla sembolikleştirilmişse, Einstein’in bu fikri de serbest düşmekte olan biri ile özdeşleşmiştir. Hatta bazı süslü anlatımlarda Einstein patent ofisinde çalışırken yan binadan bir kişinin düştüğü bile resmedilir.
Einstein hemen sonra düşünce deneyini daha da derinleştirerek, serbest düşen deneği bir asansörün içerisine koydu ve bu sefer asansörün serbest düştüğü durumu tahayyül etti: Serbest düşen asansör, denek için ağırlıksız ortam olur ve denek kendi ağırlığını hissetmez; sanki boş uzayda süzülmektedir. Deneğin elinden bıraktığı her cisim de denekle birlikte yan yana süzülür. Denek hangi deneyi yaparsa yapsın, ivmelenen bir asansörde düşmekte olduğu durum ile kütleçekimsel etkilerin olmadığı boş uzayda süzüldüğü durumunu birbirinden ayırt edemez ve edebilmesinin imkânı yoktur. (Ç.n: Bu ayırt edilemezlik, cisimlerin geometrik şekillerinden kaynaklanan gelgit etkisinin ihmal edildiği durumlar için geçerlidir. Ancak bu ihmal yerinde bir ihmaldir; gelgit etkisi kütleçekiminin değil, kütleçekimi uygulayan cisimlerin geometrik şekillerinin sonucudur.).
Einstein daha sonra düşünce deneyini uzaya taşıyıp tersten tasarladı: Asansör şimdi de herhangi kütleçekimsel etkilerden uzak, boş uzayın bir bölgesinde sabit kuvvet uygulanarak ivmelendirilsin. Denek bu durumda asansörün ivmelendirildiği yönün tersi yönde bir “çekim” hisseder ve ayakları asansörün tabanına “basar”. Elindeki bir cismi bıraktığında ise, cisim adeta Dünya’daymışçasına yere düşer. İvmelendirilmenin yarattığı etki ile kütleçekiminin yarattığı etkiyi birbirinden ayırmanın bir yolu yoktur. Einstein bu fenomene “eşdeğerlik (özdeşlik, denklik) ilkesi” adını vermiştir. Buna göre, ivmelenmenin ve kütleçekiminin yarattığı yerel etkiler birbirine denktir.
Einstein’in bu düşünce deneylerinden yola çıkıp fizik tarihinin en güzel teorisini ortaya koyması tam sekiz yıl sürdü. Öte yandan bu süreç, Einstein’i patent ofisinde çalışan evli ve çocuk babası mütevazı bir yaşantıdan, Berlin’de yalnız yaşayan, ailesinden uzak kalmış ve Prusya Bilim Akademisi’nde baş gösteren anti-semitist düşüncelerin camiaya yabancılaştırdığı bir profesörün hayatına dönüştü.
Geçtiğimiz sene Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü ve Princeton Üniversitesi, Einstein’in mesleki ve kişisel hayatında yaşadıklarına göz atmak isteyenler için Einstein’in yazmış olduğu mektupları ve makaleleri internet ortamında yayımladı. 1907 yılının sonlarına doğru “ivmelenme ve kütleçekimi üzerine, göreliliği esas alan özgün bir düşünce” başlığıyla karaladıklarına bakarak, o zamanki heyecanına ortak olabiliriz. Bir elektrik firmasının alternatif-akım makinesi için yaptığı patent başvurusunu, “yanlış, bulanık ve hazırlıksız” olduğu gerekçeleriyle reddetmesinden yaşadığı sıkılmışlık ve huysuzluğu yakalayabiliriz. Sonraki yıllara gittiğimizde, bir yandan teorisinin denklemlerini bulmak için matematikçilerle yarışırken diğer yandan eşiyle verdiği maddi mücadeleye ve çocuklarını görme çabalarına tanık olabiliriz. 1915’ten sonraki çalışmaları ise evren algımızı sonsuza dek değiştirecek.
Işığı bükmek
Einstein, kütleçekimi ve ivmenin denk olduğuna kanaat getirdikten sonra, dört yıl kadar bu konuya eğilmedi; bunun yerine kuantum teorisi üzerinde çalıştı. 1911 yılında akademinin duvarlarını aşıp Prag’da Prusya Charles-Ferdinand Üniversitesi’nde profesör olmayı başardıktan sonra ise, dikkatini yeniden 1905’te ortaya koyduğu özel görelilik teorisini genelleştirmesine yardımcı olacak yeni kütleçekim teorisine yöneltti.
Denklik ilkesinin oldukça ilginç fenomenlere gebe olduğunun farkına varan Einstein, asansör deneyine göre kütleçekiminin ışığı bükmesi gerektiği sonucuna vardı. Asansörün yukarı doğru ivmelendiği bir durumu göz önüne alalım ve yan duvardan karşı duvara doğru bir ışık atımı yollayalım. Işık belirli bir zaman sonra karşı duvara ulaşacaktır ancak ışığın ulaştığı nokta, yollandığı noktaya göre zemine daha yakın olur. Çünkü ışık duvardan duvara ulaşana kadar zaman geçer ve bu zaman zarfında da asansör bir miktar yükselmiş olur. Işığın takip ettiği yörüngeyi kâğıda dökersek ivmelenmenin sebep olduğu eğrisel bir yolla karşılaşırız. Denklik ilkesine göre ivmelenen bir asansörde ortaya çıkan etki, kütleçekim alanındaki durgun bir asansörde de ortaya çıkmalıdır. Başka bir deyişle, kütleçekim alanından geçen ışığın bükülmesi gerekir.
Einstein’in bu ana kadarki başarısı, doğanın işleyişinin ardında yatan fiziksel prensipleri üstün yeteneğiyle analiz etmesiydi; prensiplerin matematik temsilini yapma göreviyle ilgilenmiyordu. Ancak matematiğin sadece doğa kanunlarını açıklamak için değil, aynı zamanda keşfetmek için de bir araç olabileceğinin farkına varan Einstein, 1912 yılında eğri ve bükülmüş 4-boyutlu uzay zamanı temsil edecek karmaşık matematik hesaplamalar için eski sınıf arkadaşından yardım istedi.
Genel görelilik teorisinin matematiğini kurgulamaya başlayan Einstein’ın temel motivasyonu, iç içe geçmiş iki fiziksel süreci temsil eden denklemleri ortaya koymak oldu. Bu iki süreçten ilki, kütleçekim alanının maddeye nasıl bir etki yaptığı; ikincisi ise maddenin uzay-zamanda nasıl kütleçekim alanı yarattığıydı. İlk süreç maddenin nasıl hareket edeceğini, ikinci süreç de uzay-zamanın nasıl büküleceğini ifade eder. Üç yıl boyunca kusurlu hesaplarla ve taslaklarla uğraşan Einstein, 1915 yazının başlarına doğru, matematik ve fiziği yan yana getirmeye başladı.
Kişisel çöküş
O zamana kadar, Prusya Akademisi’nin bir üyesi ve profesörü olarak Berlin’e taşınmıştı. Fakat kendisine hiçbir destek sağlanmıyordu. Anti-semitizmin yükselmesiyle birlikte, hiçbir bilimsel zümreye dahil olamıyordu. Kendisi de bir fizikçi olan ve özel görelilik teorisini oluştururken düşüncelerini paylaştığı eşi Mileva Maric’ten ayrılmıştı. Mileva da, 4 ve 10 yaşlarındaki iki çocuğunu yanına alarak Zürih’e yerleşmişti. Daha sonradan evleneceği kuzeniyle bir ilişki yaşamakta olan Einstein, Berlin’in merkezinde derme çatma bir evde kalıyor, nadiren yemek yiyip günün herhangi bir saatinde uykuya dalabiliyor ve kemanını çalarak yalnızlığıyla başa çıkmaya çalışıyordu.
1915 yılı özel hayatının çözülmeye başladığı yıllar oldu. Bazı arkadaşları Mileva Maric’den boşanıp Elsa ile evlenmesi için baskı yaparken, bazıları da çocukları ile Elsa’nın bir araya gelmemesi konusunda Einstein’i uyarıyordu. Maric mektuplarında sürekli paradan bahsediyor; Einstein ise dizginleyemediği öfkesiyle, “Sahip olduklarımı ele geçirmeye yönelik olarak yaptığın bu girişimler son derece utanç verici” şeklinde sert cevaplar veriyordu. Çocuklarına sık sık mektup gönderen Einstein, nadiren cevap alıyor ve mektuplarının cevapsız kalmasının sebebini annelerinin izin vermemesine bağlıyordu.
Bunca karmaşaya rağmen, 1915 yılının ortalarına doğru genel görelilikle ilgili birçok tasarı hazırdı. Haziran ayının son haftası boyunca, dünyanın seçkin matematik merkezlerinden olan Göttingen Üniversitesi’nde, geliştirdiği fikirlerle ilgili ders verdi. O kadar seçkin matematikçinin arasında David Hilbert de vardı ve Einstein, görelilikteki karışıklıkları ona anlatmak için çok -belki de hatalı derecede çok- istekliydi.
Rekabet
Göttingen ziyareti Einstein açısından büyük bir zafer oldu. Birkaç hafta sonra bir arkadaşına yazdığı mektupta “Hilbert’i genel görelilik teorisi konusunda ikna etmeyi başardım” diyordu. Bir diğer arkadaşına yazdığı mektupta ise, Hilbert’ten son derece etkilendiğinden bahsediyordu.
Hilbert de aynı şekilde Einstein ve teorisinden oldukça etkilenmişti ve Einstein’in henüz başaramadığı, genel göreliliğin matematiksel formülasyonunu oluşturacak denklemleri çıkarmaya girişti.
Hilbert’in girişimlerinden 1915 Ekim’inde haberdar olan Einstein, Entwurf’un (taslağının) temelinde olan ve iki senedir iyileştirmeye çalıştığı teorisinde ciddi çatlaklar olduğunun farkına vardı. Denklemleri, dönme hareketini doğru şekilde içermiyordu ve tüm yapılardaki ivmeli ve düzgün olmayan hareketleri göreli hale getirecek şekilde genel kovaryant (eşdönüşür mü, eşdeğerlik mi) değildi. Astronomların Merkür’ün yörüngesinde gözlemledikleri anomaliyi de tam olarak açıklayamıyordu. Gözlemlere göre Merkür’ün günberisi (yörüngesinin Güneş’e en yakın olduğu nokta), zamanla kaymaktaydı ve bu kayma ne Newton fiziği ile ne de Einstein’in halihazırdaki teorisiyle açıklanabiliyordu.
Einstein için zaman daralmıştı. Bir yandan Hilbert’in denklemleri düzeltmeye yaklaştığını hissediyordu, öte yandan Kasım ayında Prusya Akademisi üyelerine dört hafta boyunca vereceği perşembe dersleri programıyla sıkışmıştı. Sonuç olarak Einstein’i aylar sürecek yorucu bir çalışma bekliyordu; denklemlerini düzeltmesi, teorisini güncellemesi için acele etmeliydi.
4 Kasım’daki ilk dersi için Prusya Devlet Kütüphanesi’ne vardığında, halen teorisi üzerinde çalışıyordu. “Geçtiğimiz dört yıl boyunca genel görelilik teorisini kurmaya çalıştım” diye söze başlayan Einstein, berrak şekilde problemleri detaylandırıp ortaya koydu ve denklemleri tam anlamıyla elde edemediğini de ekledi.
Einstein, bilimsel yaratıcılık tarihinin en aşırı fikirlerinden biriyle uğraşırken bir yandan da ailesi içi sorunlarıyla ilgileniyordu. Ayrı olduğu eşinden para konusunda baskı yapan ve çocuklarıyla nasıl görüşeceğiyle ilgili yönergeler içeren mektuplar gelmeye devam ediyordu. Maric, babalarının bir başkasıyla ilişkisi olduğunu öğrenme olasılıklarını göz önüne alarak çocuklarının Einstein ile Berlin’de görüşmemesini ortak bir arkadaş aracılığıyla talep ediyordu. Einstein de bu talebe cevap olarak, Berlin’de ıssız bir yerde tek başına yaşadığının ve evinin “adeta bir kilise” atmosferine sahip olduğunun garantisini verdi. Arkadaşı da Einstein’in genel görelilik çalışmalarını kastederek Maric’e, “orada olağanüstü işler dönmekte” diye bir cevap yazdı.
İlk makalesini yazdığında, İsviçre’de yaşayan büyük oğlu Hans Albert’e yazdığı dokunaklı mektupta Einstein şöyle diyordu: “Sevimli mektubun dün bana ulaştı ve çok mutlu oldum. Artık bana yazmayacağından korkuyordum… Her sene bir ay boyunca görüşebilmemiz için baskı yapacağım ve görüştüğümüzde sana bağlı, seni seven bir babaya sahip olduğunu anlayacaksın. Benden kimsenin sana sunamayacağı birçok güzel ve iyi şeyi öğrenebilirsin… Geçtiğimiz günlerde hayatımın en iyi makalelerinden birini nihayet tamamladım; büyüdüğünde sana da anlatacağım.” Oğluna umursamaz göründüğünü düşündüğünden, “işime o kadar kendimi kaptırıyorum ki arada yemek yemeyi bile unutuyorum” özrüyle mektubunu bitiriyordu.
Einstein aynı zamanda Hilbert ile garip bir etkileşim içerisine girmişti. Göttingen matematikçilerinin Entwurf (taslak) denklemlerindeki hataları bulduğu konusunda uyarılan Einstein, hemen Hilbert’e kendisinin de zaten hataları bulduğunu yazdı ve 4 Kasım dersinin bir kopyasını da beraberinde gönderdi.
11 Kasım’daki ikinci dersinde denklemlerini genel kovaryant (eşdönüşür mü, eşdeğerlik mi?) hale getirecek yeni koordinat koşulları önerdi, ancak ortaya çıktı ki yaptığı değişiklik sorunları tam olarak çözmüyordu. Nihai sonuca yakındı, fakat biraz daha yol alması gerekiyordu. Makalesini yine Hilbert’e yollayan Einstein, asıl merakının tamamen kendi çalışmasıyla ilgili olduğunu belirterek Hilbert’e çalışmalarının nasıl gittiğini de sordu.
Hilbert’in verdiği cevap ise Einstein’in cesaretini kırmıştı. Einstein’in büyük problemine bir çözüm bulduğunu söyleyerek 16 Kasım’da Einstein’i Göttingen’e davet etti. “İlgilenirsen, önümüzdeki salıya kadar teorimi çok detaylı şekilde hazırlayabilirim” diyen Hilbert, “eğer bizde kalırsan eşim ve ben çok memnun oluruz” diye ekledi. İmzasını attıktan sonra da kendini kışkırtıcı ve endişelendirici bir dipnot eklemek zorunda hissederek şöyle yazdı: “Yeni makalenden anlayabildiğim kadarıyla, verdiğin çözümler benimkilerden tamamıyla farklı.”
Zirveye yükseliş
Einstein’in bulunduğu kişisel ve mesleki çalkantılar hakkında fikir sahibi olabilmek için 15 Kasım’da yazdığı dört mektubu incelemek yerinde olacaktır. Oğlu Hans Albert’e yazdığı mektupta, Noel’de İsviçre’ye gelip onu ziyaret etmek istediğinden bahsediyor ve “Misafirhane gibi sakin bir yerde yalnız kalırsak, bana daha güzel olacak gibi geliyor, ne dersin? ” diye ekliyordu. Eşine de uzlaşmacı bir mektup yazarak çocuklarıyla olan ilişkisini bozmadığı için teşekkür ediyordu. Bir arkadaşına, “Kütleçekim teorisini değiştirdim, önceki kanıtlamalarımda bir boşluk olduğunu fark ettim… Yılbaşında İsviçre’ye sevgili oğlumu görmeye gideceğim için mutlu olmalıyım” diye yazıyordu.
Einstein Hilbert’e de cevap yazarak Gottingen davetini reddetmiş ve kaygılarını ifade etmekten çekinmeyerek, “Mesajınızda verdiğiniz ipuçları, büyük beklentiler sunuyor. Fakat Göttingen’e seyehat etmemeliyim… Bitkin düştüm ve mide sancıları çekiyorum… Ancak -eğer mümkünse- sabırsızlığımı bastırmak için çalışmanızdaki düzeltmelerin kanıtlarınızı göndermenizi isterim” demişti.
Teorisinin doğru formülasyonunu elde edebilmek için canla başla çalıştığı sıralarda büyük bir atılım gerçekleştiren Einstein’in kaygıları, yerini huzura bıraktı. Elden geçirdiği yeni denklemlerin Merkür yörüngesindeki sapmaları verip vermeyeceğini test eden Einstein, yeni denklemlerinin Merkür günberisinde yüzyılda 43 yaysaniyelik bir sapma öngördüğünü buldu. Sonuçları karşısında heyecandan kalp çarpıntısı yaşayann Einstein, bir çalışma arkadaşına “mutluluk ve heyecandan günlerce kendime gelemedim” demişti. Başka bir fizikçiye ise “Merkür günberisindeki hareketin sonuçları beni oldukça tatmin etti. Benim alttan alta saçma bulduğum astronominin kılı kırk yaran kesinliği bana ne kadar da yardımcı oldu!” diyerek böbürlenmişti.
18 Kasım günü, üçüncü dersinin sabahında, Hilbert’in yeni yayımladığı makaleyi inceleyen Einstein, çalışmanın kendisininkiyle oldukça benzer olduğunu görüp Hilbert’e öncelik hakkının kendinde olduğunu belirten cevabında şunları da söylüyordu: “Görebildiğim kadarıyla kurduğunuz sistem, benim Akademi’ye son birkaç haftadır sunduğum sonuçlarla aynı sonuçları veriyor. Bugün de Akademi’ye Merkür günberisindeki hareketi öngören sonuçlarımı sunacağım. Hiçbir kütleçekim teorisi şimdiye dek bunu başaramamıştı.”
Hilbert ise oldukça cömert ve kibar şekilde Einstein’in mektubunu hemen ertesi gün yanıtlayarak kendisinin hiçbir hak iddia etmediğini belirterek, “Günberi probleminin üstesinden geldiğin için yürekten kutlarım,” demiş ve “eğer senin kadar hızlı hesap yapmaya kalksaydım elektronlarım hareketsiz kalır; hidrojen atomum ışıma yapmadığı için özür dilemek zorunda kalırdı” diyerek Einstein’i övmüştü. Ancak ertesi gün ise Göttingen bilim dergisine kendi ürettiği genel görelilik denklemlerini, hiç de mütevazı olmayan “Fiziğin Temelleri” başlığı ile yollamayı da ihmal etmemişti.
Einstein’in Prusya Akademisi için hazırladığı dördüncü ders öncesinde Hilbert’in makalesini okuyup okumadığı veya okumuş ise teorisini düzeltmesinde ne kadar etkili olduğu belirsizdir. Ne olmuş olursa olsun, 25 Kasım’daki son dersinde “Kütleçekiminin Alan Denklemleri” başlığı altında akademiye kovaryant (eşdönüşür mü, eşdeğerlik mi?) denklemlerini sundu.
Literatüre aşina olmayan birine E = mc2 kadar açık gelmese de, Einstein alan denklemlerindeki karmaşık matematiksel hesaplar, tensör notasyonu ile indislerle kullanıldığında oldukça yoğun bir formda yazılabilir. Tişörtlere bile baskıları yapılan meşhur alan denklemleri şöyle verilir:
Rμv – 1/2 gμvR = 8π GTμv
Denklemin sol tarafı Einstein tensörü olarak adlandırılır ve daha basit şekilde Gμv şeklinde yazılabilir. Bu kısım, uzay-zamanın geometrisiyle ilişkilidir ve uzayın kütle tarafından nasıl eğilip büküleceğini ifade eder. Denklemin sağ tarafı ise gravitasyonel alan altında maddenin hareketini anlatır. Bu karşılıklı etki göstermektedir ki madde uzay-zamanı büker; bükülme de maddenin hareketini etkiler.
Genel göreliliğin matematik denklemlerinin hangi kısımlarının Einstein’den önce Hilbert tarafından elde edildiğine dair tartışma bugüne dek sürmüştür. Ne olursa olsun, denklemlerle ifade edilen bu teorinin tüm altyapısı ve fiziksel bakış açısı Einstein’e aittir ve 1915 yazında Göttingen’de birlikte kaldıkları sürece Hilbert’e bu teoriyi Einstein anlatmıştır. Hilbert, makalesini son haline getirdiğinde tüm iyi niyetiyle “Kütleçekiminin diferansiyel denklemlerinden elde edilen bu sonuçlar, öyle görünmektedir ki Einstein’in inşa ettiği genel görelilik teorisi ile uyum içindedir” notunu düşmüş ve daha sonra da durumu şöyle özetlemiştir: “İşi yapan Einstein idi; matematikçiler değil.”
Olaylardan birkaç hafta sonra ikilinin arası düzelmeye başladı. Hilbert, Einstein’e Göttingen Kraliyet Bilim Topluluğu’nda üyelik teklif etti. Einstein ise, Hilbert ve kendisinin yapmış olduğu iki büyük çalışmanın da maddi motivasyonlarla ortaya koyulamayacağını belirterek, “Aramızda sebebini bilmek istemediğim, hastalık verici ilginç bir ilişki süregelmekte… Ben kendi adıma içinde öfke de olan bu his ile mücadele ettim ve öfkeyi ortadan kaldırmayı başardım. Artık senin hakkında katıksız iyi niyet besliyor ve aynı şeyleri senin de hissetmeni istiyorum. Kendilerini maddi dünyanın kötülüklerinden arındırmayı başarmış iki adamın ortak hisleri paylaşmaması büyük kayıp olur” demiştir.
Büyük hayaller
Einstein’in başarısı anlayışımızın ötesindedir. 36 yaşında evren algımızda devrimci değişiklere imza atan Einstein’in genel görelilik teorisi, daha kesin sonuçlar veren ve gözlemlerle uyum içindeki birtakım yasalar olmasının dışında, gerçeklik anlayışımıza yeni bir boyut kazandırmıştır.
Özel görelilik teorisi ile uzay ve zamanın birbirlerinden bağımsız olmadıklarını, birlikte uzay-zamanı oluşturduklarını gösteren Einstein, genel görelilik teorisi ile de uzay-zamanın sadece fiziksel süreçlerin meydana geldiği ortam olmadığını, dinamik ve etkileşimli bir yapı olduğunu gösterdi. Nasıl ki tramboline yerleştirilmiş bir bowling topu trambolinin dokusunda değişiklik yaratıyor ve ortamdaki diğer topların hareketlerinde değişikliğe yol açıyorsa, Einstein, maddenin de uzay-zamanın dokusunu değiştirdiğini ve uzay-zamanın da buna karşılık maddenin hareketine yön verdiğini ortaya koydu.
Kuantum kuramının öncüllerinden olan Paul Dirac’a göre bu şimdiye dek yapılmış en önemli bilimsel keşiftir. Yine 20. yüzyılın önemli fizikçilerinden Max Born, genel görelilik teorisi için “insanın doğayı algılamasındaki en büyük adım; felsefi düşünmenin, fiziksel sezgilerin ve matematik yeteneklerinin inanılmaz kombinasyonu” demiştir.
Tüm bu süreç Einstein’i çok yordu. Evliliği çökmüştü, savaştan dolayı tüm Avrupa harap haldeydi. Ancak Einstein yine de hiç olmadığı kadar mutluydu. Mühendis arkadaşı Michele Besso’ya “En büyük hayaller artık gerçek oldu… Genel kovaryans (eşdönüşkenlik mi, eşdeğerlilik mi?), Merkür’ün günberisi mükemmel derecede kesin” yazan Einstein, mektubu “mutlu, fakat yıpranmış” olarak imzalamıştı.
Yıllar sonra küçük oğlu Eduard, Einstein’e neden bu kadar meşhur olduğunu sorar. Einstein, kütleçekiminin aslında uzay-zamanın bükülmesi olduğu keşfini basit bir örnek ile açıklamaya çalışarak şöyle der: “Eğri bir yüzeyde yürümekte olan küçük bir böcek, eğri yüzeyde yürüdüğünü anlayamaz; ben ise böceğin anlayamadığını anlayabilecek kadar şanslıydım.”