Dr. Ziya Somar, bütünlenmemiş yapıtları, çok az bir bölümü gerçekleşmiş eğilimleriyle Panslavizm dönemi Rus düşünürlerine benzetilebilir. Onların Rusya’da, kendine özgü bir düşünce bütünlüğü kurmaya çalışmaları gibi, Ziya Somar da Türkiye’de bir Türk düşüncesi kurulması idealine yürekten bağlanmıştı. Ziya Gökalp’in görüşlerine bu açıdan bağlıydı. Ama Gökalp’ci görüşleri hiçbir zaman bir şoven ulusalcılık aşamasına varmamıştır, daha çok Türk ulusunun kendini tanıması, kendini bulması, büyük uluslarda olduğu gibi kendi düşüncesini yaratması idealist aşamalarında kalmıştır. Mustafa Şekip Tunç’un arkadaşıydı ve gençlik yıllarında Bergson idealist felsefesiyle ilgilenmişti. Başka bir çeviri yapıtı da Alman Felsefe Tarihi’dir.
Yayınlanabilmiş telif yapıtlarını, kooperatifçilik üzerine bir ders kitabını saymazsak Yakın Çağların Fikir ve Edebiyat Tarihimizde İzmir ve Tevfik Nevzat olarak sıralayabiliriz.
Yakın Çağların Fikir ve Edebiyat Tarihimizde İzmir, İzmir kentindeki ilk edebiyat ve düşünce kımıldanışlarını ele alıyor, konuyu Halit Ziya Uşaklıgil’in yarattığı etki çevresinde örüyordu. Yapıt 1944 yılında, ünlü romancı Halit Ziya Bey’in ölümünden üç ay önce yayınlanmak olanağı buldu, büyük romancının eline de geçti. Halit Ziya Bey’in, Ziya Somar’a gönderdiği 26.6.1944 tarihli mektuptan romancının hayatının son iki yılında gözlerine “ârız olan bir zâf-ı rüyet sebebiyle” okumaktan ve yazmaktan men edildiği, ancak yapıtı okuyarak çok mütehassis olduğu, on sekiz, yirmi dört yaşları arası gençlik yıllarına döndüğünü ifade ettiği anlaşılıyor. Ünlü romancı “Gözlerimi yumarak kendimi o cidal ve sây yıllarında yeniden buldum” diyor ve Edebiyat-ı Cedide ile Servet-i Fünûn’un ilk “pınarını” İzmir’de bulmuş olduğunu açıklıyor.
Fikir ve edebiyat tarihimizde İzmir serisinin ikinci kitabı, İzmir’in ilk fikir ve hürriyet kurbanı olarak ele alınan Tevfik Nevzat’ın biyografisidir. Ziya Somar Hoca’nın bu yapıtı 1948 yılında İzmir’de yayınlanmıştır.
Tevfik Nevzat, 1897 yılında günlük bir gazete olarak çıkardığı Hizmet gazetesinde, savunduğu düşüncelerle, Namık Kemal’in Osmanlı cemiyetinde savunduğu fikirleri izleyen bir “Hürriyetçi”dir. Tevfik Nevzat ve arkadaşları, İzmir kentinde ilk Türk matbuatını kurmuşlar ve belki de o dönemde, orada bir azınlık durumunda olan Türklerin menfaat ve düşüncelerini savunmuşlardır. Halit Ziya Bey’in yakın arkadaşı olan Tevfik Nevzat, daha sonra da Ahenk adlı başka bir gazete daha yayınlamış, bir yandan Edebiyat-ı Cedide ile Servet-i Fünûn’un edebiyat akımları olarak oluşmasına yardım ettiği gibi, o dönemin hürriyet ve meşrutiyet mücadelelerine katılmıştır. Uluslararası kapitalizmin önemli bir merkezi olan İzmir’de, kozmopolit ticaret kapitalizminin Avrupalı niteliğine karşı bu genç aydınların ulusalcı değerleri, Osmanlı aristokrat otoritarizmine karşı siyasal alanda liberalizmi, İzmir’deki egemen sınıflara karşı da yeni güçlenen ulusal burjuvaziyi savundukları düşünülebilir. Tevfik Nevzat “…‘sevk-ı siyaset ve maslahatta’ devletin işlerine ‘âlâ kaderil-istilaa’ yardım eden bir sınıfı değil, memleketin ihtiyaçlarını, geriliklerini kavrayarak, açık bir kanaatle, onu ilerletecek şuurlu ve müstakil bir sınıfın varlığını kastediyor, onu harekete geçirmek istiyordu.” (Ziya Somar, Tevfik Nevzat, s.27) Tevfik Nevzat, Adana’da sürgündeyken öldü. (1908)
Gerek Namık Kemal’ci hürriyetçi fikirlerle beslenmiş, gerekse Ziya Gökalp’in düşüncelerini şoven uzantılarını reddederek kabul etmiş, o dönemin Türk düşünce insanlarının, Cumhuriyet olgusuna -çağdaş bir yeniden doğuş olarak- dört elle sarılmaları ve Atatürk devrimlerinden çok şeyler beklemeleri kolayca anlaşılabilir. Gene aynı insanların, bu bileşim (sentez) aramaları içinde, sınırları belirli idealizmlere kendilerini bağlamaları da anlaşılır bir şeydir. Ulusalcı burjuva, liberalizm, “hürriyetçilik”, bir ulusun kendisini bulması gibi ideallerin, hangi politikalarla, hangi ellerle kolayca yozlaştırıldığı, ulusal burjuva yaratma politikalarının ne türlü kapkaççı yöntemlerle, yeniden nasıl bir bağımlılığa götürüldüğü, bu ideallerin yapısının Türkiye gibi bir ülkedeki gücü, sağlamlığı bugün sosyo-politik araştırmalar yapan düşünürlerimizce şöyle ya da böyle ortaya konulmaktadır. Bütün bu oluşum, şimdi yitirdiğimiz Ziya Somar’a da, Atatürk dönemi genç aydınlarına da yaşlılıklarında bugünkü yabansı çözülüşü, hayal kırıklığını, inançsızlığı, daha doğrusu inançların yitirilişini ve unutuşu getirmiştir. Onlar, karşı çıktıkları har vurup harman savuran, kozmopolit, dışa bağımlı aracı burjuvazinin tasfiyesinden yıllarca sonra, gene gerici, tutucu, görgüsüz, gaddar bir sınıfın onun yerini aldığını gözlemleyerek derin bir hayal kırıklığı içinde dünyamızdan bir bir çekip gidiyorlar. Ziya Somar Hoca da, bu gençlik idealizmlerini yaşayıp, ardından hayal kırıklığına ve unutuşa gömülmüş Cumhuriyetin ilk dönemi aydınlarından biriydi. Yapıtı eksik kalmış bir Türk aydını olarak hayatı üzerine eğilmek, Türkiye’nin sosyo-ekonomik ve politik yapısının grafiğinin izlenmesi olanağını verecektir. Unutuluş kendi çalışma yaşamının düzene konulamamasından çok, Türk toplumunun izlediği yanlış grafikten geliyordu.
Çocukluk yıllarım Ziya Somar Hoca’nın evinde geçen günlerle doludur. İzmir’de, Karşıyaka’da, sokakları taş döşeli, bahçelerle çevrili, çiçek kokan bir sokakta, orta halli bir Rum evi ansıyorum. Kurtuluş Sokak, taş döşeli yollar, tek katlı, iki katlı bahçeler içinde, çiçeklerinin kokusu sokaklara taşan bir sokak. Bahçe kapısını açıp girerseniz, asmalarla okaliptüslerin, palmiye ağaçlarının doldurduğu sakin bahçeden, beton bir yolu izleyerek, onun çalışma odasının, eşsiz kitaplığının soldaki zemin kat odada yer aldığı güzelim bir Rum evinin, camlı çatısından güneş vuran mozaikli taşlığına girersiniz. Taşlığın ötesinde camlı bir girişten, evin iki katı yüksekliğindeki genişçe bir yere çıkarsınız. Yüksekteki çatı camlarla kaplıdır, yaz güneşini sızdırır evin içine; orada gene camlı bir kapıdan girilen bir mutfak vardır. Serin bir taşlıktan tahta bir merdiven evin üst kat odalarına çıkar. Tahta döşeli, İzmir’in yaz sıcağını geçirmeyen selâti odalar. Ziya Somar Hoca, alt katta, bahçeye doğru açılan odasında, akşam üzeri takım elbiselerini giyip, yakasına mendilini takarak, kravatını bağlayarak süslendiği, geniş Yunanlı gövdesiyle yanına karısını alıp geceyi yaşamaya çıkacağı zamana kadar orada şimdi yabancı güçlerin elinde dağıtılmış, biçim değiştirilmiş, basitleştirilmiş ve halka karşı bir politika haline getirilmiş Türk düşüncesini aramaya gayret edecektir.
Bütün o güzelim evlerin yıkılıp, yerlerine blok apartmanların dikildiği gibi.
(Cumhuriyet, 9 Aralık 1978, s.7)