Sağda solda giderek daha sık okumanın “faydalı” hatta “sağlıklı” olduğu iddia ediliyor. Faydalar listeleniyor, yayımlanıyor. Çocukların okumaya özendirilmesi isteniyor. Bu alışkanlığı kazanabilmeleri için çevrelerinde örnek alacakları büyüklerin bulunması gerektiği ve ebeveynlerin de vakit kaybetmeden okuma alışkanlığı edinmelerinin önemine işaret ediliyor. Kendimi kötü bir okur saymadığımdan, fakat şu yaşıma kadar da “okumanın faydaları” ile pek meşgul olmadığımdan bu listeler ilgimi çekti. Birkaçına göz attım. Okumak meğer her derde devaymış. Uykusuzluğa, unutkanlığa, depresyona, iştahsızlığa, obeziteye, yalnızlığa, yoksulluğa ve daha pek çok sıkıntıya iyi geliyormuş. 30 maddeye kadar uzayan listelerle karşılaşsam da çoğu madde birbirinin içinde değerlendirilerek birkaç ana başlığa indirgenebilir. Ben “kitap ve sağlıklı yaşam” gibi ilgi alanım dışında kalan kitaplı, fareli, laboratuvarlı meseleleri bir yana bırakarak önemsediğim bir iki iddiaya itiraz etmek istiyorum.
Kelime dağarcığımızın zenginleşeceği ve düşüncelerimizi ifade kabiliyetimizin gelişeceği iddiaların başında geliyor. Şüphe edilecek yanı var mı? Biraz tecrübe ve basit bir mantık bunun doğruluğuna ikna olmaya yeter. Türkçe zengin bir dil. Tarih boyunca geniş bir coğrafyada çeşitli toplumlar tarafından konuşulduğu, kullanıldığı için yerine göre farklı dillerle etkileşime girmiş, sözcük ve deyim alışverişinde bulunmuş, değişik ifade özellikleri kazanmış. Anayurdundaki kendi tarihi içinde de pek çok yenileşme ve değişim geçirerek zenginleşmiş. Temel eğitimden mezun olmaya yetecek kadar Türkçe ile bu dili güzel konuşmak, iyi kullanmak kolay değil. Fikir yazısını ve kurgu yazıyı bir yana bırakarak yalnızca şiir üzerinden gidecek dahi olsak örneğin Namık Kemal’in, Tevfik Fikret’in, Ahmet Haşim’in, Yahya Kemal’in, Nazım Hikmet’in, Dranas’ın, İlhan Berk’in, Ece Ayhan’ın, Zarifoğlu’nun, Küçük İskender’in, Birhan Keskin’in aynı dilin şairleri olduğunu akılda tutmak gerekir. Birkaçının müptelası olduğu halde diğer birkaçından haz duymak bir yana, dillerini bile çözemeyecek olanımız az değildir. Peki ya böyle bir sözcük dağarcığının pratik faydası ne olabilir? Kelime çeşitliliği 500’ü geçmeyen, cümlelerin yarısının yüklemsiz dolaşıma girdiği, buna rağmen ifade edilenin çoğunun dinlenmediği, okunmadığı gündelik dilimizde Haşim’in sözcüklerini kullanmamız, İlhan Berk’in sanatına başvurmamız ve karşılığında takdir edilmemiz mümkün mü? Aksine, insanların karşılaşmadıkları, neredeyse hiç kullanmadıkları sözcüklerle kazara karşılarına çıkarsak, söylediklerimiz, yazdıklarımız anlaşılmaz veya yanlış anlaşılabilir. Yanlış anlaşılıp anlaşılmadığını teyit etmek, kullandığımız kelimelerin anlamlarını açıklamak zorunda kalabiliriz. Açıklamaya çalışırken sarf ettiğimiz yeni kavram ve kelimeleri de daha sonra açıklamak zorunda kalacağımızdan sonsuz bir döngüye girmekten kendimizi alıkoyamayabiliriz. Anlaşılabilmesi için basit örneklere başvurmak zorunda kalabiliriz. Bu yol da sonuçta çerçeveyi daraltacak ve normalde yeterli olması gereken sürenin en az birkaç katı vakit kaybettirebilecektir.
Bir diğer iddiaya göre empati yetimizin gelişmesi ve insanları kolay tanıyıp, daha iyi anlayabilmemiz de kitap okumamıza bağlı. Burada söz konusu edilen kitapların romanlar, öyküler gibi insanların yaşantılarına dair edebiyat eserleri olduğunu varsayıyorum. Katılmak mümkün. Okuyarak, denizaltısıyla okyanusların derinliklerinde gizlenen ve devasa gemileri gözünü kırpmadan batıran Kaptan Nemo’yu, tefeci ve kardeşi iki yaşlı kadını baltayla öldüren hukuk öğrencisi Raskolnikov’u, yel değirmenlerine hücum eden Don Kişot’u, bir sabah hamam böceği olarak uyanan Gregor’u dahi anlama yolunda önemli adımlar atabiliriz. Bambaşka asırların, bambaşka toplumlarında ortaya çıkmış kurgu insanları bugünkü çevremizi anlamamızda bize kılavuzluk edebilir mi? Kaçımız hayatı boyunca bir Zebercet’le karşılaşabilir? Karşılaşsak şıp diye gözünden tanıyabilecek miyiz? Tanırsak ona yardım edebilecek miyiz? Kaldı ki her devrin insanı da, değerleri ve davranışları da farklı. Bugünün doğrularının çoğu dünün yanlışlarının düzeltilmesiyle oluşmuş. Kuracağımız basit paralelliklerle hatasız yol almamız mümkün mü? Bu nedenlerle empati konusunda da kitapların bizi etkileyip değiştirdiğini fakat bu etkinin hayatımıza doğrudan “fayda” olarak yansıdığına ihtimal vermiyorum. Maksat kabiliyet kazanmaksa okumak kadar başka uğraşlar da “faydalı” olabilir. Bisiklet sürmenin, dağcılığın, marangozluğun, dikiş nakışın, drone uçurmanın, tavla üstatlığının da insana öğreteceği şeyler vardır. Pek çok bilgi kazandırmanın yanında yine insanları tanımamıza, hatta daha sınırlı konularla ilgili olsa dahi yeni sözcükler öğrenmemize de yardımcı olurlar.
Sözü buraya getirdikten sonra elbette “okumanın faydası yoktur” diyecek değilim. Vardır ama belki başka yerdedir. Kuşkusuz kitaplar okurlarına bazı özellikler kazandırır. Onlarla meşguliyetimizde de önemli olan deneyimlediğimiz yaşantılar üzerine düşünmemiz, çevremizle, insanlarla, doğayla ilişkimizi yeniden gözden geçirmemizdir. Okumak düşünmeye vesile olduğu sürece faydalıdır. Farkı, derinlemesine düşünmemiz için başka uğraşlardan belki daha çok şey sunabilmesidir. Masamıza tekrar tekrar getirdiği kadim meseleleri daha evvel denemediğimiz açılardan ele almamızı teşvik eder. Hayat, tarih, zaman, felsefe, bilgi, insan üzerine kafa yormak için bir başlama vuruşu olanağı verir çoğu zaman. Doğru soruların peşine düşmemizi, yanıtların yanlış olmasa bile hep eksik ve kusurlu kalacağını bile bile arayışımızı sürdürmemizi bekler. Sonucun azımsanacak yanı yoktur. Uyanık bir şüphe ve bilmediğini bilen Sokrates’in özgüvenini kazandırmaya çalışır bize.