Ana Sayfa 170. Sayı Darwin’in İnsanın Türeyişi adlı eseri: Evrim kuramının insana uygulanışı 

Darwin’in İnsanın Türeyişi adlı eseri: Evrim kuramının insana uygulanışı 

3466

“Türlerin Kökeni”, Darwin’in en tanınmış, en çok bahsedilip zikredilen eseridir. Ancak bu eserin bir devamı niteliğinde olan “İnsanın Türeyişi”, evrim kuramının farklı yönlerini ele alan, bu kuramı bir adım öteye taşıyan, geniş bir bilgi kaynağı sunan ve Darwin’i tam olarak anlayabilmek açısından okunması şart, önemli bir yapıttır.

Türlerin Kökeni’nin sonlarına doğru, eserinin ana fikirlerini şöyle bir toparlamaya koyulan Charles Darwin, canlı varlıkların ortak atalardan türediğini, türlerin ise zaman içerisinde değişebilme özelliğine sahip olduklarını vurguladıktan sonra, şu kehanette bulunur: “Uzak gelecekte çok daha önemli araştırmalar için açık alanlar görüyorum. Psikoloji, gerekli olan zihinsel güç ve kapasite kazanımlarına kademeli biçimde ulaşıldığı yeni bir temele oturacak. İnsanoğlunun kökeni ve tarihi aydınlığa kavuşturulacaktır.” Bu son cümle dışında Darwin, Türlerin Kökeni’nde insanın evrimsel gelişiminden söz etmez. Ancak bu eserde sayfalar boyunca sayısız örnek ve bulgular eşliğinde biyolojik dönüşüm olayına tanıklık eden okur (Darwin’e göre eseri, “uzun bir argüman” niteliğindedir), insanoğlunun da söz konusu dönüşüm yasalarına tabi olabileceği ve zamanla evrimleşebileceği fikrine varır. Gerçekten de insanın türeyişi, kısa zamanda İngiliz toplumunun gündemine oturur ve hararetli tartışmaların konusu haline gelir.

İnsanın Türeyişi çalışması.

Nitekim çok değil, Türlerin Kökeni’nin 24 Kasım 1859 tarihinde yayımlanmasından yedi ay sonra, Oxford Üniversitesi Müzesi’nde yapılan halka açık ve tarihte iz bırakacak bir münazarada, evrim karşıtı, sivri dilli Oxford piskoposu Samuel Wilberforce, Darwin’in yakın dostu ve destekçisi Thomas Henry Huxley’e hitaben, “acaba sizlerin soyu büyükanne tarafından mı yoksa büyükbaba tarafından mı maymunlara dayanmaktadır?” sorusunu sorması üzerine Huxley’nin, maymun soyundan gelen ataları olduğu için değil, “sahip olduğu üstün yetenekleri gerçeği karartmak için kullanan bir insanla akraba olmaktan” utandığını haykırarak piskoposa ağzının payını vermesi, sansasyon yaratır…

Huxley, pek çok yorumcu tarafından bu söz düellosunun galibi olarak gösterilmiş olsa da, piskopos Wilberforce’un itirazını yabana atmamak gerekir. Türlerin sabit olduğunu savunan Wilberforce’un argümanı, şu üç ana fikre dayanıyordu (1): İnsanlık tarihi boyunca hiç kimse yeni bir türün ortaya çıkışına tanıklık etmemiştir; çevresel baskılar elbette yok sayılamaz, ancak onlar, türlerin yeni türlere dönüşmesine yol açmazlar; melez hayvanların kısırlığı, türlerin sabitliğine işaret eden güçlü bir delildir. Görüldüğü gibi piskopos, meseleyi bilimsel düzlemde ele almıştır. Zaten Oxford münazarasından beş hafta evvel yayımladığı ve Türlerin Kökeni’ni hedef alan makalesinde tüm eleştirilerini ayrıntılarıyla dile getirmiş, “Karşı çıktığımız görüşlere sadece bilimsel zeminde itiraz edişimiz, okurlarımızın gözünden kaçmamış olmalıdır” diye yazmıştı.

Oxford piskoposu Samuel Wilberforce.

Darwin, Wilberforce’un eleştirilerini hafife almamıştır. Dostu Hooker’a yazdığı bir mektupta, piskoposun makalesini okuduğunu, “eşine az rastlanır akıllıca bir yazı” olduğunu, yazıda kuramının “en spekülatif kısımlarının ustaca ayıklandığını ve tüm zorlukların oldukça iyi ortaya konulduğunu” ifade etmiştir. Bu durum karşısında insanoğlunun evrimi hakkında bir şeyler yayımlaması çok yerinde olurdu elbette. Fakat öte yandan, biyolojik dönüşümün esasları Türlerin Kökeni’nde açıklanmıştı ve insanoğlunun da tüm diğer canlılar gibi aynı evrim yasalarına tabi olduğu aşikârdı. En iyisi tansiyonu düşürmek, suların durulmasını beklemek ve insanın evrimi konusunu ileriki bir tarihte ele almak daha akla yakın bir tutum olabilirdi. Bu arada, bitkiler hakkında gözlem ve çalışmalarını derleyip kitap haline getirebilir ve tasarladığı yeni deneyler sayesinde kuramını güçlendirmeye odaklanabilirdi.

Nitekim tam da bu minvalde hareket edecektir. 1862 yılında yayımladığı Orkidelerin Üremesi isimli risalesinde, “orkidelerin döllenme mekanizmalarının çeşitlilik ve mükemmeliyet bakımından hayvanlar âleminde en güzel adaptasyonlara” örnek teşkil ettiğini ileri sürer. 1865 yılında ise, Linne Derneği tarafından yayımlanan Tırmanıcı Bitkiler başlıklı makalesinde evinin yanı başında kurduğu serada yürüttüğü deneylerden faydalanarak bu tür bitkilerin gelişimini evrimsel bir çerçevede ele alır (bu eseri daha sonra 1875 yılında editörü John Murray tarafından kitap olarak yayımlanacaktır). 1860 yılında ise kaleme almaya başladığı ve ancak 1868’de tamamlayabildiği Evcilleşmiş Hayvanların ve Bitkilerin Çeşitlemesi Üzerine isimli eserini, yaban hayvanlarının evcilleştirilme ve ıslahına yönelik yürüttüğü deney ve gözlemlerine hasredecektir.

Yeni bir kitabın ön hazırlıkları

Bu arada Türlerin Kökeni altı farklı dile çevrilmiş, pek çok biliminsanının beğenisini kazanmayı başarmış fakat aynı zamanda pek çoğunun da eleştirilerini üzerine çekmiştir (özellikle doğal seçilim fikri hararetli tartışmalara ve eleştirilere neden olmaya devam etmektedir). Prusya Kralı’nın Liyakat Nişanı’na, ayrıca St. Petersburg İmparatorluk Bilimler Akademisi’nin Muhabir Üyeliği’ne layık görülmesi, Darwin için önemli başarılardı şüphesiz, ancak bu takdirin karşılığını veya “Darwinismus”un Prusya’da yarattığı heyecanı kendi ülkesinde bulamıyordu. Fritz Müller’in adeta bir manifesto niteliğinde olan Für Darwin isimli kitabını İngilizceye çevirmek faydalı olabilir miydi? Editörü John Murray olaya fazla sıcak bakmasa da, Darwin’in maddi bakımdan bizzat destek vermeye hazır olduğunu bildirmesi üzerine, kitabı İngilizceye çevirtip basmayı kabul edecekti. (2)

Kuramını güçlendirmesi gerektiği çok açıktı. Bunu nasıl yapabilirdi? Türlerin Kökeni’nde, cinsel (eşeysel) seçilimin de doğal seçilimin etkisiyle varyasyonlar yaratan bir mekanizma olduğunu dile getirmişti, fakat zaman geçtikçe cinsel seçilimin daha köklü biçimde ele alınması gerektiğini sezinleyecek, konu üzerine tekrar çalışmaya başlayacaktı. Ancak kısa bir süre sonra cinsel seçilimin, kendi deyimiyle “devasa bir konu” haline dönüştüğünü görecekti. Dolayısıyla, tasarladığı yeni kitabının kapsamını geniş tutmalıydı, “cinsel seçilim ve maymunsu atalardan ahlak ve dinin evrimine kadar” (2) her bir şeyden bahsetmesi gerekecekti.

Ancak başta gelen kanaat önderleri, tasarladığı yeni kitabın baskıya girmesini beklemeksizin eleştiri oklarını fırlatmaya başlayacaklardı. Örneğin ünlü Argyll Dükü olan George Campbell, insanlar ve hayvanlar arasında ortak bir atalığın izlerine rastlamadığını duyuracak, ya da önceleri Darwin’in destekçisi olan George Mivart, Argyll’in görüşlerini benimseyerek yavaşça saf değiştirecekti. Hatta evrim kuramının eş mucidi Alfred Russel Wallace’ın pozisyonu bile net değildi, son zamanlarda tutumu değişmişti; Darwin’e göre “bilimin henüz ortaya koyamadığı güç ve etkilerin varlığına” inanmaya başlamıştı. “Kitabımı yayımladığımda evrensel bir kınama hatta bir infaz ile karşı karşıya kalacağımı görebiliyorum” diye bildirecekti Darwin eleştiricisi Mivart’a. (2)

İnsanın Türeyişi

İnsanın Türeyişi 1871 yılının Şubat ayında yayımlanır ve hemen ardından üç hafta sonra 2. baskısı piyasaya sürülür. Tam başlığı İnsanın Türeyişi ve Eşeye İlişkin Seçilim olan bu eser iki kısımdan oluşur. İlk kısım, İnsanın Türeyişi, yapıtın yaklaşık üçte birini oluşturur ve Türlerin Kökeni’nin devamı niteliğindedir. Darwin’in beklediğinin aksine, kitap oldukça olumlu karşılanır; daha doğrusu eleştirmenlerin önemli bir kısmı ketum kalır – her ne kadar insanın hayvanlar ile ortak bir kökene sahip olduğu iddiasına karşı çıksalar da…

Darwin, İnsanın Türeyişi’nde, insanoğlunun daha aşağı bir biçimin soyundan türeyerek ortaya çıktığını açıklar. (Fakat bu sonuca kendisinden önce başkalarının vardığını da takdir eder: “İnsanın öbür türlerle birlikte, eski, daha aşağı ve tükenmiş bir biçimin soyundan geldiği, hiç de yeni bir sonuç değildir. Lamarck aynı sonuca çok önceleri varmıştır, ki bu sonucun doğruluğu, son zamanlarda, örneğin Wallace, Huxley, Lyell, Vogt, Lubbock, Buchner, Rolle, vb. ve özellikle Haeckel gibi seçkin doğa bilginleri ve filozoflar tarafından savunulmuştur.”) İnsanın anatomik yapısını ve bedensel özelliklerinin pek çoğunu (iskelet, kaslar, sinir sistemi, damarlar, bağırsaklar, hatta beyin) tüm memelilerle paylaşması ortak bir kökenin açık kanıtıdır, diye açıklar Darwin eserinde. Bu benzeyişlerden öte, insanların, hayvanlardan hastalık kapabilir veya tam tersine onlara hastalıklarını geçirebilir olması, ayrıca insanoğlunun üreme tarzı ve izlediği embriyonik gelişim yolunun diğer memeli hayvanlardan hiç de farklı olmaması, ortak bir kökene işaret eden önemli delillerden sadece birkaçıdır.

Darwin’e göre, canlıların yapısal özellikleri yakından incelendiğinde, pek çoğunda işlevselliğini yitirmiş organların bulunduğunu gözlemek mümkündür ki, bu olgu, türlerin dönüşerek kendilerini çevrelerine uyarladıklarını göstermektedir. Eğer tam aksine organizmalar evrimsel bir süzgeçten geçmeksizin, de novo yaratıldıktan sonra herhangi bir değişime uğramaksızın günümüze intikal etmiş olsalardı, bedenlerinde körelmiş organlar barındırmalarının hiçbir mantıklı açıklaması olmazdı. “Böylece insanın ve tüm diğer omurgalı hayvanların nasıl olup da aynı genel modele göre oluşturulduklarını, neden aynı erken oluşum evrelerinden geçtiklerini ve neden bünyelerinde bazı körelmiş yapıları muhafaza ettiklerini anlamamız mümkündür. Dolayısıyla, ortak bir soydan türediklerini açık yüreklilikle kabul etmemiz gerekir. (…) Doğa bilginlerinin, insan ve diğer memeli hayvanların karşılaştırmalı yapı ve gelişimlerine aşina oldukları halde bu canlıların her birinin ayrı ayrı yaratılmış olduğuna inanabilmiş olmalarının hayret ile karşılanacağı günler çok yakındır.”

Darwin’in İnsanın Türeyişi adlı kitabının 1874 tarihli baskısından bir çizim.

Ortak bir kökene işaret eden tüm bu olguları ortaya koyduktan sonra Darwin, insanoğlunun daha aşağı biçimlerden zamanla farklılaşıp nasıl geliştiğine ışık tutar. Darwin’e göre, insanın bedensel ve zihinsel bakımdan yüksek bir dönüşüm yeteneğine sahip olması, bu ayrışma sürecinin en önemli etkenlerinden birini oluşturur. Öte yandan Darwin, tüm hayvanlarda olduğu gibi insanda da gözlemlenen bu “yoğrulabilirliğin” kök nedenleri konusunda henüz yeterince bilgiye sahip olunmadığını vurgular. Türlerin zamanla dönüşmesi, çevresel koşullar tarafından tetiklenir, bazı organların kullanılışı veya kullanılmaması değişimlere yol açar. İnsan, en belirgin özelliklerini, doğrudan ya da dolaylı bir biçimde doğal seçilimin etkisiyle elde etmiştir.

Fakat her zamanki ihtiyatlı yaklaşımı ve önsezisiyle Darwin, doğal seçilimin, evrimsel dönüşümün yegâne motoru olmayabileceğine, bu mekanizmanın yanı sıra başka süreçlerin de türleşme olayını etkileyebileceğine dikkat çeker. Bu yüzden eserinin ikinci kısmını günümüzde de türlerin oluşumunda önemli bir etmen olarak kabul edilen cinsel seçilime ayırır. “Türlerin Kökeni’nin daha önceki yayınlarında, doğal seçilim ya da en uygun olanın sağkalımı olayına ve onun etkisine çok fazla önem atfetmiş olabilirim. (…) Bununla beraber, ne faydalı ne de zararlı olan yapıların varlığını vaktiyle yeterince değerlendirmemişimdir; ve bu da sanırım şu ana kadar eserimde saptanan en önemli ihmalkârlıklardan biri olmalıdır” diye özeleştiride bulunacaktır…

Zihinsel yetilerin evrimleşmesi

Darwin’e yönlendirilen bir kısım eleştiriler, insanın zihinsel yetilerine ilişkindi: Bedensel özellikleri itibariyle insanoğlu, daha aşağı biçimler ile benzerlik gösterebilirdi elbette, ancak sahip olduğu eşsiz zihinsel yetileri apayrı bir soyoluşa işaret etmiyor muydu? Bu özelliği, insanın diğer canlılar ile aynı soyu paylaşmadığının açık göstergesi değil miydi?

İnsanın Türeyişi’nde Darwin, zihinsel yetilerin de tıpkı bedensel özellikler gibi evrimsel bir süreç sonucu, zamanla, adım adım kazanıldığını ileri sürer. Dolayısıyla, zihinsel yetiler de incelendiğinde, insanın bütün öbür türler gibi aynı kökene sahip olduğu anlaşılır. Darwin bu konuya İnsanın Türeyişi’nde geniş yer ayırır. Hayvanların da insanlar gibi haz aldıklarını ve acı çektiklerini, mutluluk ya da mutsuzluk yaşadıklarını, anne sevgisi hissettiklerini, ölüm korkusu taşıdıklarını, kıskançlık duyabildiklerini ve canlarının sıkılabileceğini öne sürer. Algı, dikkat, soyutlama, hafıza, özbilinç, merak, taklit, muhakeme yetenekleri, tüm bu vasıfları insanda olduğu gibi diğer hayvanlarda, kimi zaman ilkel düzeyde olsa da bulmak mümkündür. Konuşma yeteneği insana özgüdür elbette, ama insanlar da birçok duygularını, pek çok hayvanın yaptığı gibi, ses çıkarma yoluyla ifade ederler. Tüm bunların yanı sıra, kültürel etkenler ve özellikle eğitim de önemli bir rol oynar tabii ki. “Neredeyse hiçbir soyut kavram kullanmaktan aciz vahşi bir insan ile Newton ya da Shakespeare arasındaki entelekt farkı az değildir. (…) En yüksek ırkların en yüce kişilikleri ile en alt düzeydeki vahşiler arasındaki bu tür farklılıklar, en ince değişim kademeleriyle birbiriyle bağlantılıdırlar. Dolayısıyla, bunların birinden diğerine geçilmesi ve birinin diğerine dönüşmesi mümkündür.”

Bilindiği üzere Türlerin Kökeni’nin ilk basımında, Darwin, eserinin son sözcüğü olan “evrimleşmiş” (evolved) sözcüğü dışında evrim (evolution) sözcüğünü kullanmamıştır. Ancak İnsanın Türeyişi’nde evrim sözcüğünü ilk kez modern anlamıyla kullanır. Türlerin Kökeni’nin 1872 yılında çıkan 6. ve son basımında yaptığı revizyonlarla, o zamana kadar “dönüşüm kuramı” (transmutation theory) olarak isimlendirdiği kuramı hakkında evrim (evolution) sözcüğünü kullanacaktır. (3)

İnsanın Türeyişi’nde Darwin, zihinsel yetilerin de tıpkı bedensel özellikler gibi evrimsel bir süreç sonucu kazanıldığını ileri sürer.

Türlerin Kökeni ve İnsanın Türeyişi yayımlandığı yıllarda, gün ışığına çıkarılan ve kimsenin pek anlam veremediği, sonraları Neandertal insanına ait olduğu anlaşılan birtakım kemik kalıntıları dışında, keşfedilmiş herhangi bir insan fosili yoktu. Bilindiği üzere, daha sonraki dönemlerde dünyanın pek çok yerinde çok sayıda insan fosili bulunacaktır ve günümüzde de bulunmaya devam edilmektedir. Ancak yaşadığı yıllarda konuyla ilgili herhangi bir bulguya sahip olmadığı halde Darwin, sadece biyocoğrafyaya dayanan gözlemleri ve analitik düşünce yeteneği sayesinde, insanoğlunun beşiğinin Afrika olduğunu tahmin edebilmiştir. Şöyle yazacaktı İnsanın Türeyişi’nde: “Dünyanın büyük bölgelerinin her birinde, yaşamakta olan memeliler aynı bölgenin soyu tükenmiş türleriyle yakından bağlantılıdırlar. Dolayısıyla, goril ve şempanzenin yakın akrabası olan, soyu tükenmiş insansı maymunların vaktiyle Afrika’da yaşamış olmaları olasıdır; ve bu türlerin ikisi de günümüz insanının en yakın akrabaları olduğundan, ceddimizin başka bir yerden ziyade Afrika’da yaşamış olması bir bakıma daha muhtemeldir.” Darwin’den sonra günümüze dek insanın coğrafi kökenine dair yürütülen tüm çalışmalar, Darwin’in bu tahminini doğrulamıştır.

Sosyal Darwinizm

Darwin’in Türlerin Kökeni’nde öne sürdüğü “doğal seçilimle evrim” kuramının sadece biyolojiye değil insan toplumlarına da bir şekilde uygulanabileceği, zamanının ferasetli biliminsanlarının gözünden kaçmamıştı. Dolayısıyla, daha sonraları “sosyal Darwinizm” diye anılmaya başlanacak olan bu konu, Darwin tarafından İnsanın Türeyişi’nde “Doğal Seçilimin Uygar Ulusları Etkileyişi” başlığı altında kaleme alınmasından önce bilim çevrelerinde geniş çapta yankı bulmuştu. Darwin’in de hatırlattığı gibi, Alfred Russel Wallace ve Francis Galton (anne tarafından Darwin’in kuzeniydi) konuya kendisinden önce eğilenler arasında yer alıyordu.

Sosyal Darwinizm hakkında çok yazılmış çizilmiş, çok mürekkep harcanmıştır. Özü itibariyle karmaşık ve çok boyutlu, dallı budaklı olan bu konuyu, bize ayrılan bu sınırlı alana hakkını vererek sığdırmamız mümkün değildir, ancak İnsanın Türeyişi’nin önemli kısımlarından birini oluşturduğunu vurgulayalım. Sosyal Darwinizm’i başka bir yazımıza konu edeceğiz…

Sonuç olarak Türlerin Kökeni, Darwin’in en tanınmış, en çok bahsedilip zikredilen eseridir. Ancak bu eserin bir devamı niteliğinde olan İnsanın Türeyişi, evrim kuramının farklı yönlerini ele alan, bu kuramı bir adım öteye taşıyan, geniş bir bilgi kaynağı sunan ve Darwin’i tam olarak anlayabilmek açısından okunması şart, önemli bir yapıttır.

Dipnotlar

1) https://en.wikipedia.org/wiki/Samuel_Wilberforce
2) A. Desmond, J. Moore, Darwin, Penguin Books, 1991.
3) Tim M. Berra, Charles Darwin, The Johns Hopkins University Press, 2009.

Önceki İçerikKitapçı Rafı – 170
Sonraki İçerikEvreni ve tarihi kazanlar…